Piyasa Daima Kazanır!

Oscar adaylarının açıklanmasına sayılı günler kala, adet olduğu üzere aday olması muhtemel filmler birer birer vizyona girmeye başladı. Bu hafta çeşitli dallarda adaylık almaları muhtemel görünen üç film yer birden vizyona giriyor.  Quentin Tarantino’nun The Hateful Eight’i, David O. Russell'ın Jennifer Lawrence ve  Bradley Cooper’ı bir kez daha bir araya getirdiği Joy’u ve göz kamaştırıcı oyuncu kadrosuyla The Big Short.

Hangisini haftanın filmi olarak seçsek diğerinin hatırı kalacak ama Altın Küre’de en iyi film, senaryo ve iki oyuncusuyla erkek oyuncu dalında kazandığı adaylıklarla The Big Short/ Büyük Açık’ın bir adım önde olduğunu belirtelim. Bugüne kadar Step Brothers ve The Other Guys gibi vasat filmlere ve çeşitli televizyon işlerine imza atan Adam McKay bu kez çıtayı oldukça yükseklere koymuş görünüyor. Birkaç açıdan. Öncelikle, Christian Bale, Steve Carell, Ryan Gosling, Brad Pitt ve Marisa Tomei gibi büyük yıldızları aynı filmin çatısı altında buluşturmayı başarıyor. Bunda filmin yapımcıları arasında Brad Pitt’in olmasının payı ne kadar bilinmez ama kadronun filme davetiye çıkardığı kesin.

Hangisini haftanın filmi olarak seçsek diğerinin hatırı kalacak ama Altın Küre’de en iyi film, senaryo ve iki oyuncusuyla erkek oyuncu dalında kazandığı adaylıklarla The Big Short/ Büyük Açık’ın bir adım önde olduğunu belirtelim. Bugüne kadar Step Brothers ve The Other Guys gibi vasat filmlere ve çeşitli televizyon işlerine imza atan Adam McKay bu kez çıtayı oldukça yükseklere koymuş görünüyor. Birkaç açıdan. Öncelikle, Christian Bale, Steve Carell, Ryan Gosling, Brad Pitt ve Marisa Tomei gibi büyük yıldızları aynı filmin çatısı altında buluşturmayı başarıyor. Bunda filmin yapımcıları arasında Brad Pitt’in olmasının payı ne kadar bilinmez ama kadronun filme davetiye çıkardığı kesin.

Filmin estetiğini belgesele yaklaştıran McKay, bunun avantajlarından oldukça yararlanmış. Finansal kriz gibi karmaşık bir yapıyı seyirciye aktarmak için bazı ‘alakasız ama ünlü’ isimlerin araya girip kimi terimler hakkında aydınlatıcı bilgiler verdiği bölümler eklemiş ki, bu bölümler hem filme bir espri katıyor hem de seyircinin karmaşa içerisinde dolanırken durumu kavramasına yardımcı oluyor. 2010 yılında belgesel dalında Oscar kazanan Wall Street’ten isimlerin krizi ve insanların nasıl dolandırıldığını anlattıkları Inside Job kadar olmasa da aynı konuyu ‘suçluların’ gözünden aktaran Margin Call kadar iyi bir film var karşımızda. 

Fırsatı değerlendirip para kazanmak isteyen açgözlü bir bankacı, işini etik kurallar içinde yapmaya çalışan bir finans patronu, aslında doktor olmasına rağmen rakamları okumakta usta olduğu için finans işinde yer alan garip bir adam ve kısa yoldan zengin olma peşinde koşan iki ‘girişimci’nin ayrı ayrı hikayelerini takip ettiğimiz film; Amerika’da finans sektörünün aç gözlülüğünü ve sorumsuzluğunu gözler önüne seriyor sermesine, hatta bir adım daha öteye gidip bütün bu yıkımın sorumlularının yargı önüne çıkartılmadığını, üzerine ödüllendirildiklerini bile gösteriyor bize.

Steve Carrel, geçen yıl Foxcatcher’daki oyunculuk gösterisine burada da devam ediyor. Brad Pitt, “Ferrari’sini satan bilge” edasıyla ortalıkta dolaşıyor, Christian Bale’a nörtlük, Ryan Gosling’e züppelik cuk diye oturuyor.

Ama filmin çok ciddi bir ahlaki problemi var kanımca. Yönetmen, finans yapısındaki açığı keşfeden bu insanlara karşı mesafesini koruyamıyor. Hatta seyircinin onları sevmesi için çaba harcadığı bile söylenebilir. Neticede, filmde de görüldüğü üzere, bu karakterlerin hepsinin yaklaşmakta olan krizi görebilmelerindeki tek amaç doğru bahsi oynayıp paralarına para katmak. Öyle de oluyor. Onlar paralarını katlarken, biz de sanki özdeşlik kurduğumuz sevimli hırsızlar en sonunda polisi atlatıp egzotik bir adaya ulaşmayı başarmışlar gibi hissediyoruz. Oysa bu karakterlerin yaklaşımlarının filmin kötü adamlarından hiç farkı yok. Piyasa, her koşulda kazanıyor anlayacağınız!

https://www.youtube.com/watch?v=vgqG3ITMv1Q