10 MAYIS, SALI, 2016

“Ne Yapıyoruz Biz? Nereye Gidiyoruz?”

Sezon kelimesini algılarından çıkarıp çok çalışarak başarılı oyunlara imza atan, olumsuz tüm olaylara rağmen oyunlarını iptal etmeyen, sahneledikleri Gülünç Karanlık ile dikkatleri üzerine çeken BBT ekibinden Alican Yücesoy ile tiyatro ve Gülünç Karanlık üzerine konuştuk…

“Ne Yapıyoruz Biz? Nereye Gidiyoruz?”

Bakırköy Belediye Tiyatroları ekibi çalışmayı seven bir ekip. Farklı ve güzel oyunlar sahneleniyor, bunlardan Gülünç Karanlık da öne çıkıyor. Sahnelemek kimin fikriydi, ne zaman başladınız çalışmalara?

Repertuvar  oluşturma kısmına, yönetimi devraldıktan sonra başladık. Görevi geç devraldığımız için çalışmalara biraz geç başlamış olduk bizim kendi takvimimize göre. Oyunu sahnelemek konusunda ise Nurkan Erpulat’ın bize önerileri vardı, onların arasından okuyunca en sevdiğimiz Gülünç Karanlık oldu.  Başka şeyler yapmak istiyorduk, birazcık çeşitliliğin artmasını istiyorduk. Farklı türlerde oyunlar oynayıp seyirciye daha çok seçenek sunmak istiyorduk. Gülünç Karanlık’ı özellikle seçmemizin sebebi bunlar. 

Peki bu farklı oyunu ilk izleyenlerin tepkileri nasıl oldu?

İyi yani buranın seyircisi bence yeniliğe karşı çok açık. Yeniye ve yeni olabilecek şeylere karşı. Galiba bunun en büyük örneği de işte buradaki genç topluluğun olması. Haliyle repertuvara da, genç bakışa da o perspektiften bakan insanlar uyumlu ilerliyorlar. Onların da beğendiklerini düşünüyorum, yani bizim duyduğumuz kısım beğendikleri. Onların haricinde bizim duyamadıklarımızın da beğendiklerini varsaymak istiyorum.(Gülüyor)

Gülünç Karanlık aslında yıllardır nasıl barış içinde yaşayamadığımızın bir özeti değil mi?

Sadece onun özeti değil tabii birçok şeyin de özeti. Aslında olayın merkezinde sömürgecilik tarihi var gibi görülüyor, bu Karanlığın Kalbi romanından esinlenilerek yazılıyor oluşu. Haliyle o sömürgecilik tarihi ile başlıyor ama tabii ki beraber yaşayamıyor oluşumuzu da sorguluyor kesinlikle. Hatta birazcık daha ötesine gidip, beraber yaşayamıyor oluşumuzun sebeplerini de ortaya saçıyor. Hiçbir şekilde beraber yaşayamıyor oluşumuzun sebebi budur, demiyor.  Ama ortaya fikirler atıyor, senin de fikir atmanı sağlayacak birçok şey saçıyor ortaya. O yüzden bu sadece biri ama önemli biri “beraber yaşamanın irdelenmesi”, ortaya onun tohumlarının saçılması  ve oradan bir şeyleri seçebilmek. Ama birçok şey daha var tabii..

Alican Yücesoy ©Nazlı Erdemirel

Dünya coğrafyasındaki birçok sorunla ilgili ipucunu göz önüne seriyor…

Kesinlikle. Mesela şöyle enteresan ki; oyun Somalili bir korsanın monoloğu ile başlıyor fakat sonrasında iki Alman askerinin Afganistan’ın yağmur ormanlarında gezdiği başka bir hikaye ile devam ediyor. Aslında bir yandan birbirleri ile çok kopuk coğrafyalar, Wolfram Lotz’un metin yapıları ile oynaması huyundan gelen bir şey bu. Aslında tek bir yeri işaret etmeyip  bütün dünyada yer alan bu tip müdahaleleri iyi bir gösterme şekli.  

Oyunda bir yerden sonra her şey çamura bulanıyor, temsil ettikleri ile önemli bir durum bu,  bir nevi geçmişten bu güne dünyanın sürekli kötülüğe bulanması gibi değil mi?  

Tabii ki birazcık öyle. Hepimizin kirleniyor, hepimizin karanlığa gömülüyor oluşu. Oyun tertemiz başlıyor ve gittikçe kirlenmeye başlıyor her şey. Bu kirlilikle yani sahne tasarımındaki kirlilikle birlikte diyaloglarda da “Ne yapıyoruz biz? Nereye gidiyoruz?” denildikçe, “Karanlığa daha da karanlığa . E nereye kadar gideceğiz? Daha gideceğiz yani gitmeliyiz, devam etmeliyiz. Karanlığa gitmeliyiz” diyen bir adam var mesela. Artık bunun korkutucu bir şey olmadığını, karanlığın olası ve normal bir şey olduğunu, “aydınlandım” der gibi söyleyip, karanlıkla eşdeğer bir hareketi ardından getiren bir hal alıyor. Aslında tam olarak gittikçe kirleniyor, karanlığa gömülüyor oluşu…

Yani insanların bu karanlığı, kötülüğü ya da çamuru biraz daha benimseyip normal hale getirmesi gibi? 

 Evet, bir normalleşme söz konusu. Bunu çok net görüyoruz. İşte ben çocukken de Afrika’da aç çocuklar vardı, ben artık 34 yaşındayım hala Afrika’da aç çocuklar var. Olağan diyoruz artık, “aa bilmem nerede bomba patlamış” diyoruz , falan yerde insanlar ölmüş diyoruz. Artık Afrika’daki aç çocukları konuşmuyoruz çünkü orada öldüklerini biliyoruz hala. “Çok yazık ölüyorlar” diyoruz ama geçiyoruz, gidiyoruz yani.    

Çamur fikri oyunun orijinalinde var mıydı yoksa ekipten birisinin fikri miydi?

Oyunun orijinalinde yoktu, rejisörün kendi tasarıları hep. Dekor tasarımcısı Cem Yılmazer'le Nurkan Erpulat'ın ortak çalışmasından doğan tasarımlar bunlar. 

Bu sene sahnelenen oyunların biraz da bizim toplumumuzu yansıtan konuları öne çıkıyor. Bunu Gülünç Karanlıkta da görmek mümkün, biraz bahseder misiniz bu durumdan? 

Sanatın ya da tiyatronun sorumluluk alanında yer alan şeyler bunlar. Sadece kendi ülkesiyle ilgili bir şey değil, dünyanın o an merkezinde olabilmesi muhtemel olan sıkıntıyı bulup işaret ediyor olması gerekir tiyatroların.  En azından bunu yapıyor olmaları lazım. Birçok oyun oynuyoruz, birçok tiyatroda birçok oyun oynuyor. Ama birazcık buralar kaşınmak durumunda, ne kadar çok tiyatro bunu yaparsa  o kadar farkındalık artacaktır. Bence o zaman tiyatro tam yapmak istediği şeyi yapacak. Asla provokatif bir tiyatrodan bahsetmiyorum ya da o anlamda politik bir tiyatrodan bahsetmiyorum. Bahsettiğim şey gayet objektif, olabildiğince objektif. Sadece tabiatın yanında yer alabilen, oradan baktığında düzenin saçmalığını fark eden ve onu anlatma şekillerini üreten bir topluluğun olması aslında. Biz ona tiyatro diyoruz ama yapması gereken birazcık böyle bir şey. Çok iyi tabii ki bunun artması.

Aynı zamanda BBT’nin genel sanat yönetmenisiniz. BBT’de bu sene son 24 yıla göre daha fazla oyun sergileniyor. Bunu nasıl sağladınız?

Çok çalışarak sağladık. Çok fazla çalıştık hala da çalışamaya devam ediyoruz.  Biten bir sezon algısını sildik kafamızdan. “Sezon şu tarihte bitiyor, şu tarihte başlıyor” diye bir şey yok artık. Bizim için tiyatro var, devam eden şeyler var. Sezonu kapatıyoruz gibi bir durum yok, başladığımız sezon hala devam ediyor. Çalışıyoruz yani sürekli çalışıyoruz. Bu işin severek ve çalışarak aynı zamanda müthiş bir zevk alarak  olabileceğine inanan bir ekip var burada. Mutlu olduğumuz şeyi yapıyoruz, bence mutlu olduğumuz için de daha çok şey yapıyoruz. Sebebi bu olabilir: Bizi daha çok mutlu ettiği için daha çok şey yapıyoruz . 

Okuma alışkanlığının yerini Twitter’da 140 karakterle yazmaya bıraktığı bir toplumda yaşıyoruz. Siz de bu durumdan şikayetçi olan isimlerdensiniz, kitaptan uzaklaşmak özellikle tiyatroları ve tiyatro kitlelerini de etkilemiyor mu?

Hadi geçtim tiyatro ile ilgilenenleri ya da tiyatro seyircisini, herhangi bir insanı da etkileyecek bir şey. “X” kişinin yazdığı bir kitap bizim için çok büyük bir nimet bence. Çok değerli bir şey. Sadece sana ait olan hayal gücünle kurabileceğin milyonlarca hikaye ve olay demek. Kendi kafanda hikaye kurmanın insana başka bir farkındalık ve bir başka naiflik getirdiğini düşünüyorum. Algımızı ortak algılara  çekebildiğini düşünüyorum. Hepimizin ortak algısının olması imkansız bir şey ama okuyan toplumlarda bunun olduğunu görebiliriz,  tepkileri aşağı yukarı benzerdir. Bu önemli bir şeydir, beraber hareket etme ruhunu geliştirir ve iyi bakarsanız zaten az okuyan toplumlarda beraber hareket etme  diye bir şey yoktur. Bu, haksızlığa karşı da haklılığa karşı da beraber hareket etmemeyi getirir. Buna cehalet diyoruz artık ama bu cehaletten daha kötü bir şey aslında. O yüzden keşke okusak tabii. Bir ödev olarak okuyalım demiyorum, o çok kötü bir şey. “Okuyun!” falan değil, kendiniz için okuyun. İnsanlar kendileri için okumalılar, kendilerine çok şey katar.  

Alican Yücesoy ©Nazlı Erdemirel

Toplumsal olayların olduğu süreçlerde, günlük yaşam olağan haliyle devam ederken tiyatrolarda oyunlar duruyor ya da erteleniyor. Bu durumla ilgili ne düşünüyorsunuz? 

Biz durdurmadık oyunlarımızı. Bu sezon hiçbir olayda oyun durdurmadık, oyunlarımıza devam ettik. Bunu da üstüne basa basa söyledik “biz durdurmayacağız, durdurmuyoruz, inadına durdurmuyoruz!” asla da durdurmayacağız! Ama durdurabiliriz, durdurmak için şartlarımız var. Mesela barış için her şeyi durduralım. Barış hepimizin ortak isteği değil mi? Dünyada barış olsun… Önerim şudur: Her şeyi durduralım iki gün, üç gün ama her şeyi.  Elektrik idaresi de dursun, İGDAŞ da dursun, İETT otobüsleri de dursun, berber saç kesmeyi bıraksın, manav o gün açmasın, market o gün olmasın, benzin istasyonları dursun, bakanlar o gün meclise gitmesin-belki de gitmiyorlardır bilmiyorum- yani bu tip şeylerin hepsi dursun, zaten o zaman tiyatrolar da dursun. Hepimiz toplu eylem yapalım. Diyelim ki “biz barış istiyoruz!” önce ülke olarak istiyoruz, belki dünyaya yayılır durmak. Durunca belki her şeyin o kadar da büyük olmadığını görürüz. O zaman durmaya varız.  Onun dışında tiyatromuzu kapatmadık, kapatmayacağız. Çünkü ibadethaneler gibidir tiyatrolar, beraber olabildiğimiz çok özel alanlardır ve iyi bir terapidir tiyatro. Savaş halinde bile olsan iyi bir terapidir.  

Son olarak okurlarımıza ne söylemek istersiniz?

Okuyun okurlar! (Gülüyor) 

0
13238
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage