İlk defa 1947 yılında sahnelenen, kuşkusuz yirminci yüzyıl Batı edebiyatının öne çıkan, en tartışmalı, en çığır açıcı metinlerinden biri olan Jean Genet’nin Hizmetçiler’i bugünlerde Kemal Aydoğan rejisi ile izleyici karşısına çıkıyor. Yönetmen Aydoğan ile Moda Sahnesi’nin yolculuğuna ve Hizmetçiler’in sahnelenme sürecine dair merak ettiklerimizi konuştuk.
Jean Genet’nin Hizmetçiler oyunu, insanın kendi gerçeğinin acımasızlığı karşısında isyan gücü aramasını değişen rollerin, şiddetlenen arzuların ve sınırların korun(a)maması üzerinden çarpıcı bir biçimde anlatıyor. Bu yanıyla günümüz insanının durumuna dair de oldukça karşıt uçları; masumiyetle günahkârlığı, iyiyle kötüyü, gerçeklikle sahteliği, sadakatle ihaneti, arzuyla nefreti tek bir zemin üzerinde, karakterlerinin gelgitleriyle bir arada anlatıyor. Oyun bu yönüyle izleyicisinin ilgisini her an ayakta tutmayı başarıyor. Oyun; bir isyanın dirilmesini ve ölmesini, kesik diyalogların, kaçak söylenen sözlerin ve belirsiz ifade edilen duyguların gölgesi etrafında izletiyor. Jean Genet’nin “Hizmetçiler’i Nasıl Oynamalı” metninde geçen sahne direktiflerine, Genet’nin oyunun sahnelenme yaklaşımına sadık kalarak Moda Sahnesi’nde Kemal Aydoğan yönetiminde sahnelenen Hizmetçiler oyunu tüm bu yakalayıcı unsurları dolayısıyla beni içine almayı başardı. Oyuncu kadrosunda bulunan Yılmaz Sütçü, Kerem Fırtına ve Dilan Düzgüner de oldukça etkileyici ve yetkin performanslar sergiliyor. Oyunun çevirisini Ayberk Erkay, sahne tasarımını Bengi Günay, ışık tasarımını İrfan Varlı, afiş tasarımını İlknur Alparslan gerçekleştirdi. Oyunda asistan olarak görev yapan isimler ise şöyle; Mesut Karakulak, Sevda Yeliz Nar ve Cansu Uygun.
Yeni yılın ilk zamanları insana geriye dönüp bakabilme ve geleceği berrak görebilme imkânı verir. Yeni bir yılın henüz başındayız. 2025 yılını bir başlangıç noktası alarak Moda Sahnesi’nin kurulduğu günden bugüne misyonunun ve vizyonunun geçirdiği yolculuğu sorarak başlamak isterim.
Artık yıpranmış bir sinema salonundan bir dolu sanat eserinin üretildiği ve sergilendiği bir “alan” yaratmak maddi olarak da çok kolay değildi. Hele bir de Türkiye gibi sanat alanına yapılan yatırımları desteklemeyi aklından bile geçirmeyen ülkede. Kurucu 11 arkadaştık. İlk gücümüz bu 11 kişinin bu “alanı” var etme isteğiydi. Birbirimizin emeğini değerli hâle getirdik birbirimizi var ettik. Tek iken güçsüzken 11 kişi kenetlenince aritmetik değil geometrik olarak çoğaldı gücümüz.
Hedeflediklerimizin ötesine geçtiğimizi söyleyebilirim. Bir kere biz mekânı devralıp tadilata başladığımızda Ocak 2013’tü. Haziran ayında Türkiye’de Gezi hadisesi patlak verdi. Tesadüfe bakın ki Moda Sahnesi’nin bulunduğu sokağın köşede toplanıyordu göstericiler. Çoğu arbede bu koordinatta gerçekleşiyordu. Türkiye yeni bir döneme giriyordu. Sonrasında da bir dolu toplumsal olay peş peşe geldi. Gezi’den sonra Cihangir, Moda’ya göç etti. Kadıköy bir kahveci “cehennemine” döndü hızla, eski mutenalığı yok oldu, kaotik bir muhite dönüştü vb. Sakince başladığımız tiyatroya dönüştürme inşaatı bizim dışımızdaki etkenler nedeniyle çok katmanlı bir tarihsel döneme dönüştü.
Moda Sahnesi bu sert akışın içinde baştan tasarladığı mekân işlevlerini yerine getirdi. Büyükler ve çocuklar için oyunlar ürettik, dans tiyatrosu prodüksiyonlarını hayata geçirdik, bizim dışımızdaki toplulukların dans, oyun, müzik ürünlerini sergilemesine ev sahipliği yaptık. Değişik sanat, felsefe, sosyal bilimler seminerlerinin düzenlenmesini sağladık. Sinema salonunda “başka sinema”nın filmlerini gösterdik. Koca bir pandemiyi atlattık. Atlatırken boş durmadık oyunlarımızı ve konuk oyunları canlı yayınla seyirciye ulaştırdık. Neşemizin, hevesimizin, kudretimizin güçten düşmesine izin vermeden habire hareket hâlindeyiz hülasa.
Programınıza eklediğiniz son oyunlardan, Hizmetçiler’den bahsedelim mi? İlk defa 1947 yılında sahnelenen Hizmetçiler, tartışmalı, ayrıksı ve ufuk açıcı bir metin. Bir yazar olarak Jean Genet, tiyatro tarihi ve sizin için ne ifade ediyor?
Jean Genet, suyun akışının yönünü değiştirme kudretine sahip bir yazar. Kendi tiyatrosu, tiyatronun alışageldik kalıplarının dışına çıkmış, seyirciden yeni bir göz talep eden, ölümcül tiyatroya mesafelenmiş bir yaklaşımın adı Jean Genet.
Jean Genet’nin Hizmetçiler oyunu çok yakın zamanda prömiyerini gerçekleştirdi. Metnin sizinle yaşam sürecini merak ediyorum. Metni ilk okuduğunuz zamana bizi götürebilir misiniz? Ne zaman, nasıl bir yerde okudunuz ve sizde bıraktığı etkiler neler oldu?
İlk okuduğum anı hatırlayamıyorum. Büyük olasılıkla okulda (A.Ü. D.T.C.F Tiyatro bölümü) okumuşumdur ama o dönem etkilendiğimi hatırlamıyorum. İlk aklıma takıldığı an İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda, galiba 1991 yılında Reha Erdem’in (sinemacı olan) yönettiği oyun hâliydi. Çok etkileyici bir sahnelemeydi. Kadın oyuncular oynuyordu. Deneysel tarafı güçlü idi. O seyir hâlâ aklımdadır. Sonra çalıştığım tiyatro (Tiyatro Stüdyosu) 1998 yılında Genet’nin Balkon oyununu sahnelemişti Başar Sabuncu yönetiminde. Genet ile asıl tanışmam o oyunda oldu.
Yazıldığı günden bugüne dünyanın birçok yerinde birçok farklı topluluk tarafından sahnelenen bir oyun Hizmetçiler. Tiyatro sanatının içinde hem üretici olarak hem de tüketici tarafta varlığınızı sürdüren biri olarak metnin önemi ve yorumlamalarına dair fikir sahibisiniz diye tahmin ediyorum. Bu durum izleyici için de geçerli. Nasıl bir Hizmetçiler vardı aklınızda ve sahneye nasıl aktarmak istediniz?
Aklımda bir Hizmetçiler yoktu doğrusunu söylemek gerekirse. Aklıma sokan Ayberk Erkay’ın yeniden çevirmesi oldu. Ayrıntı Yayınları için çevirmiş Ayberk. Okumam için benimle paylaştı. Bu yeni çeviri ile birlikte -hatırlatma dozu diyelim buna- bütün Genet ilgisi sökün etti. Ayberk’in çevirisiyle birlikte oyundaki politik hat daha belirginleşmişti. Günümüzün sesi duyulmaya başlamıştı. Politik olarak ilgilenmeyi seçtiğim kavramlardı emeğin sömürüsü, emekçilerin bilinçliliği, efendilerin kandırma stratejileri vb. Yaklaşık iki yıldır benimle yatıp kalkıyor metin.
Moda Sahnesi YouTube kanalında oyunlarınızın prova süreçlerine dair kısa videolar paylaşıyorsunuz. Hizmetçiler oyununun sürecine dair de videolar geldi, buradan onları önermiş olmak da isterim. Orada oyuncular açısında dinliyoruz süreci. Provaların sizin açınızdan nasıl gerçekleştiğini sormak isterim. Sahneye taşınma sürecinde metnin değişen, dönüşen ve beslenen yanları neler oldu ve nerelerden ilhamlar eklendi?
Çetin hemen kendini aşikâr etmeyen bir oyun metni vardı. Provaların ilk yarısında metin bu özelliğini daha da keskin kendini ortaya koydu. Soğuk, bize yabancı, aykırı oynama istekleri olan bir oyundu bu. Oynama yolunu ararken birkaç kez şarampole yuvarlanma tehlikesi atlattık açıkçası. Kendi adıma Genet’yi, Hizmetçiler’i değil de kendimi oyunla hatırlamaya başlayınca krizler geride kaldı. Genet bizi yarı yolda bırakmak niyetiyle yazmamış oyunu. Ama bizim kendi hâlimizle de sürdürmemizi istemiyor. Kendimizin dışına çıkmak, düşünme sınırlarını aşmamız için bizi bekliyormuş. Ezilen, ezen bedenlerimizi, fikirlerimizi görünce, gücümüzü, güçsüzlüğümüzü görünce yolumuzu bulduk.
Oyunun içerisinde birbirleriyle çatışan karşıt uçlarda duran iyiyle kötü, gerçekle sahte, yaşamla ölüm, masumiyetle suçluluk iki kadının belirlediği belirsizlik alanında bir arada yer alıyor. Tüm bu gelgitlerin ritmini sahneye taşırken dengeyi nasıl kurdunuz?
Oyunun en can alıcı hâli bu ritim bence. İki farklı algı birbirinin aynasını olduğunu söylüyor. Başka başka varlıklarken aynada buluşuyorlar. İki “FARKLI” varlığın birbirine sarmalanmış simbiyotik ilişkisinin dışsallaşması nasıl kurulacaktı? İki tane tekil varlık olarak tasarladık. Birbirine hiç benzemeyen algılama ve duygulanıma sahip bu iki insanı efendileri tek bir varlık -hizmetçi- olarak sayıyor. Bu sayma dışında birbirlerine iç dünya olarak benzerlikleri yok. Aynı dertleri çekseler de o dert ile ikisinin de mesafesi aynı değil. Dolayısıyla farklarını anlamak ve tesis etmekle çok uzun süre meşgul olduk. Efendileri gibi bakıp onları Solange ve Claire’i AYNILAŞTIRMADIK, efendinin bakış hatasına düşmedik.
Jean Genet, “Hizmetçiler”i Nasıl Oynamalı” metninde bu sorunun cevabını net bir şekilde “Kaçak. Dikkate alınması şart olan sözcük budur” olarak ifade etmiş. Sizce Genet “kaçak” derken neyi kast etmiş? Siz buna ne kadar sadık kaldınız?
Biz de bu kaçak oynamayı epeyce anlamaya çalıştık. Zor bilmece gibiydi, hâlâ da öyle aslında. Hem metne hem de Genet’nin oyun için dediklerine tam sadakatle çalıştık. “Kaçak” derken yazıyı da öyle yazmış olmalı diye düşündük. Diğer türlüsü “deli” saçması olurdu. Oyunun metnini de kaçak yazmış tabii ki. Özellikle de oyunun ilk 10 sayfasındaki efendi fantezisini oynadıkları bölümde. Bu bölümde Claire hanfendiyi oynuyor ama hanfendinin konuşmasını kendi gerçekliği içinden sürdürüyor. Bazen oyun küçük krizler nedeniyle kesiliyor Claire olarak duruyor. Solange, Claire’i taklit ediyor bu bölümde ama Solange’a ait tepkileri “Claire” olmaktan vazgeçmeden veriyor. Böylece sahnede altı kişi var oluyor ve bu altı kişi çok hızlı bir şekilde değişip oyunu sürdürüyor. Bu bölümdeki herkesin varlığını göstermesi demek az önce oynadığından bir anlığına kopup başka bir rolü gerçekleştirmesi ile mümkün. Bu hızlı makas değiştirmelere “kaçak” dediği kanaatindeyim. Baştan sona net ve tutarlı bir şekilde savunulacak ne bir duyguya ne de bir fikre sahipler. Tek emin oldukları efendinin evinde sürdükleri sefil ve sefih hayat. Bu hayat, fanteziyi sahnelerken devreye girip oldukları hâli, sürdürdükleri oyunu yıkıntıya dönüştürüyor bir anlığına.
Oyun içerisinde sınırlar, çizgiler, mesafeler, hareketler, diyaloglar ve roller dinamik bir şekilde birbirlerine karışıyor. Metnin yapısında bulunan dinamizmi sahneye aktarırken nelere dikkat ettiniz? Dekor ve hareket tasarımı konusunda nasıl bir çalışma yaptınız?
Sahne tasarımında Genet’nin sahne direktiflerine bağlı kaldık. Gösterişli, beyaz, lüks bir ev imajını gerçekleştirdik. İçinde iki tane kara böcek dolaşmaya başladı. Kendilerine ait olmayan bu mekânın yıkılması tek bir şekilde mümkün Genet’ye göre, kendilerinin yaparak. Bir tür otonomist hareket düsturu gibi. İşgal etmek evi. Bizim gördüğümüz kısımda hanfendiye ait bu mekânı kendi mekânları gibi değerlendirirler. Ancak dışarıdan gelen değişik zil sesleri ile bu akış, oyun, fantezi kesintiye uğrar. Anlarız ki mutlak olarak sahip değillerdir. Habire perdeye gider bakar Claire, çünkü korkuyor ve tedirgindir. Bütün bunlar hareketin nasıl olması gerektiğini belirledi.
Herkes başkalarının hikâyelerinde ya düşman ya kahraman. Kimse kendi gerçeğinin içinde duramıyor çünkü gerçek acımasızsa ona karşı bir isyan gücü devşirmek gerekiyor. O yüzden nerede değilsek orada olmak istiyoruz. Bu yanıyla metin günümüze dair de çok fazla şey söylüyor. Siz ne dersiniz?
Katılıyorum bu yargınıza. Öncelikle efendiye ait, onun düzenlediği mekânlarda, şeyler düzeninde kendimizi bulmak ve bilmek yanılsama içeriyor diyor oyun. Kendimiz kimiz? Efendiye hayranlık duyarak zihnimizde onu bertaraf etmeye çalışmak mümkün mü? Efendinin “Şeyleri” bizi ele verecekse gerçek bir özgürleşme hareketi nasıl mümkün olur? Dolayısı ile hep olmak istediğimiz yerle olduğumuz yer arasında bir ikilemin içinde bulacağız kendimizi. Fakat efendilerin böyle bir dertlerinin olmadığı belli. Hapisten çıkar çıkmaz eğlenceye gidip şampanya içecekler. Demek ki ikilem, çelişki sadece emekçiler için var.
Son olarak sezonun Moda Sahnesi açısında nasıl gittiğini ve yakın gelecekte yeni bir şeyler izleyecek miyiz diye sormak isterim.
Tam hız devam ediyoruz. Hizmetçiler bu sezonun ikinci oyunuydu. Üçüncü oyunumuzun provalarına şubatta başlayacağız, nisan ayı başında prömiyer yapacak. Danimarkalı yazar Christian Lollike’nin Kozmik Korku ya da Brad Pitt’in Paranoyaya Kapıldığı Gün adlı oyunu. Leyla Tamer çevirdi, Hakan Kargidanoğlu, Efsane Odağ, Efe Taşdelen oynayacak, sahne tasarımını Bengi Günay, ışık tasarımını İrfan Varlı yapacak, ben de yöneteceğim.
Hizmetçiler’i 13 ve 14 Şubat tarihlerinde Moda Sahnesi’nde izleyebilirsiniz. Moda Sahnesi’ne dair ayrıntılara buradan ulaşabilirsiniz.