Alman piyanist Lars Vogt, Royal Northern Symphony ile birlikte İstanbul’da konser vermeye hazırlanıyor. Günümüz klasik müzik sahnesinde, kendi kuşağının önde gelen müzisyenlerinden biri olan Vogt, 27 Nisan akşamı İş Sanat sahnesinde olacak. Konser öncesi sanatçıyla sohbet ettik.
1958 yılında İngiltere'nin Newcastle şehrinde Northern Symphony adıyla kurulan orkestraya 2013 yılında Kraliçe II. Elizabeth'in izniyle “Royal” unvanı verildi ve orkestranın adı Royal Northern Symphony olarak değişti. 2015 yılında, orkestra ile yolları kesişen Lars Vogt ise orkestranın müzik direktörlüğünü üstlenmeye başladı. Ünlü piyanist ile müzik yolculuğunu, kariyerindeki dönüm noktalarını ve İstanbul konserlerini konuştuk.
Hikâyenin en başına dönecek olursak, müzik yolculuğunuz nasıl başladı?
Altı yaşında piyano çalmaya başladım. Benimle çok ilgilenen, bana piyanoyu çok sevdiren bir öğretmenim vardı. Sürekli konserlere gider, farklı sanatçılarla dostluklar, bağlantılar kurardı. Ben de zaman içerisinde bu çevreye dâhil oldum. Onun sayesinde çok önemli piyanistlerle, müzisyenlerle tanıştım. Müziğe dair ilk anılarımsa amcamla… Bir ressamdı ve çalışırken sürekli klasik müzik dinlerdi. Çok zengin bir arşivi vardı. Mozart hayranıydı. Mozart’ın piyano konçertosu benim ilk duyduğum melodiler arasındadır.
Peki kariyerinizdeki dönüm noktaları neler oldu?
Sanırım bunların başında 1990’da Leeds’deki Piyano Yarışması geliyor. Hayatımın değiştiği zamanlar. Çok gençtim ve ilk kez profesyonel bir orkestra ile çalıyordum. Benim için olağanüstü bir deneyimdi. İlerleyen yıllarda Berlin ve Viyana Filarmoni Orkestraları ile yaptığım çıkışlar da benim için unutulmazdır.
Konser piyanistliğinin yanı sıra orkestra şefliği alanında da çok yönlü bir kariyer sürdürüyorsunuz. Bu çok yönlülük sizin müzisyenliğinizi nasıl besliyor? Şeflik ve solistlik arasında nasıl bir fark var?
Öncelikle ikisinden de müthiş keyif alıyorum. Tabii tamamen farklı alanlar. Birinde piyanonun başına geçip tamamen kendi sorumluluğunuzu alıyorsunuz. Diğerinde ise, bir gruba o eseri nasıl icra etmeleri gerektiğini gösteriyorsunuz. Orkestranın potansiyelini gösterebilmesi, eserin duygusunu en iyi şekilde verebilmesi sizin onlara vereceğiniz motivasyona ve rehberliğe bağlı. Arasındaki en büyük fark şu: Piyano başında her şey çok spontan ve o ana özel. Şeflikte ise, her şeyi önceden sezmek, planlamak ve takip etmek gerekiyor. Ve bu müzisyen de olsanız sonradan öğrenmeniz, içselleştirmeniz gereken bir şey. Orkestra ile birlikte nefes alıp vermelisiniz. Onları bir sonraki ana hazırlamalı, bunu da mümkün olan en doğal şekilde yapmalısınız. Bahsettiğiniz çok yönlülüğe gelince... Bu sanırım meraklı ve cesur olmakla alakalı. Ben sürekli yeni şeyler deneyimlemeyi seviyorum. Orkestra şefliği beni hep çok cezbeden, etkileyen bir alandı. Kariyerimde 200’den fazla şef ile çalıştım, hepsinden çok şey öğrendim. Kimisiyle müthiş bir uyum yakaladık, kimisiyle beklediğimiz gibi olmadı. Şimdi ben de kendi deneyimlerimden yola çıkarak elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Batonu elime aldığımda neyi nasıl söylersem ya da gösterirsem iyi sonuç alacağımı tahmin ediyorum. Hiç kolay değil ama bir o kadar da büyülü.
İstanbul’da vereceğiniz konserinizde Royal Northern Symphony’le birlikte sahne alacaksınız. Royal Northern Symphony ile olan müzikal iş birliğinize dair neler söylemek istersiniz?
Zaman içerisinde aramızda çok güçlü bir bağ oluştu, artık aile gibiyiz. Birbirimizi uzun zamandır tanımanın verdiği bir güven var. Heyecan ve isteğimiz ise her zaman taze. Birlikte sahnede olmaktan çok keyif alıyorum, bana tüm alanları açıyorlar, çok cesur ve özgür bir orkestra. Birlikte konser vermek, turneye çıkmak çok keyifli.
Günlük yaşamınızda klasik müzik dışında farklı türleri de dinliyor musunuz?
Gençlik dönemlerimde ben de herkes gibi farklı müzikler dinledim. Caza büyük bir merakım vardı hatta. Şimdi de bazen mutfakta yemek yaparken ABBA ya da Billy Joel dinliyorum mesela.
Son olarak, Türk müzisyenlerden kimleri biliyorsunuz?
Fazıl Say’ı biliyorum, birkaç kere bir araya geldik. Ve Güher – Süher Pekinel kardeşler ile İstanbul’a geldiğimde buluşmuştuk. Yine şu an hatırlayamadığım isimler olabilir. Zaten ben sanatçıları nereli olduklarına ya da milliyetlerine göre gruplandırmıyorum kafamda, müzik evrenseldir ve sanatçılar da dünya vatandaşıdır.