Bu yıl Sundance Film Festivali’nde Dünya Sineması Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan ilk ve tek yerli yapım Kelebekler, 30 Mart 2018’de Türkiye’de gösterime giriyor. Tolga Karaçelik’in yönetmen koltuğunda olduğu Kelebekler, tepesinin tası atmış, kafası fazlaca karışmış ve bireyselleşmiş ya da yalnızlaşmış ülke insanının tercümanı gibi.
Gişe Memuru ve Sarmaşık filmleri ile ulusal ve uluslararası alanda büyük başarılar elde etmiş olan Tolga Karaçelik, senaryosunu yazıp yönettiği son filmi Kelebekler ile başarı grafiğini oldukça yukarıya taşıyor. Dünya ve Avrupa prömiyerlerinin ardından sinemaseverlerin yoğun ilgisi ve büyük beğenisiyle karşılanan filmin oyuncu kadrosunda Bartu Küçükçağlayan, Tuğçe Altuğ, Tolga Tekin, Serkan Keskin, Hakan Karsak, Ezgi Mola ve Ercan Kesal yer alıyor.
Kelebekler filmi, 30 yıl ayrı kaldıktan sonra, babalarının üç çocuğunu Hasanlar Köyü’ndeki evlerine geri çağırmasıyla başlıyor. Nedenini bilmedikleri bu çağrı ile en büyükleri olan Cemal (Tolga Tekin); Kenan (Bartu Küçükçağlayan) ve Suzan’ı (Tuğçe Altuğ) alıp bu garip köye doğru yola çıkarıyor. Yıllardır bir araya gelmeyen ve birbirini çok az tanıyan üç kardeş Hasanlar’a vardıklarında babalarının öldüğünü öğreniyorlar ve babaları, vasiyetinde köyün acayipliklerinden biri olan kelebeklerin gelişinde gömülmeyi istiyor. Üç kardeş, köyde geçirdikleri zaman süresinde yaşadıkları enteresan olaylar karşısında hem birbirlerinin hem kendilerinin hem de babalarının kim olduğunu anlamaya çalıştıkları bir sürece giriyorlar.
Cemal, Kenan ve Suzan aslında hayatlarının kırılma noktalarında olan üç kardeş olarak karşımıza çıkıyor. En büyükleri Cemal, astronot olarak uzun zamandır Almanya’da yaşıyor ve filmin açılışında da zaten uzaya bir türlü gönderilemeyen bir astronot olarak eylem yaptığı görülüyor. “Madem uzaya gönderilmeyecektik neden bizi zor koşullara uygun olarak eğittiniz” gibi veryansınlarda bulunan Cemal’in sözleriyle oldukça absürt bir açılışla karşılıyor bizi film. Dolayısıyla daha ilk dakikalarında seyirciyi içine almayı başarıyor ve devam edecek sahnelerle ilgili kendi dili hakkında bizi baştan bilgilendirmiş oluyor. Oyuncu olan Kenan ise hayattan bezdiği bir dublaj işi sırasında bize tanıtılıyor. Neredeyse hemen her oyuncunun yaşadığı tuhaflıklarla birlikte tüm klişe varoluş krizlerini de abartısız bir biçimde aktararak dozunda bir mizah yakalıyor. Bu abartısız bakış, Kenan’ın ev hayatının da allanıp pullanmadan verilmesiyle hem karakteri hem de sahneyi destekliyor. Böylece zaten hâlihazırda komik olan bir durumu tüm gerçekliğiyle ve abartısız bir biçimde aktardığı için oldukça gülünç sahneler oluşturuyor. En küçük kardeşleri Suzan ise zengin ve kendisini pek anlamayan kocasından (Tolga Karaçelik) bıkmış bir kreş öğretmeni. Onu da kreşte bir şey isteyen küçük bir çocuğun bağırtısı karşısında tükenmiş ve bitmiş bir vaziyette tanıyoruz, hemen ardından özel hayatında da çileden çıkmış olarak görüyoruz. Bu kırılma noktalarıyla birlikte uzun yıllar görüşmeyen kardeşler bir araya geliyor. Bu karakter serimleriyle bir araya geliş, yönetmenin çok yerinde ve dozunda tercihleriyle seyirciyi hem doyuruyor hem de yeterli ön bilginin aktarımını sağlıyor. Dolayısıyla kardeşlerin Hasanlar Köyü’ne gittikleri ve gidene kadar ki süreçte yaşadıkları şeylere verdikleri tepkilerle kolayca özdeşlik kurup, mizahı yakalayabilmemiz olanaklı bir hâle geliyor.
Kelebekler, tepesinin tası atmış, kafası fazlaca karışmış ve bireyselleşmiş ya da yalnızlaşmış ülke insanının tercümanı gibi. Mutsuzluklarımızın özünde bencilliklerimizin olduğunu da eğlenceli bir dille sunuyor. Öte yandan kavram karmaşası içinde, batıl olanla sorgulananın çatışmasını da aktarıyor bize. Köy yerindeki imamın (Hakan Karsak) bir anda uzay bilimlerine kafayı takıp tanrısal olanı bilimsel bir sorgulamaya sokması ve köydeki cemaatin tahammülünü zorlaması absürt olmasının yanında yaşadığımız coğrafyanın kafa karışıklığını ifade etmek adına da çok yerinde. Filmdeki absürt unsurlar ilginç bir biçimde nedenselliklerle veriliyor. Dolayısıyla durumların absürt olup olmayacağını bir an durup seyirci olarak sorgulayabiliyoruz. Köydeki tavuklar patlıyor ama mistik, dinsel veya sırf absürt olsun diye değil neredeyse “acaba gerçekten olabilir mi?” diye sorabileceğimiz nedenselliklerle patlıyorlar. Film zaten açılışında dili hakkında hızlı bir tanıtım yaptığı için bu gibi durumları anlamlandırmak konusunda bir zorlama yaşatmıyor. Ve hatta bu absürt anlara takılmadan hem güldürüyor hem de toplumsal gerçeklikle ilişkilendirilip, çok yönlü çağrışımlarla düşündürüyor.
Kelebekler aslında bir yol, yolculuk ve yaralarını sarmaya çalışan üç insanın durum komedisi olarak düşünülebilir. Her üç ana karakter de spesifik duruşlarını tutarlı bir biçimde sergiliyor. Üç kardeşin de dinlediği müzikler, hayata bakışları, biyolojik ritimleri ve yaşamı ele alış biçimleri taban tabana farklı. Filmde gizemli bir anlamı olabileceğini düşündüğümüz tüm karşılaşmaların aslında hiçbir anlamı yok. Ancak bu saçma karşılaşmalar bu üç kardeşi bir araya getirip günün sonunda aynı şarkıda omuz omuza dans etmelerini sağlıyor. Tercih edilmeyen bir yolculuk onları bambaşka bir noktaya ve kendileriyle yüzleşmeye davet ediyor. Elbette bu değişim dönüşümler Hollywoodvari bir tutarsız dönüşümden ziyade karakterlerin farkındalıklarının artmasıyla son buluyor. Kimse yine kendinden vazgeçmiyor ancak kendine yakışan bir sonla bizlere göz kırpıyor.
Kelebekler, Kültür Bakanlığı desteği almadan, kendi çabalarıyla bu coğrafyadan çıkan samimi bir bağımsız film. Özellikle son dönem Türkiye sinemasında giderek ivme kazanan alternatif bakışlara bir yenisini ekliyor. Tolga Karaçelik, daha önceki filmlerinde, örneğin Sarmaşık’ta kullandığı sarmaşık ve salyangoz metaforlarını bu filminde de aynı sinematografik efektle, kelebeklerle yaratmış. Dolayısıyla Gişe Memuru’ndaki gibi hayal ile gerçek sahnelerin de izleri Kelebekler’de görülebiliyor. Bu bakışla Karaçelik’in kendine has bir sinema dili yaratmak konusunda tutarlı bir çaba içinde olduğu gözlemleniyor. Oyunculuk yönetimi açısından da yönetmenin hassas bir yol izlediğini düşünebiliyoruz. Sarmaşık’taki göz dolduran ve samimi oyunculuklara Kelebekler’de de rastlıyoruz. Oyuncuların ısmarlama bir yönelişte olmadığı görülürken yer yer kopuk anlar da göze çarpabiliyor. Ancak filmin genel anlatısındaki samimiliğin yanında göze batmayan unsurlar olarak kalabiliyor. Andaç Şahan’ın görüntü yönetmeni olarak iyi bir sinematografi yaratmak konusundaki çabası da anlaşılıyor filmde. Her şekilde Kelebekler’in, bu yılki yerli filmler arasında fazlasıyla öne çıkan, mizah anlayışıyla da özgün bir yapı oluşturan bir film olduğu için kaçırılmaması gerektiğini düşünüyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=5haJDNWiqUY