Amerikalı film müziği bestecisi Donald Sosin bir dizi etkinlik için geçtiğimiz günlerde Türkiye’deydi. Beykoz Kundura'da yer alan Kundura Sinema’daki “Sessiz Filme Canlı Müzik” etkinlikleri kapsamında Woman in the Moon filmi için canlı müzik yapan Sosin ile bir araya geldik ve kariyeri, sessiz film endüstrisi ile Türkiye üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Kültürel mirasını devraldığı Beykoz Kundura üzerinden yeni bir yapılanmaya giden kuruluş, Türkiye’de son yıllardaki en önemli kültür-sanat organizasyonlarından birine dönüştü. Kundura Sinema başlığı altında da birçok film gösterimi gerçekleştiren kuruluş, kasım-aralık programı çerçevesinde de “Sessiz Filme Canlı Müzik” ve “Hollywood Klasikleri” gösterimlerini gerçekleştiriyor. Bu kapsamda gösterilen Fritz Lang’ın 1929 yapımı Woman in the Moon filmi üzerine Beykoz Kundura’da Donald Sosin ile söyleştik.
Her şeyden önce tüm bu serüvenin nasıl başladığını, sessiz filmler için müzik yapmaya nasıl karar verdiğinizi öğrenmek istiyorum. Nasıl oldu ve nasıl buna karar verdiniz?
Aslında her şey kazayla başladı. 1970’lerin başlarında University of Michagan’daydım, kolej için. Birçok farklı türden müzik öğreniyordum ve onları çalmaya çalışıyordum. Eğlenmek için restoranlarda çalıyordum. Bu sıralarda bir arkadaş grubuyla akşam yemek yiyorduk. Birisi bir enstrüman getirdi ve ben de çalmaya başladım. Ayrıca bu sıralarda dans kulüpleri için de çalıyordum. Böylelikle başladım ve insanları da bu dönemde izlemeye koyuldum, nasıl hareket ettiklerini, dans edişlerini; farklı tarz müziklerini, caz, bale veya herhangi bir türden… Birçok türden müzik çalabiliyordum. Çok eğlenceliydi. Sonra hiçbir şey olmadı aslında. Bir gün kompozisyon hocam geldi ve “Biliyorsun The Phantom of Opera filminin burada bir gösterimi yapılacak, senin de deneyimin var, neden bir şeyler çalmıyorsun?” diye sordu. Sonra “tamam” dedim ve düşündüm. Bale, opera, organ müzik; bunlar 20’şer dakikalık gösterilerdi, ama bu, 90 dakika civarındaydı. Ben de araştırmalara koyuldum. Ne yapmam gerektiğini çözmeye, anlamaya çalışıyordum. Bir şeyler yazdım ve tamamladım. 1910’lar ve 20’lerden çeşitli filmler vardı, genelde bu dönemlerdendir bilirsin. Sonra yine konuştuk. O da bana, tüm bu filmlerde herhangi bir ses veya müzik, neden bunlar için de bir şeyler yapmıyorsun, diye sordu yine. Ben de orada bir piyano olmadığını söyledim. O da bana, “Eğer oditoryuma bir piyano getirtirsem müzik çalabilir misin?” diye sordu. Ben de, “tabii ki neden olmasın” dedim. Arkadaşımla birlikte o çok ağır araç gereçleri oditoryuma yerleştirdik. Oldukça eski şeylerdi ve bazıları da çalışmıyordu. Ama 2 yıl Michigan’da bu şekilde çaldık ve idare ettik. Daha sonra The Museum of Modern Art (MoMA) için müzik yapan biriyle tanıştım. Arkadaş olduk ve onun için de bir şeyler yapmaya başladım. Kolejden ayrıldım ve New York’a döndüm. Daha sonra o MoMA’dan ayrıldı ve yerine ben geçtim. Aslında tüm başlangıç buydu. Daha sonra da devam ettim. Bir başkasıyla tanıştım, sonra bir başkasıyla ve bir başkasıyla... 20 yıl sonra İtalya’da Pordenone’ye Sessiz Film Festivali için gittim ve orada daha fazla insanla tanıştım.
Yani aslında bu iş sizin kaderinizdi.
Sanırım. J Bilmiyorum, hiçbir zaman bu işte iyi olduğumu düşünmemiştim. Sadece New York’ta müzik yapıyordum ve Beauty and The Beast (2017)’i yapan Bill Condon ile aynı sınıftaydık. Müzikaller için nasıl müzik yazılacağı üzerine çalışıyorduk. Ama o benden daha sıkı çalışıyordu ve çok yetenekliydi.
Tabii ki siz de!
Teşekkürler, bu aslında birçok şeyin bir kombinasyonudur. Birçok şeye kalıcı olarak sahip olmak zorundasındır. O dönemde ben bu kadar ciddi değildim. İlk evliliğimi yapmıştım, okula dönüyordum vs. vs. Önemli olan kendini hiç kimseyle kıyaslamaman ve yaptığınla mutlu olman. Kimse bilmese de muhteşem bir yazar olabilirsin veya kitapların milyonlarca satar ama sen kötü bir yazarsındır. Aslında her kimsen osundur. Ne yapabilirsen onu yapmalısın. Umarım ki bununla da mutlu olabilirsin. Başarılı insanlar hakkında kötü hissetmemelisin. Eşim bunları bana hep hatırlatır.
Bu çok hoş. Değer verdiğiniz birilerinin size böyle şeyler söylemesi gerçekten güzel.
Ayrıca eşim beyzbolda da iyidir. :)
Ah, bilmiyorum, emin değilim. Ben şahsen beyzbolu hiçbir zaman sevemedim.
Peki şu an sessiz film endüstrisi ne durumda? Siz birçok şehirde, ülkede, festivalde bulundunuz. İnsanların sessiz filmlere tepkileri nasıl oluyor?
Günümüzde mi?
Evet, özellikle günümüzde ama tabii genel olarak da.
Aslında tüm film endüstrisini düşündüğümüzde bu gerçekten çok küçük bir alan. Eğer binlerce insanın geldiği bir film festivaline gidersen sadece haftada bir kez bir sessiz filmin gösterildiğini görürsün, üstelik yılda bir kez. Eğer Avengers: Endgame’i izlemeye gidersen aynı ânda binlerce salonda gösterimde olduğunu görürsün. Daha sonra çeşitli platformlarda, sonra DVD’de vs. birçok yerde. Karşılaştırılamayacak kadar.
Evet, üstelik Avengers bir haftada 1 milyar dolar sınırını da geçebiliyor üstelik.
Evet. Bu küçük sessiz sinema filmleri dünyasıyla ötekini karşılaştırmak için herhangi bir yol yok. Ama sessiz filmleri görmeye gelenler bence gerçekten de bunun karşılığında bir şeyler buluyor. Onlar iki farklı alanı, iki farklı dünyayı, tarihteki iki farklı zamanı, iki farklı biçimde nasıl film yapıldığını aynı ânda bulabiliyorlar. Onları izliyorsun ve havaya doğru konuştuklarını görüyorsun. Ama burada filmi yapanlar, o muhteşem yönetmenler, ne kadar şanslıyız ki birçoğunu biliyoruz, D. W. Griffith ve şimdi de birçokları gibi. Bu filmler çok kıymetli. İnsanlar filmlerle yeni yeni tanışıyor ve bunu yeni keşfediyorlardı. Bunu nasıl yaptılar, duygularını ekranda nasıl aktaracaklarını, onları nasıl göstereceklerine nasıl karar verdiler? Ve yazılanlar bazen ironik, bazen eğlenceli, sanki haiku gibi, birkaç sözcükle çok şey ifade ediyordu. Bazen 300 başlıkla büyük bir filmi anlatırlardı. Bazılarında hiç konuşma yoktur, bunlar birden kaybolur. Sanki beynin sol yanı hoşça kal deyip ayrılır gibidir. Müzik de ayrılır ve sadece ekran kalır geriye. Bunlar farklı dünyalardır. İnsanlar bunu deneyimlemeye başladıklarında giderek sistemi anladılar. İnsanların neden bahsettiklerini anlamaya başladılar ve başka bir sessiz film için de gelebileceklerini gördüler. Benim eşim de bir şarkıcı ve bazen o da çeşitli ses efektleri yapıyor. Filmler için müzik yazıyoruz ve bunlar genellikle bu günlere âit. Genelde şovumuza gelen insanlar ağlıyor veya gülüyorlar. Bir keresinde bir pazar günü Charlie Chaplin’in bir filmini küçük bir salonda 80 kişi için gösterdik. 70 yetişkin ve 10 çocuk vardı orada. Ve çok güldüler, durmadan güldüler, güldüler... Bilirsin ki bu her zaman olmaz aslında. Günümüzde bazı filmler çok komik olabilir, yırtınmalar, yırtınmalar, yırtınmalar ve kocaman kahkahalar.
Günümüzde böylesine güzel komiklikler içeren filmleri bulmak gerçekten de zor. Bu çok masum, çok masum. Bu gerçekten de senin sorun için uzun bir cevap oldu. :)
Ben bundan memnunum kendi adıma. :)
Her seferinde farklı bir sessiz film için müzik yapıyorsunuz. Kendinizi bunca farklı film için nasıl hazırlıyorsunuz? Her seferinde filmler değişiyor, sanırım zor olmalı.
Bazen aynı film için çalıyorum bazen farklı filmlerle karşılaşıyorum. Mesela bugünkü filmi (Woman in the Moon, 1929, Fritz Lang) daha önce hiç görmemiş ve onun için müzik yapmamıştım. Önce onu araştırmaya başladım, birçok not aldım, düşüncelerimi bir araya getirdim. Önce hiçbir şey yazmadım ama kafamda oluşan düşünceleri bir araya getirdim. Farklı dünyaları, farklı sesleri, roketin nasıl havalandığını, uzaydaki serüveni, dünyanın uğultularını bir araya topladım. Bu dönemde Almanya’da ne tür müzik yapılıp yazıldığına baktım, karşılaştırdım biraz. Bu dönemki müzik kompozitörlerine baktım. Hollywood’a, klişe filmlere ve onların seslerine de baktım. Sonra 1930’ları araştırdım. Sonra John Williams’ın muhteşem eserlerine doğru uzandım. Star Wars, Indiana Jones gibi filmlere kadar geldim. Bu süreçte Williams çok önemliydi. Bazen bir şeyi dinleyip, hey ben bunu daha önce duymuştum, diyebilirsin ama aslında o aynı şey değildir. Her zaman bir şeyleri yenilemelisin. Tabii sadece film dünyasında değil klasik müziğin içinde de arayışlar ve araştırmalar önemli. Bach, Mozart, Vivaldi, Schubert, Heiden... Sanat dünyası, edebiyat... Aslında bu sadece nasıl başladığımız. Ben kendi üretimimi yapıyorum ama biraz oradan biraz buradan yararlanıyorum sürekli. Tıpkı babaannemin tarifini kullanmak ama biraz daha farklı şeyler ilave etmek gibi. O makarnayı şu şekilde yapmaktan hoşlanıyor ama ben biraz böyle seviyorum, belki birazcık acı vs. gibi. J Bu uzun cevaba devam edersem bazen nasıl gelişirse öyle müzik yapıyorum, bazen 2 saat müzik yazıyorum ve sonra, diğerleri gibi, orkestra, koro ve şarkıcılar gibi, yapıyorum. Ama ben biraz tembelim. Bazen sadece yazıyorum ama kâğıdın üzerindekinin aslında donuk olduğunu görüyorum veya bugün de. Ama ben böyle çalışıyorum.
Genelde çok fazla araştırma yapmak, konuyla ilgilenmek, filmin arka planını bilmek zorundasınız. Bu aslında birçok şeyi bilmenizi de gerektiriyor.
Evet, bu sonuçta doğrudan bir felsefe vs. olamaz. Sen filmi komik yapamazsın, o kendiliğinden komik olmalıdır. Bazen bunu yaparken aslında filmin bir müziğinin olmadığını bile unutursun. Bilmiyorum size oluyor mu ama bazen insanlar bana geliyor ve “senin orada bir şeyler çaldığını unuttuk” diyorlar. Veya bazıları “burada canlı müzik yapıldığını fark etmedik bile” diyorlar. Bazen böyle olur. Aslında bu aynı Hollywood’da yapılan gibi bir şey veya günümüzde. İyi kompozitörler oradadır ama sen onların farkına bile varmazsın. Tabii ki filmin soundtrack’inde kendini belli edene dek.
Bir keresinde Alfred Hitchcock’un bir sessiz filmini izliyordum ve müzik çok ilginçti. Modern bir Türk müzik grubu çalıyordu. Aslında çok ilginç bir kombinasyondu. Bir Hitchcock filmi ve elektronik müzik bir arada. Bu deneyimi hiçbir zaman unutamıyorum. Bu da bazen çok iyi sonuçlar üreten bir durum. Farklı türlerin bir araya gelmesi.
Evet, güzel olabilir. Bu sadece filmin ve müziğin nerede ve nasıl olduğuyla alakalı. Eğer müzik güzelse evet iyi bir şey olur. Benim kendi duygularım ve arkadaşlarım sadece uyumlu şeyler yapmaya çalışıyoruz.
Evet, aslında orada iki farklı katman var gibi. Yönetmen ve müzisyen olarak siz.
Biz sadece sanki orada bir film yokmuş gibi konser vermek istemiyoruz. Birkaç kez rock gruplarının sahnede olduğunu da işittim veya YouTube’da insanların bu tarz şeyler yaptığını da. İnsanlar istedikleri gibi farklı şeyleri bir araya getiriyordu. Ama o kadar farklı müzikler vardı ki onlarla birlikte aslında artık 1920’lerde hissetmediğini görüyorsun. Evet bu olabilir ama filmin ruhuyla örtüşmüyor. Bunu unutmak için mücadele etmen gerekir. Neden bunu yapıyorlar, neden böyle diye düşünüyorsun? Bu bence filme bağlı. Eğer bu bir soyut filmse veya belgesel daha farklı, çeşitli şeyler yapabilirsin.
Doğru. Ben ayrıca bugüne kadar neler yaptığınızı, nerede çalıştığınızı da merak ediyorum. Ayrıca sanırım genelde eşiniz ve birkaç arkadaşınızla birlikte çalışıyorsunuz. Ama bugün yalnız başınaydınız. Ben de bunu sormak istiyorum. Tek başına veya bir başkasıyla çalışmak nasıl bir duygu? Bu konuda nasıl hissediyorsunuz?
Bir başkasıyla çalıştığın herhangi bir ânda, performans veya çalışmada aslında âniden bunun artık yarı yarıya uzayan bir iş olduğunu fark ediyorsun. Eğer bir şarkıcıyla birlikte çalışıyorsam ben müziği yazmak zorundayım ve onu dinlemeliyim. Doğru tuşlara bastığımdan emin olmalıyım. Aynı ânda başlayıp aynı ânda durduğumuzdan emin olmak zorundayım. Eğer tek başımaysam bir hata yaptığımda bu sadece benim hatamdır, bir başkasının değil. Eğer işimi düzgün yaptıysam tüm başarı benimdir. Eğer 5-6 kişilik veya 9-10 kişilik bir grupla birlikte çalışıyorsam bu daha fazla çalışma demektir, daha fazla yazma vs. Bunları çıktı almalı, belki DVD’ye kaydetmelisin. Çok fazla enerji söz konusu. Mesela bazı işleri tamamen tek başıma yaptım, sadece yazdım, düzenledim ve sahneledim. Ama eğer bir başkasıyla çalışıyorsam bu daha katılımcı bir iş olur. Görüşür, dinler ve karar veririz.
Bazen de kısa filmler için müzik yapmam istenir. Sözgelimi 20 dakikalık bir film için fazla efor sarf etmem gerekmez. Bazen sabah 5 gibi kalkar ve çalışırım. Hemen üretebilirim. Fazla araştırmam gerekmez. Sadece izler, düşünür, yazar ve gerekli düzenlemeleri yaparım. Bazen hemen ödeme yaparlar bazen de bu yıllar alabilir ayrıca.
Aynı zamanda çeşitli atölyeler düzenliyor, üniversitelerde de dersler veriyorsunuz. Gördüğüm kadarıyla gençlerle, yeni jenerasyonla da oldukça iç içesiniz. Genç kuşakla ilişkiniz nasıl ve ne yaptığınızla ilgileniyorlar mı?
Oldukça fazla. Bu jenerasyon da benim jenerasyonum da müzik yapmaktan hoşlanıyor. Mesela sessiz filmler konusunda birçok şeyi YouTube’da bulabilirsin. Herkes kendi istediği şekilde bunları yorumlayabilir. Özgür ve yaratıcı bir biçimde bunlar ele alınabilir. Ben ve eşim de aslında çocuklara nasıl şarkı yazabilecekleri konusunda ders veriyoruz. 10 yıldan beri New York’ta iki farklı devlet okulunda ders veriyoruz. Anaokulu, ikinci sınıf, 9-10 yaşlarındaki çocuklar bunlar. Biraz müzik yapmak, biraz şarkı yazmak ve her ne istiyorlarsa onu yapmak... Yaklaşık 20 yıl önce başladığım bir başka derste direktör bana neden gençleri davet edip onlara sessiz filmleri öğretmediğimizi sordu. Ben de başladım ve onlara şunu yapabilirsin, bunu deneyebilirsin şeklinde yardım ettim. Rekabetin, herhangi bir ödülün, puanlamanın olmadığı bir ortamdı. Sadece keşfetmek üzerineydi. Ben bunu bir tür “oyun alanı”, “kum havuzu” olarak ifade ediyorum. Sadece etrafı biraz dağıtacaktık ve neler olacağını görecektik. Eğer işe yararsa ne güzel, yaramazsa da yapacak bir şey yok. Kumdan kaleleri yıktık ve yenilerini inşa ettik. Bu şekilde birçok kişiyle çalıştık. Bu hafta da Ankara’da atölye yapacağım ve insanlarla bir araya geleceğim. Eşim ve ben Amerika’da çeşitli liselere de gittik ve atölyeler yaptık. Bazen 2-3 saatlik, bazen birkaç günlük atölyelerdi bunlar.
Uzun yıllar boyunca birçok film için müzik yaptınız. Ama içlerinde özel olarak çok sevdiğiniz, beğendiğiniz veya kışkırtan bir film oldu mu?
Bu film (Women in the Moon) oldukça kışkırtıcı, büyüleyiciydi. Eğer daha önce bir çalışma yapmadıysan uyarılar için oldukça açık olmalısın. Bunun için çeşitli meditasyonlar yaptım. Bunlar bana birçok katkı sağladı, yaratıcılığımı, kabiliyetlerimi arttırdı. Tekrar edebileceğim şeyler var ama ben yaratıcı ve yeni şeyler yapmak istiyorum.
Avrupa ve Amerika dışında bir şeyler yapıyor musunuz peki? Asya ülkeleri veya Afrika için?
Evet, yapıyorum. YouTube’da da birkaç tanesi mevcut. Birçok Çin filmi için müzik yaptım. Belki 15-20 tane. Japon, Kore ve Güney Amerika’dan çeşitli filmler için de.
Peki Afrika için bir üretiminiz oldu mu?
Sanırım bir belgesel yaptım ama fazla değil. Çünkü çok fazla Afrikalı şirket ve yapımcı yok. Onlar da genellikle Avrupa’dan, Fransa veya İngiltere ağırlıklı.
Mesela Ozu için (Yasujiro Ozu) birkaç çalışma yaptım. Muhteşem yönetmen. Birkaç çalışmam YouTube’da var yine.
Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz, yorgun olduğunuzun da farkındayız, teşekkür ederiz.
Hiç sorun değil. Çünkü bugün oditoryumdakiler gibi dinleyiciler olunca bir şeyler verdiğimi fark ediyorum ve bu da bana güç veriyor.