Son olarak İsmin Uzayda Kayboldu teklisiyle dinleyici karşısına çıkan son dönem yerli müziğin özgün ismi Nihil Piraye’nin üyelerinden Berk Sivrikaya (vokal) ve Yağız Nevzat İpek (vurmalılar) ile müziğin üretim aşaması, klipleri ve yaratıcılığı konuştuk.
Adını hiçliğin feminen ifadesinden alan Nihil Piraye grubu son dönem yerli müziğin öne çıkan özgün şarkılarını üretiyor. Klipleri ve şarkı sözleriyle ayrı bir çizgide duran grup yedi kişiden oluşan kalabalık bir kadroyla üretimlerini gerçekleştiriyor.
Kendi yaptığınız müzik türünü ‘’Serbest Rock’’ olarak tanımlıyorsunuz, bu serbestlikten nasıl bir anlam çıkarmalıyız?
Berk Sivrikaya: İnsanların “Nihil Piraye hangi janrda müzik yapıyor?” sorusuna ne cevap vereceğimizi bilmiyoruz. Ne desek o janra uymayacak aslında. Biz müzisyen olarak şu janra müzik yapacağız deyip üretmiyoruz. Yani aslında bunun cevabını vermek bizim işimiz değil, daha çok dinleyenin işi. Ve rock türüne ait bir tarafımız da kalmadı diye düşünüyorum. Yani bu “Serbest Rock’’ tanımı çok spontane üretildi diyebilirim, özenle seçilmiş, sabit bir tanım olmadı bizim için.
Bir sanat eserinin üretim aşamasında, üretimin çağrışımlara dayanması mı yoksa planlı ve tasarlanmış bir düşünce ile hareket etmek mi gerekir? Siz şarkılarınızın üretim aşamasında nasıl davranıyorsunuz?
Berk: Aslında ikisinin bir karışımı. Ben bir fikirle gidiyorum ve bazen o fikir pek çok ögeyi halihazırda şablon olarak barındıran bir şey oluyor. Sonrasında grupça bu fikri benimsiyoruz ve ortaya hızlı bir şekilde bir şarkı çıkmış oluyor. Dolayısıyla o sunulmaya yakın bir şekilde hazır oluyor. Fakat bazen de kabataslak yola çıkıp, grupla beraber ne olması gerektiğinden ziyade ne olmaması gerektiğinden yola çıkarak ilerliyoruz. Ama genel süreçten bahsedecek olursam üç aşamalı ilerliyor: İlk aşama kabataslağın üretimi, ikinci aşama aranjenin grup içinde bitirilmesi ve son aşama prodüksiyon aşaması, yani bu aşamada da epey şey değişmiş oluyor.
Ama bazen diyorum ki müzik konusunda, hayat konusunda daha fazla “pislik”, daha punk olabilseydim. Çok bilmeden, sırf yaptığım için üretmek ve yaşamak... Aslında o değil midir yaratıcılık zaten? Çünkü müzik bilgiyle yapılmıyor aslında, keşke her defasında enstrümanı ilk kez elimize alıyormuş gibi müzik yapabilsek, refleksif bir müzikaliteden öte gerçek hissiyatını yakalayabilsek.
Sahnede mi kendinizi daha üretken hissediyorsunuz yoksa stüdyoda mı?
Berk: Şahsen prodüksiyonda daha üretken hissediyorum. Ürettiğimi fışkırtma yeri olarak geliyor bu aşama bana.
Yağız Nevzat İpek: Nihil’in müziğe yaklaşımı prodüksiyon aşamasındaki müdahelelerden de belli oluyor aslında. Dolayısıyla canlı olarak çaldığımızla stüdyo kaydı arasında belirgin farklar oluyor tabii ki. Bu iki farklı mekân birbirine müzikal anlamda ne kadar benzerse ben o kadar üretken hissediyorum aslında.
Müziğinizde çocuksu ezgilerin eşliğinde her şeyi oluruna bırakmış bir atmosfer hakim. Bu özellikle tercih ettiğiniz bir şey mi?
Berk: Bunu hissetmiş olmandan etkilendim. Aslında her şarkının sözünü yazarken, çocukluğa dair bir özlem vardı, bu durum hep vardır bende. Şarkılarda net olarak bundan bahsetmiyoruz fakat bunun böyle hissedilmesine sevindim.
Yağız: Şarkıların melodilerini ve sözlerini Berk yazıyor. Sonra hep beraber daha odaklı bir şekilde şarkıyı büyütmeye çalışıyoruz. Yani şarkının yazım aşamasında Berk dışında biri olmamasına rağmen ruh anlamında şarkıyı paylaşmış oluyoruz ve aslında tekrar tekrar yazılan bir şarkı oluyor bu.
Berk: Bir yandan da çocuk ilkeldir. Öğreti yoktur, tabu yoktur. Dolayısıyla çocuk özgündür. O nedenle içinde çocukluğu barındıran bir şeyin müzik dolayısıyla hissedilmesi beni gerçekten sevindirdi.
Kliplerinizde daha çok minimal bir estetik hissediliyor. Boşluğun yoğun olduğu ve anlam olarak karışık olmayan görüntülerin eşliğinde şarkılarınızıdinliyoruz. Grubun şarkılarla yapmak istediği de bu mudur?
Berk: Ben kişisel olarak müzik dinlemenin herhangi bir eyleme eşlik etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Tabii ki günlük alışkanlıklar ve zaman sorunu nedeniyle mecburi olarak eylemlerimize eşlik eden/eylemlerimizle eş zamanlı gerçekleşen bir müzik dinleme deneyimi gerçekleştirmek zorunda kalıyoruz. Fakat bence müzik dinliyorsan sadece müzik dinliyorsundur. Mesela konserde böyledir ve müzisyenin olayı performanstır aslında. Müziğimizin dinleyicinin eylemlerini gerçekleştirirken bir fon olarak duyulmasını-bunu, izlemediğimiz halde sürekli açık duran televizyon olarak düşünebiliriz-istemediğim için görsel ve işitsel olarak bir süre de olsa şarkıya kilitleyebilecek, diğer duyuları kapatabilecek ve şarkıyla paralel/şarkıyı destekleyen, dikkat dağıtmayacak görseller eşliğinde düzenlenecek bir klip serisi düşündük ve sonra klibin yönetmeni Tunahan Emre Bilgin ile çalışmaya başladık.
Yağız: Klibin yönetmeni ve aynı zamanda arkadaşımız olan Tunahan, şarkıların üretim aşamasının her anında bizim yanımızda olduğu için sürece çok hakim ve şarkının genel estetiğini çok iyi kavrayabiliyor. Bu sebeple klipler bu kadar renkli ve şarkıyla mükemmel bir uyum içinde ilerliyor.
https://www.youtube.com/watch?v=-8mGidYD_Uc
Bu kalabalık grubun kuruluş öyküsü nedir? O günden bugüne neler değişti Nihil Piraye’de?
Berk: Zafer Sernikli (klavyeci) ile biz ortaokul arkadaşıyız. O zamandan beri her hafta stüdyoya gireriz. Zamanla liseden Alp Alptekin (gitarist) katıldı. Bir ara Nilipek geldi bizde bas çaldı. Yine liseden arkadaşımız Ozan Çirkinoğlu (davulcu) katıldı ve 2011 gibi Nihil Piraye ismiyle ilerlemeye karar verdik. Dört kişi Sanduka albümünü kaydettik. Sonra Erentuğ Turan (üflemeli ve tuşlular) katıldı. Ama bu albüm bizi tatmin etmedi. Başka ses arayışlarına girdik, elektronik ögeler olsun, elektronik davullar olsun derken Yağız Nevzat İpek (vurmalılar) ve Emre Dereli (bas) gruba dahil oldu ve böyle yedi kişilik kocaman bir ekip olduk.
Müzik eğitimi aldınız mı?
Berk: Zafer Sernikli ilköğretim çağında konservatuar kursiyeriydi. Ben çok cüzi bir piyano ve armoni eğitimi aldım. SAE Enstitüsü’ne gittim ama bu prodüksiyon odaklı bir eğitim. Erentuğ Turan Güzel Sanatlar’da flüt okudu. Emre Dereli de alaylı.
Yağız: Ben, sevdiğim ve takip ettiğim Atilla Atalay, Ediz Hafızoğlu, Ferit Odman, Dave Allen gibi müzisyenler ile çalışma fırsatı buldum; ayrıca Modern Müzik Akademisi ve Bahçeşehir Üniversitesi sertifikalı Caz Bölümü’nde eğitim aldım. Tam alaylı da, tam okullu da sayılmam, arada diyelim.
Tüm sanat dallarını kapsayacak olursak kimlerden etkilenirsiniz?
Yağız: Bir röportajda bunu şöyle cevaplamıştık: “ThomYorke, Descartes, Taner Yücel ve Berk’in anneannesi”.
Berk: Ben ilk şarkımı anneanneme yazmıştım, sene 2004. Şarkılardaki çocuksu havanın kaynağı olarak anneannemi gösterebilirim kesinlikle. Etkilenme anlamında söyleyeceklerim ise daha çok sinema sanatından olacaktır. Diyaloglarını özellikle notlar alarak izlerim. Mike Leigh’in Naked’ı, Gaspar Noé’nin Enter The Void, Fellini’nin 8½’u ve Tarkovksy’nin bazı filmlerinden replikleri not alıp bunları şarkılarda ilham olarak kullandığım olmuştur, defterimde hâlâ durur. Bir de Vampirle Görüşme filmi beni çok etkilemiştir.
Yağız: Nedense benim etkilenme anlamında ilk aklıma gelen Jarmush’un Only Lovers Left Alive filmi oluyor.
Sizin de içinde bulunduğunuz son dönem yerli alternatif müzikten kimleri takip ediyorsunuz?
Berk: Jakuzi; ki gruptaki Taner ev arkadaşımız. Palmiyeler var. El Topo, Gaye Su Akyol, Bubituzak, Tavana Basma, Korhan Futacı...
Yağız: Berk'in söylediklerine ek olarak Selim Saraçoğlu.
Müzik dışında hangi sanat dallarıyla ilgileniyorsunuz?
Berk: Benim başarısız şiir denemelerim vardır yayımlanan.
Müzisyen ile dinleyici arasındaki ilişki sizin için ne anlam ifade ediyor, bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Berk: İnsanlara bir şey beğendirme amacıyla yaptığın zaman, izleyeceğin melodiler bambaşka, istatistiksel bir şey. Kafandaki bir şeyi birilerine aktarmak ise bambaşka bir şey. Ben aslında dinleyiciyi çok düşünmem örneğin. Yedi kişi bir şey üretiyoruz, bir ürün haline geliyor ve o ürün senden çıkıyor, senden bağımsız oluyor. Sonra ürün ile dinleyici arasında bir kanal oluşuyor ve artık bu kanal kendi kendine yol alıyor. Bence sanatsal üretim dediğimiz şey ve onun etkisi anlara ve kişiye bağlı bir şey. Bugün beğendiğinizi yarın beğenmeyebilirsiniz veya tam tersi.
Yağız: İnsanlığın çok fazla tektipleştiğinin kanıtı oluyor müzik beğenisi. Örneğin benim için özel olan bir şarkıyı birine dinlettiğimde ve o kişi şarkıyı sevmediğinde hoşuma gidiyor, bu aidiyet hissini kendim için yararlı buluyorum. Dinleyici ile temasta da bu aidiyet hissini yakalatmaya çalışmaya gayret ederim.
Berk: Beğeni tanımı artık kafalarda Facebook gibi çalışmaya başladı. Fakat tek bir şeyi tanımlamıyor ki bu kavram. İnsan içinde olduğu topluluğun üyelerini o kadar kendiyle aynı zannediyor ki, “aynı şey olmalıyız” diye düşünüyor. Aynı dilden konuşmalıyız, sen bana benzemelisin, ben de sana benzemeliyim dürtüsü zannedildiği gibi kişiyi “seçkin” değil,“eşantiyon” yapıyor. Beğeni konusunda bence olabildiğince ayrı düşmeliyiz.
Son olarak gelecekteki projelerinizi öğrenebilir miyiz? Konser rotanızda nereler var?
Berk: Değildir tekli serisine ait iki şarkı daha yayımlayacağız. Sonrasında her ne kadar kesin olmasa da bir albüm daha düşünüyoruz. Konser rotasında ise 13 Nisan’da XJAZZ Festival İstanbul kapsamında Peyote’de sahne alacağız. 13 Mayıs’ta ise Parkfest‘te olacağız.
Grubun sosyal medya hesapları: