Kendisi gibi büyük yönetmenler Tarkovski, Godard, Fellini, Antonioni’nin “dahi”, “üstat”, “sihirbaz” dedikleri Paradjanov, gerçekten de öyleydi. Ne yazık ki, çok az film yaptı; ender olarak izlenen ama bir kez izlenince de unutulmayan filmler. Hayatını Paradjanov’ın yapıtlarına adayan yenilikçi sinemacı Mikhail Vartanov’a göre, Griffith ve Eisenstein’ın önerdiği film dili dışında, dünya sineması Narın Adı’na kadar devrim yaratacak kadar yeni hiçbir şey keşfetmedi.
İşte onun içindir ki, !f’in Kült bölümünde onun eşsiz filmi Narın Rengi / The Color of Pomegronates ya da özgün adıyla Sayat Nova, Nran Guyne’yi görmek beni çok sevindirdi. Hem çeyrek yüzyılı aşkın bir zamandan sonra Narın Rengi’ni yeniden göreceğim için hem de bugünün genç sinema seyircileri de Paradjanov’u tanıyacakları için.
Gürcistan’ın Tiflis kentinde doğup büyüyen Ermeni yönetmen Sergei Paradjanov, ömrünün hatırı sayılır bölümünü, başta biseksüellik olmak üzere çeşitli nedenlerle hapiste geçirdi. Hülya Uçansu’nun dediği gibi, “yerleşik düzenin direttiği kalıplaşmış yapının dışına çıkarak” ürettiği için... Yirmi beş yıl süreyle İstanbul Film Festivali’nin direktörlüğünü üstlenen Hülya Uçansu’nun ikinci kitabı “Nisan, Ayların En Güzeli / Yolu Emek’ten Geçen 12 Sinema Ustası”nda anlattığı o ustalardan biridir Paradjanov. Onu 1989’da festival sayesinde tanıdık. Hatta yönetmen burada hayatının ilk Yaşam Boyu Onur Ödülü’nü de almıştı. Unutamadığım filmleri ise Narın Rengi, Aşık Garip, Surinam Kalesi Esrarı’dır.
Narın Rengi, bir kez daha İstanbul seyircisinin karşısına çıkıyor. Yönetmen 1968’de, Sayat Nova’yı çektiği zaman, film, resmi Sovyet ideolojisine aykırı olduğu gerekçesiyle hemen yasaklanmıştı. Yılmadı, 1969’da filmi farklı bir biçimde ve Nar’ın Rengi / The Color of Pogemranates / Tsvet Granata adıyla yeniden gerçekleştirdi. Filmin Sovyetler Birliği dışına çıkması yasaklandı, iki ay gösterimde kaldıktan sonra da piyasadan çekildi. Yıllar sonra, 1982’de Cahiers du Cinéma’da ilk 10, Time Out’ta ise ilk 100 filmin arasına girdi. Sight & Sound’un son değerlendirmesinde de gelmiş geçmiş en iyi 100 film listesinde yer alıyordu.
Martin Scorsese kendi Film Vakfı’nın restore ettiği Narın Rengi kopyasını eylülde Toronto Film Festivali’nde sunarken seyircilere “sinema tarihindeki herhangi bir şeye benzemeyen” imgeler ve görüntülere tanık olacaklarını söylemişti. Filmin restore edilmiş dijital bir versiyonu Londra Film Festivali’nde de gösterildi. Şimdi de, yıllardır herhangi bir kopyasına ulaşabilmenin imkânsız sayıldığı Narın Rengi, restore edilmiş kopyasıyla !f İstanbul’da!
Film, Kafkas Dağları’nda yaşamış en büyük şair sayılan Ermeni Artin Savadyan, yani Aşık Sayat-Nova (Şarkıların Efendisi) üzerine bir biyografi. Paradjanov bu biyografide ozanın hayatını alışılmış şekilde anlatacağına, insanı çarpan görüntülerle ve fonda ozanın şiirleriyle, görsel ve şiirsel bir şekilde aktarmış. Narın Rengi, Savadyan’ın çocukluğunu, rüştünü ispat etmesini, kadın vücudunu tanımasını, âşık olmasını, manastıra girmesini ve ölmesini durağan sahnelerle sunuyor. Aktris Sofiko Chiaureli filmde erkekli-kadınlı altı karakteri canlandırıyor. Yönetmen, esin kaynağının ışıklı Ermeni minyatürleri olduğunu söylemiş ve “Resmin içinden gelen dinamiği, rengin biçimlerini ve dramaturjisini yaratmak istedim” demişti. Minsk’te yaptığı bir konuşmada ise Ermeni seyircilerin Narın Rengi’ni büyük ihtimalle anlamayacağını, insanların bu filme tatile gider gibi gittiklerini de belirtmişti.
Paradjanov’un filmi “Ben, hayatı ve ruhu işkence olanım” diyen bir erkek sesiyle başlar. Bir Sayat Nova şiirinden alıntıdır bu. James Steffen, yönetmenin sinemasını anlattığı kitapta, filmin tematik zenginliğinin, hem ozan hakkında bir film hem de Paradjanov’un şifreli bir otobiyografisi olmasından kaynaklandığını söylemişti. İzleyici de zaman zaman böyle bir hisse kapılıyor.
Yönetmenin kendisi de gene filminin başında, “sinemacı şairin iç dünyasını ruhunun ürpermeleri, tutkusu ve işkencesiyle, Orta Çağ Ermeni şair/âşıklarının sembol ve alegorilerini geniş ölçüde kullanarak yeniden yaratmaya çalıştığını söylüyor. Tigran Mansurian’ın etkileyen müziği eşliğinde, Suren Shahbazian’ın görüntüleri ve Stepan Andranikian’ın sanat yönetimiyle, gerçek bir rüyayla, bir masalla karşı karşıyayız. Hayatı ve ruhu işkence olan adamın masalı.
Önce ozanın çocukluğuyla başlıyoruz (Melkon Aleksanyan). Sonra delikanlı oluyor, evleniyor, derken manastıra giriyor. Bu arada şairin rüyasına ortak oluyoruz. Çocukluğuna dönüp annesiyle babasının yasını tutuyor. Fonda ise dış ses, Savadyan’ın şiirlerini okuyor: “Gökyüzünden bu dünyaya gönderildik, keder... keder... keder...” Gezgin âşık zaman zaman da yakınıyor: “Avare dolaşıyorum, yanmış ve yaralanmış ve bir sığınak bulamıyorum.” Sonunda ise “Yaşasam da ölsem de, şarkılarım bu kalabalığı uyandıracak” diyor. “Ve son gidişimin gününde, bu dünyada hiçbir şey kayıplara karışamaz.”
Bütün bunlara can alıcı kırmızlar, canlı siyahlar, bakir beyazlar eşlik ediyor. Paradjanov’un renkleri heyecan veriyor: Kesilmiş bir nardan kumaşa dökülen kan kırmızısı nar suyu, boyacıların boya teknelerine attığı, çıkardığı yün çileleri. Manastırın gizinin altını çizen siyah cüppeler... Michelangelo Antonioni, "Paradjanov’un filmi Narın Rengi’nin şaşırtacak mükemmellikte bir güzelliği var” demişti. “Bana göre Paradjanov, dünyanın en iyi film yönetmenlerinden biri.”
Paradjanov’un üç ülkesi vardı aslında. Doğup büyüdüğü Gürcistan / Tiflis, filmlerini çektiği Ukrayna ve atalarının yurdu Ermenistan. İlk yıllarından itibaren doğduğu ülkedeki kültür karışımı onu etkilemişti. En büyük başarılarından biri de dünya sinemasının ilgisini Gürcistan, Ermenistan ve Ukraya’nın zengin mirası üzerine çekmektir. Saygın sinemacılar onu hapisten kurtarmak için uğraşırken, kendi gidemese de filmleri yurt dışına gidip övgü almış, hükümet de Paradjanov’a biraz daha hoşgörüyle yaklaşıp yasaklarını kaldırmıştı. Son iki filmi The Legend of Suram Fortress / Suram Kalesi Destanı (1984) ve Ashik Kerib / Aşık Garip’i (1988) bu sayede yaptı.
Narın Rengi’nden, muhteşem görüntülerin eşlik ettiği manastır bölümünden bir alıntıyla bitirelim: “Kitaplara iyi bakılmalı ve okunmalı, çünkü kitaplar Ruh ve Hayat’tır. Kitaplar olmasa, dünya sadece cehalete tanıklık etmiş olurdu.”
Gösterim tarihi:
21 Şubat 2015 19:30
Cinemaximum Fitaş Salon 4