Hiç tanımadığınız biri size bu soruyu yöneltse, hakkında ne düşünürdünüz? Mekan Artı’nın yeni oyunu Burada.Bugün, bizi alternatif bir cevapla ilginç bir hikayeye davet ediyor. Oyuncular Büşra Develi ve Sercan Badur ile ilk kez bir araya geldikleri oyunun detaylarını konuştuk.
Igor Bauersima’nın 2001 yılında yaşanmış bir olaydan esinlenerek yazdığı Burada.Bugün, Türkiye’de ilk kez Mert Öner’in yönetimiyle yakın zamanda Mekan Artı’da seyirci karşısına çıktı. Genç oyuncular Büşra Develi ve Sercan Badur’un rol aldığı oyunun konusu ilk andan itibaren merak uyandırıyor. Oyunda, intihar ederken kendine eşlik edecek birini bulmak için internete ilan veren Julie ve çağrısına olumlu dönen August’un, amaçları kadar tuhaf yolculuklarına tanık oluyoruz. Konu intihar olunca (Hele de içinde bulunduğumuz bugünlerde) haliyle metnin karamsarlığı bir sürpriz değil. Ancak yaklaşık bir buçuk saat süren tek perdelik bu oyunun su gibi akması, hatta Julie ölümün gerekliliğini anlatırken kendinizi “Doğru söylüyor aslında” derken bulmanız ve keyfinizin kaçmaması bir hayli ilginç. Bunda oyuncuların enerjisinden sinema tekniğinin tiyatroyla buluşmasına, seyircinin merakını zinde tutan metinden, seçilen müziklere kadar birçok etken var. Bu arada oyunun, yazıldığı yıl en iyi metin ödülünün yanında, birçok ödül topladığını ve daha sonra 25 dile çevrildiğini de belirteyim. Gelelim oyuncularla temsil öncesi yaptığımız keyifli söyleşiye...
Geçtiğimiz hafta oyunun galasını yaptınız. Dönüşler nasıldı?
B.D: Bize hep olumlu dönüşler geldi. Küçük eleştiriler oluyor tabii ama herkesin beğenisi farklı sonuçta, ufak tefek önerilerde bulunmaları gayet doğal.
S.B: Sınıf arkadaşlarımı davet etmiştim galaya. Okulda da birbirimizi acımasızca eleştirdiğimiz için benim için çok iyi bir referans. Büşra ile uyumsuz görüneceğimize dair korkularım vardı malum benden uzun (gülüyor). Ama aksine herkes aramızda güzel bir uyumun oluştuğunu söyledi. Tek olumsuz eleştiri, oyun süresinin biraz uzun
gelmesiydi. İlginçtir, dizi ya da sinema işlerinde yer alan çevrem, videoların da bulunduğu son 40 dakikaya, tiyatro çevremse öncesine bayıldı.
Tiyatro beğenisiyle alakalı belki de. Sahnede performans izlemek isteyen biri, ekranla karşılaşınca amacına ulaşmamış gibi hissedebilir.
B.D: Biraz da hayatımızdaki her şeyin giderek kısalmasıyla alakalı bence. Bir saati geçiyorsa ve benzer görüntüler varsa sinemada dahi durum böyle.
Provalarınız ne kadar sürdü?
S.B: Altı hafta sürdü. Metin 130 sayfa olunca başta panikledik, yetişmeyecek diye ama tahminimizden daha hızlı ilerledik. Bu hazırlıklar içinde videoların çekilmesi de vardı. Çekim için özel bir stüdyo kiralandı.
B.D: Ben de “Bu kadar az sürede oyun çıkmaz, zaten oynamak zorunda değiliz” diye rahatlattım kendimi. Öyle ki videoları bile prömiyere dört gün kala çektik ama her şey yolunda gittiği için çok mutluyum.
Daha önce tanışıyor muydunuz? Bu ilk tiyatro oyununuz sanırım.
B.D: Aynı okuldayız ama uzaktan tanışıyorduk. Mert’le de bu oyun vesilesiyle tanıştık. Bir arkadaşımın aracılığıyla beni arayıp oyunu beğenirsem benimle çalışmak istediğini söyledi. O güne kadar tiyatro yapmak aklımın ucundan geçmiyordu çünkü sahneye çıkmak için daha çok tecrübe edinmem gerekiyor diye korkutucu geliyordu. Mert de beni destekleyince kendimi güvenli alanımdan çıkarıp kabul ettim. Okuldaki çalışmaları saymazsak ilk oyunum bu.
S.B: Daha önce çocuk tiyatrosu yapmıştım iki yıl. Çok şey kattı bana çünkü en gerçek reaksiyonu kesinlikle çocuklardan alıyorsunuz. Sıkılmışsa asla gülmüyor ve gitmek istiyor… Bunun dışında Mimar Sinan’daki arkadaşlarımla seyirci yetersizliği yüzünden sadece dört kez oynayabildiğimiz bir oyunda yer almıştım. Dolayısıyla profesyonel olarak ilk oyunum diyebilirim.
Şu anda bir dizide yer almıyorsunuz. Tiyatro yapmayı özellikle mi tercih ettiniz?
S.B: Oyunculuk eğitimi aldım ve işimi dizilerle kısıtlamak istemiyorum açıkçası. Mert beni, Güllerin Savaşı dizinde oynadığım karakterin öleceğini öğrendiği gün aradı. Bu bir işaret diye düşündüm. Diğer yandan tiyatro yapmayı çok istiyordum. 70 bölüm diziden sonra “kestik” kelimesini duymadan, bir akış içinde oynamak çok mutluluk verici. Bence tiyatro ve sinema/dizi bir oyuncu için verdiği haz açısından ayrışıyor. İş olarak beni açımdan aynı tabii ama aldığım haz bambaşka. İyi ki şu anda tiyatrodayım, iyi ki Büşra, Mert ve Mekan Artı ile beraberim. Bu arada bu oyunda yer almayı çok istememde Mekan Artı’nın mücadelesi de ateşleyici bir güç oldu benim için. Çünkü bu tiyatroyu ayakta tutmak için çok çaba harcıyorlar. Harbiye’deki mekanlarının kapatılıp çamaşırhane olmasının ardından son olarak Çemberlitaş’taki bu sahneye geldi ve diğer alternatif tiyatrolara da kapılarını açtılar.
B.D: Benim de düşüncem farklı değil. Meslek olarak bu işi seçtiğim için yapıyorum. Oyunculuk yapmayı seçtim, belki bana daha fazla mutluluk getirecek başka bir alan vardır bilemiyorum. Ama şu anda keyif alıyorum. Bana göre oyunculuk, başladığın andan itibaren kendini beğendirme isteğinden ziyade kendini sürekli geliştirme hissi duyduğun bir meslek. Dolayısıyla şu anda konservatuvarı da dondurmuşken kendimi geliştirecek tek alan var o da tiyatro. Diziyle bir yere kadar… Sadece bu oyunun tecrübesiyle bile biliyorum ki yarın okula geri dönsem final sahnelerim daha başka olur.
Oyun konu itibariyle depresif bir durumu ele alsa da kendi adıma söyleyeyim sıkıcı ya da huzursuz edici bulmadım. Sizce oyun, nasıl bir mesaj ve ruh hali vadediyor seyirciye?
B.D: Oyun bitince seyircinin umutla çıktığını düşünüyorum ki yazarın ve bizim de gayemiz bu. Bana da ilk okuduğumda metin felsefi alt yapısı, dünyayı öyle bir yerden sorgulaması nedeniyle depresif gelmişti. Ama yine de içindeki umutlu yanı aldım. Tabii izleyicinin koşullarına, dünyaya bakış açısına göre değişir bu. Herkesin tek derdi gerçeklik-sahtelik konusu değil sonuçta.
S.B: Norveç’te yaşanmış, gerçek bir hikaye bu. Yazarın ön plana aldığıysa biri 19, diğeri 21 yaşındaki bu iki gencin hayatı sorgulama biçimleri. Varoluş, kimlik, gerçeklik, sahtelik… Aslında her yaş grubunun hayat içinde sorgulamayıp es geçtiği konuları, yazar bu ikili üzerinden sahneye taşıyor. Yönetmenimizin de en büyük amacı seyircinin buradan ufak da olsa tebessümle çıkması. Her ne kadar depresif bir hikaye gibi görünse de öyle kısımları var ki tam tersi etki yaratıyor. Örneğin benim canlandırdığım August, hayat enerjisi çok yüksek biri. Ama bir o kadar da ötekileştirilmiş, öz güveni sıfır. İlginçtir ki hayatında ilk defa onu gerçekten önemseyen biri çıkıyor karşısına, o da Julie. İkisi de sorgulamalarının cevaplarını buluyor bu intihar sürecinde. Seyirci de eğer hayatın içindeki sorgulamalarını kara komediyle harmanlamak ve buradan bir tebessümle ayrılmak isterse, oyunumuza bekleriz.
Oyun önce kulis halleriniz nasıl?
B.D: Teknik provada her şey normal ama seyirci alınmaya başladığı an heyecan doruğa çıkıyor. 10 dakika boyunca karşılıklı volta atıyoruz (gülüyor).
Tatlı Küçük Yalancılar dizisindeki Selin karakteriyle Julie biraz birbirine benziyor gibi geldi. Siz ne düşünüyorsunuz?
B.D: Evet ikisi de biraz soğuk karakterler. Mert diziyi izleyip mi karar verdi bilmiyorum ama bana biraz kolaylık olduğu kesin. Birden bambaşka bir enerjiye adapte olmak durumunda kalmadım. Diğer yandan ikisinin enerjisi de bana yakın olduğu için oynamaktan keyif alıyorum
Tiyatro oyunu dışında görünürde başka proje var mı?
B.D: Yazın yapacağım bir sinema filmi var. Televizyon içinse büyük ihtimale eylül ayını bekleyeceğim. Acelem yok, içime sinen bir iş olursa yer alırım elbette. Genelde romantik komedi işleri geliyor ve pek o tarafta yer almak istemiyorum.
S.B: Büşra ile genelde aynı projeler geliyor, birlikte okuyup değerlendiriyoruz. Ben de açıkçası biraz beklemekten yanayım. Şu an zaten tiyatro var gündemde. Sırf iş olsun herhangi bir projede yer almak istemiyorum. Projenin türünden ziyade oynayacağım karakterle ilgileniyorum. Derdi, çatışmaları olan ve oynamaktan keyif alacağım bir karakter tercih ediyorum. Çok güzel senaryolar da geliyor. Ama bu bir şans. Doğru senaryo, doğru kast, doğru yapım vs. Aceleci davranmak istemiyorum.
Artık çok sayıda yerli film çekiliyor. İçlerinde sizin dediğiniz gibi sırf iş olsun diye yapılanlar da var. Öyle bile olsa film sayısındaki bu artışı, sinemanın gelişimi açısından siz nasıl görüyorsunuz?
S.B: Kesinlikle katkısı olduğunu düşünüyorum. Zaten bu biraz hedef kitleyle de alakalı. Bağımsız filmler kalkıp da gişeye oynamıyorlar, gişe filmleri de belli başlı sinemalarda gösteriliyor. Mesela biz de bugün oyunumuzda videoyu kullandığımız için eleştiriler alabiliyoruz. Nereden baktığınızla alakalı. Bu oyun sinema estetiğiyle tiyatroyu birleştiren bir oyun. Farklı renkler ne kadar artarsa o kadar zenginleşeceğiz.
B.D: Yapılan her türdeki işin mutlaka bir alıcısı var. Ben gidip izlemem belki ama sektörün gelişmesi açısından çekilmesini önemsiyorum.
Sinema tekniğiyle tiyatronun buluşturulması özellikle bağımsız tiyatroların daha sık denediği bir yöntem. Bu reji olarak sizin tercihiniz miydi yoksa yazarın bir öngörüsü var mıydı?
B.D: Yazarın kaleme aldığı “Julie ve August kamerayı çıkartır, birbirlerini çekerler ve bunu görürüz” şeklindeydi. Ama bunu nasıl yansıtacağınız size kalmış. Mert, o sahneleri önceden çekip ekrana yansıtmayı seçti. Tabii hiç yansıtmadan da oynayabilirsiniz.
S.B: Evet, birçok alternatif var. Mesela çekiyormuş gibi yapabilirsiniz ya da o anı doğrudan ekranda oynatabilirsiniz. Mert, oyunda sürekli vurgulanan sahtelik-gerçeklik kavramlarını rejiyle buluşturdu. Önceden çekilen videolarla sahnedeki gerçekliği kırmaktı amaç. Bunu rejiyle güzel tamamladık diye düşünüyorum. Diğer yandan bu sahne eski bir sinema salonu. Böyle bir oyunu bu sahnede oynamakla da taşlar yerine oturdu bence. Bunun dışında videodaki görüntü bittiği anda sahnede o duyguyla oynamaya devam etmek, benim açımdan çok ama çok keyifli.
Peki seyirci olarak ne tür oyunları seversiniz?
B.D: Ben daha çok sahnede oyunculuk performansı görmeyi seviyorum. En son Ceza Külliyesi’ni izledim ki sadece oyunculuk değil bütünüyle çok beğendim. İnanılmaz bir dekoru vardır. Kalabalık kadrolu oyunlardan ziyade, tek ya da iki kişilik oyunları izlemekten hoşlanıyorum.
S.B: Bense prodüksiyonlu işlere hayran kalıyorum. İyi yapılmış işlerde o kadar estetik, o kadar pürüzsüz duruyor ki. Özellikle yurt dışındaki örnekleri görüp ağzımın sulanmaması imkansız. Türkiye’de de izlediğim interaktif oyunlara bayılıyorum. Belki oyuncu olduğum için dahil olabildiğim oyunlar daha çok ilgimi çekiyor. En son D22’de Kuş Öpücüğü oyununa gittim. Orada da seyirci televizyon stüdyosundaki seyirci gibi konumlanıp oyunun bir parçası oluyor. Her yönüyle çok başarılı buldum.
Not: Burada.Bugün her cuma ve cumartesi günü Mekan Artı’nın Çemberlitaş’taki yeni sahnesinde (Şafak Sineması içinde) izlenebilir.