Bir yeni yıl ve Noel klasiğidir Fındıkkıran Balesi. Bu muhteşem baleyi tutup geçmişten günümüze taşıyan modern bir yorumla izlemeye ne dersiniz? İşte neo-klasik bir yorumla bambaşka bir Fındıkkıran...
Hem izleyicilerin hem de sanatçıların gözdesidir Fındıkkıran Balesi, hem de tüm dünyada yılbaşı ruhunu ve heyecanını yansıtmanın da geleneğidir. Bu yüzden tüm dünyada yılbaşı zamanı büyük-küçük binlerce sahnede Fındıkkıran sahnelenir. Bunlardan biri de Süreyya Operası Sahnesi’nde bu sene bambaşka bir yorumla neo-klasik bir tarzla temsil ediliyor.
Eserin koreografı Uğur Seyrek tüm çalışmalarına hayat görüşünü katan, ana tema olarak aşk, nefret, hayal kırıklıkları ya da kadına şiddeti işleyen bir sanatçı. Üç sene süren bir ön çalışmayla Fındıkkıran’ı yeniden yorumladığını söylüyor. Merak ediyorum, acaba bildiğimiz Fındıkkıran, aşk, nefret, hayal kırıklığı ve kadına şiddet ile nasıl yorumlanmış? Rus besteci Pyotr İlyiç Chaykovski’nin ünlü bale eserlerinden Fındıkkıran’ın hikayesi normalde küçük kız Clara’nın ailesinin evindeki yılbaşı partisiyle başlar. Amca/vaftiz baba Drosselmeyer de bu partiye gelir ve çocuklar için bir sürü hediye getirir. Oyuncaklar arasında en güzeli Clara’ya hediye edilen Fındıkkıran’dır. Clara’nın küçük kardeşi Fitz bu oyuncağı kıskanıp kırar fakat Drosselmeyer tamir eder. Parti sonrası tüm aile uyumaya gider ancak Clara’nın aklında Fındıkkıran vardır. Gece kalkıp salondaki büyük yılbaşı ağacının altına gelir ve sıkı sıkı sarıldığı Fındıkkıranıyla uykuya dalar. Gece yarısı fare sesleriyle uyanan Clara odanın farelerle dolu olduğunu görür ama bir türlü kaçamaz. O sırada canlanan Fındıkkıran ile diğer oyuncaklar, odadaki Fareler Kralı ve öteki farelerle savaşmaya başlar. Fındıkkıran savaşta ölür. Clara fırlattığı terliğiyle Fareler Kralı’nı öldürür ve diğer fareler de kaçarlar. Clara’nın ölen Fındıkkıran için döktüğü gözyaşları onu canlandırır ve Fındıkkıran bir prense dönüşür. Prensin Clara’yı kendi vatanı Karlar Ülkesi’ne götürmesiyle hayal alemine geçilir. Burada Karlar Ülkesi’nde kar tanelerinin dansları, oradan Şekerleme Ülkesi’ne yaptıkları seyahat, Şeker Perisi’nin misafirperverliğindeki İspanyol, Arap, Rus, Çin, Mirliton dansları ve Çiçeklerin Dansı ile doruğa ulaşan bu bale, Clara’nın uyanıp kollarındaki Fındıkkıran ile kendini yılbaşı ağacının altında bulmasıyla sonlanır.
Uğur Seyrek’in Fındıkkıran yorumunda ise sahne eski bir balerinin evinde açılıyor. Dekorunu İsmail Dede’nin yaptığı sahnede koltukta oturmuş eski fotoğraflarla geçmişi anmakta olan yaşlı kadın, fotoğraflara baktıkça hayallere dalıyor ve anıları tarafından sahnelere geri döndürülüyor. Eski kostümlerinden Fındıkkıran Balesi’nde giydiği kostümü seçen kadın, kıyafeti giyip sahneye geliyor ve Clara olarak yeniden Drosselmeyer’in hediye ettiği Fındıkkıran ile karşılaştığı anda buluyor kendisini. Clara, Fındıkkıran (Fındık Prens) ile bakışıp ona kavuşacağı anı bekliyor ve Drosselmeyer’in izniyle Fındık Prens fanustan çıkıyor. Birbirlerine bağlılık sözü veren Clara ve Fındık Prens, birden ortaya çıkan Fareler Kralı ile mücadeleye başlıyor. Clara’ya aşık olan Fare Kralı, Prens’i etkisiz hale getirip diğer farelerle birlikte Clara’yı tehdit ve taciz ediyor. Sonrasında Drosselmeyer, Prens, kurşun askerler ve Clara’nın büyük mücadelesiyle Fareler Kralı silah ile öldürülüyor, diğer fareler de uzaklaştırılıyor. Nihayet Prens ve Clara’nın birbirlerine olan aşklarını ifade ettikleri muhteşem dansları başlıyor. İkinci perdede kadının günlerini geçirdiği yeri simgeleyen koltuğa Clara oturuyor, Prens ve Drosselmeyer’ın koltuğu çevirmesiyle kadın başka bir ülkede buluyor kendini. Fındık Prens ve Clara kendilerine sunulan İspanyol, Hint, Rus, Çin ve Fransız danslarını izliyorlar. Sonrasında aşıklar tekrar baş başa kalıyor, birbirleriyle dans ediyorlar. Prensi öptükten sonra koltuğa oturan Clara, tekrar yaşlı kadın oluyor ve fotoğrafları karıştırıyor.
Biraz Kulise Geçelim...
Fındıkkıran’ın bambaşka bir yorumla bizi beklediği açık. Eserin dansçıları Clara rolündeki İlke Kodal, Fındıkkıran ve Fındık Prens rolündeki Deniz Özaydın, Drosselmeyer rolündeki Mehmet Nuri Arkan, Fareler Kralı rolündeki Egemen Kement ve tüm diğer dansçılar nasıl bir hazırlık içinde? Eserin temsili için nasıl hazırlanmışlar, Fındıkkıran’ın neo-klasik yorumu için ne düşünüyorlar? Aklımda bu ve başka sorularla birlikte kulise geçiyorum...
Kulise girmek ve hazırlıkları görmek için arka tarafa geçer geçmez koşturan minik balerinlerle karşılaşıyorum. Sahneye çıkmak için henüz bir saatleri var ama onlar çoktan hazırlar. Makyajları, saçları ve elbiseleriyle minik birer kelebekten farksızlar. Hemen heyecanlı olup olmadıklarını öğreniyorum. Çocuklar daha heyecanlıdır diye düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Söylenene göre bu küçük dansçılar tahminlerin aksine sahnede asla heyecanlanmıyorlar. Temsil öncesi hayatlarında tam bir disiplin hakim. Yediklerine içtiklerine, uykularına çok dikkat ediyorlar. Toplu bir fotoğraflarını çekmek istediğimizde ortamda olmayan arkadaşlarını hep birlikte arayarak bulup getiren bu minik balerinlerin disiplinlerine hayran oluyorum.
Roberto Gianola’nın yönetmenliğini yaptığı orkestradan hazırlık yapan müzisyenlerin sesleri kulağa geliyor. Bir yanda kendi makyajlarını yapan baletler, saçlarını yaptıran balerinler, Serdar Başbuğ’un yarattığı kostümlerdeki son rötuşları yapan terziler diğer yanda saç ve makyajları bitmiş az sonraki temsil için ısınma hareketleri yapanlar… Kulise girip de hazırlık telaşındakilerin heyecanına kapılmamak mümkün değil.
Fındıkkıran ve Prens rolündeki Deniz Özaydın’a daha önce Fındıkkıran’da oynayıp oynamadığını soruyorum. Oynamış fakat ilk kez Fındıkkıran ve Fındık Prens rolünde sahneye çıkacakmış. “Bu Uğur Seyrek’in bana verdiği en büyük rol, bu beni heyecanlandırmaya yetti” diyor Deniz Özaydın. Karakteri için nasıl hazırlandığını soruyorum, fakat kendisi hazırlık için özel totemi olanlardan değil. Sabah kalkınca aklında Fındıkkıran ile uyanmış, sonrasındaysa rutin kahvaltısını da yapmış, kahvesini de içmiş.
Deniz Özaydın Fındıkkıran’da en çok Clara ile Fındık Prens’in büyük dansını sevdiğini söylüyor. “Dans ederken sahnedeki iki kişinin kendini her şeyden soyutlaması, müziğe teslim olarak müziğin hissettirdiğini seyirciye aktarmaya çalışması çok güzel” diyor ve oyunda kendisini en çok etkileyen sahneyi de anlatıyor: “En çok Fareler Kralı ile Clara’nın ilk buluştuğu andan etkileniyorum. Prens ile dans ettiğini sanan Clara, hayranı Fareler Kralı ile dans ettiğini fark ediyor ve ondan kaçmaya çalışıyor. O bölümdeki anlatım ve müziği çok güçlü buluyorum.”
Clara rolündeki bale sanatçısı İlke Kodal, eser sahnelenmeden önce kendisini kampa alanlardan. “Yoğun geçen çalışma sürecinde her zamankinden çok protein destekli besleniyorum” diyen İlke Kodal, temsilde hiçbir şey yapmıyormuş ve hiçbir zorluk çekmiyormuş gibi dans edebilmek için tüm konsantrasyonunu esere verdiğini söylüyor.
Deniz Özaydın için bu kadar etkileyici olan sahneler İlke Kodal için neler hissettiriyor acaba diye düşünüyorum. “Fareler Kralı, Clara’ya aşkını ilan etse de Clara, Fındık Prens’e aşık. Bu sahnedeki şiddet beni oldukça yıpratıyor. Hatta prova temsilde yüksek sesle haykırdığım oldu” diyor İlke Kodal ve ekliyor: “Bu sahne en sevdiklerimden…”
Uğur Seyrek: “Hikayeyi Günümüze Taşıyorum”
Peki neden Uğur Seyrek’in kadına şiddeti özellikle işlemek istemesinin sebebi ne? Eserlerinde hep kadına şiddeti işlediğini söyleyen Uğur Seyrek’e göre, Fındıkkıran’ın prömiyerinin yapıldığı 1891-1892 yıllarındaki dünyayla şu anki dünya bambaşka. “O zamanki hikayeyi günümüze taşıyorum ama zamana uygun biçimde değiştiriyorum. Gördüğümü yansıtmak zorundayım. Bunu görüyorum, bunu yaşıyorum” diyor. Kadına şiddetin biraz fazla göze sokulduğunu düşünüyorsanız eğer Uğur Seyrek’in bu konuyla ilgili cevabı hazır: “Orijinaline bakarsak, orada da Fareler Kralı’nın kafası kılıçla kesiliyor.”
Fareler Kralı karakterini canlandıran balet Egemen Kement, daha önce Fındıkkıran Balesi’nde dans etmiş fakat bu sefer Uğur Seyrek’in neo-klasik yorumuyla Fare Kral rolünde masalın içinde dahil olmak onun için daha özel: “Değişik yorumlar, farklı fikirler her zaman dansçıyı geliştirir ve ufkunu açar. Koreografın bana verdiği direktiflerle bedenen ve ruhen Fareler Kralı’nı çıkardım.”
Fareler Kralı, şiddetin seyirciye aktarılmasında en büyük role sahip karakter. Uğur Seyrek’in eserlerinde çoğunlukla kadına şiddeti işlemesini, onun duyarlı sanatçı kişiliğine bağlıyor: “Ülkemizde kadına şiddet büyük bir problem. Fareler Kralı tutku, kıskançlık ve nefretin hakim olduğu bir karakter. Ben de bu duygularla meşgulüm temsillerde.” Konsantrasyonu müthiş yüksek bir sanatçı olduğu su götürmez. Fare Kralı temsil eden duygularla tüyleriniz diken diken oluyor.
Oyun boyunca bütün sihri ortaya çıkan ve yöneten karakter Drosselmeyer’e hayat veren Mehmet Nuri Arkan, enerjisini daha sahneye çıkmadan hissedebileceğiniz bir sanatçı. Temsil öncesi her şeyi geride bırakarak sahneye çıktığını söylüyor. “Sahneye girdin mi sıfır olacaksın. Bütün dertlerden bütün egolardan arınmış olunmalı sahnede, çünkü seyirci en ufak şeyi bile gözden kaçırmıyor” diyen Mehmet Nuri Arkan’a göre Drosselmeyer’in tüm sihrin kaynağı olduğunu seyirciye aktarabilirse, işte o zaman Fındıkkıran’ın ruhu seyirciye ulaşıyor. Temsil sonrası seyirciyi selamlarken en fazla alkışlanan kişinin Mehmet Nuri Arkan olduğunu göz önüne alırsak, Fındıkkıran ruhunu aktarmada ne kadar başarılı olduğunu ve bütün salonu kendine hayran bıraktığını söylemek yanlış olmaz.
Mehmet Nuri Arkan’a temsillere nasıl hazırlandığını sorduğumda aslında tembel bir dansçı olduğunu söylüyor. “Ama hoca temsil var dediği anda kendimi disipline ederim. Yulaf ezmesi, ve yumurtayı eksik etmem, protein ağırlıklı beslenirim. Hiçbir şeyi şansa bırakmam, bırakırsan sahnede nefes nefese kalırsın ve akşam da yastığa kafanı rahat koyamazsın. Opera ya da tiyatro gibi değil ki bizim ömrümüz kısa” diyen Arkan’a göre bale sanatçıları için zamanın kısaldığını düşünmek de bir başka süreç yaşatıyor. Genç yaşlarda tekniğin ön planda olduğunu, ne kadar dönüp ne kadar zıplanacağının hesabının yapıldığını ama 30’undan sonra dans etmenin keyfine varıldığını söyleyen Arkan, “Zamanın kısaldığını düşünüyorsun ama her bir hareketin ders oluğunu fark ediyorsun. Ne kadar zıpladığın değil, karakterin ve işin ruhunun esas olduğunu anlıyorsun” diyerek o zaman dans etmenin keyfine varıldığını anlatıyor.
Bale söz konusu olur da Atatürk Kültür Merkezi (AKM) anılmaz mı? Dünya standartlarında muhteşem bir sahneyi şu an kullanamıyor olmak konuştuğum tüm bale sanatçılarını üzen bir durum. AKM’deki ışıklar, dekorlar, kostümler, koreografiler hatta kokular ve tozlar bile bir başka anlamlı herkes için. Dünyanın sayılı sahnelerinden birinde dans edip de o muhteşemliği kaybetmiş olmak herkes için can acıtıcı fakat meslek aşkıyla ellerinden gelenin en iyisini yapmaya şartlanmış durumdalar. En küçük sahnede bile tutkuyla perdelerini açacaklarını söylüyorlar.
Neo-klasik bir yorumla modern bir Fındıkkıran izlemek isterseniz, Süreyya Operası Sahnesi’ndeki bu temsili kaçırmayın derim.
6 Ocak 2016, Saat: 20.00
7 Ocak 2016, Saat: 20.00
9 Ocak 2016, Saat: 16.00
12 Ocak 2016, Saat: 20.00