Belçikalı şarkıcı ve söz yazarı Sylvie Kreusch ile 29 Temmuz’da +1 Sunar: Gezgin Salon Festivali’nde vereceği konser öncesi merak ettiklerimizi konuştuk.
Sylvie Kreusch, on yıllık kariyerinin ilk çıkışını Belçika’nın art rock sahnesinde, Soldier’s Heart ve Warhaus ile çalarak yaptı. İlk EP’si BADA BING BABA BOOM!’un ardından Wild Love’ı yayımladı. 2021’de yayımladığı ilk albümü Montbray’de Kreusch, kalp kırıklıklarını ve kişisel deneyimlerini dinleyicilerle buluşturdu. Sylvie Kreusch, 29 Temmuz’da +1 Sunar: Gezgin Salon Festivali kapsamında ilk kez Türkiye’de konser verecek.
İlk olarak müzik ile yollarınızın nasıl kesiştiğini konuşarak başlamak istiyorum. Bir röportajınızda müzikal yolculuğunuza çok erken yaşlarda, müzik öğretmeninizin teşvikiyle başladığınızı okudum. Bu hikâyeyi bizimle paylaşır mısınız? Zaman içinde müziği bir kariyer olarak sürdürme arzunuz nasıl şekillendi?
Evet, okuldaki müzik öğretmenim şarkı söyleyebildiğimi keşfettiğinde sadece yedi ya da sekiz yaşındaydım. Yıl sonunda yapılacak gösterideki solo performanslar için sınıfta iyi bir ses arıyordu. Bu sebeple hepimiz ayrı ayrı şarkı söylemek zorunda kaldık ve o beni böylece fark etti. Bu komikti çünkü annem bilmiyordu, ben de ona bahsetmedim. Şarkı söyleyeceğimi duyunca çok şaşırdı. Bence bu ona umut verdi çünkü ben gerçekten kötü bir öğrenciydim. Bu şekilde başladı. Daha sonra dans ve tiyatro dersleri aldım. O zamanlar yapmak istediğim tek şeyin sahnede olmak olduğunu hatırlıyorum.
David Bowie’den Róisín Murphy’ye, Nancy Sinatra’dan Björk’e ilham aldığınız bu sanatçılar müziğinizi ve lirik tarzınızı nasıl şekillendirdi? Bu sanatçılardan size özellikle ilham veren belirli şarkılar veya albümleri var mı?
Hepsinin bana çok farklı şekillerde ilham verdiğini düşünüyorum. Örneğin, Róisín Murphy’nin sahne ışığı gerçekten örnek aldığım bir şey. David Bowie’nin her albümde tarzını değiştirmeye cesaret etmesine bayılıyorum. Björk’ün bu kadar fütüristik ama aynı anda zamansız olmasına bayılıyorum. Nancy Sinatra’nın doğal duruşunu, sinematik havasını seviyorum. Bu aynı zamanda her zaman müziğime katmaya çalıştığım bir şey. Favorilerim olduğunu söylemek zor ama sanırım en çok dinlediklerim arasında David Bowie’nin “I'm Deranged”, “Five Years”, “Sound and Vision” ve “Lazarus” şarkıları yer alıyor. Róisín Murphy’den favorim “Ancora Tu”. Björk’ten ise “Venus as a Boy” ve “Human Behaviour” şarkılarını seviyorum. Nancy Sinatra’dan tabii ki favorim “Bang Bang (My Baby Shot Me Down)”. “Summer Wine” ve “This Boots Are Made for Walkin'” şarkılarını da severek dinliyorum.
2021’de yayımladığınız ilk albümünüz Montbray, kişisel deneyimlerin bir yansıması. Bu kadar samimi parçaları yazarken ve icra ederken duygularınız nasıl şekilleniyor? Dinleyicilerin sizin hayatınıza bir şekilde dahil olması size neler hissettiriyor?
Montbray’i yazmak çok kişisel ve acı verici bir deneyimdi. Şimdiye kadar yazdıklarımın arasında açık ara en dürüstü olduğunu düşünüyorum. Tüm süreç boyunca aklımda hiç dinleyici olmadı çünkü korona yüzünden dünya kapanmıştı, albümü duyacaklarmış gibi bile hissetmedim. Daha sonra insanlardan bu albümün depresyon ve ayrılıklarında onlara nasıl yardımcı olduğunu anlatan pek çok kişisel mektup aldım. O zaman yaptığım şeyin sadece kendimle ilgili olmadığını ve bir yabancı için çok daha fazla anlam ifade edebileceğini ilk kez hissettim.
Kişisel deneyimlerimizi hepimiz farklı şekillerde ifade ederiz. Sanıyorum ki sizin için bu yöntem “müzik”. Size göre müziğin hem yaratım hem de performans açısından iyileştirici bir yönü var mı? Müzik yapmak sizin için ne ifade ediyor?
Sanırım yaşlandıkça müzik yapmanın ve performans sergilemenin geçmişte beni birçok kez kurtardığını daha çok anlıyorum. Sanatıma yansıtma şansım olmasaydı duygularımla nasıl baş ederdim hayal bile edemiyorum. Büyük kitleler için performans sergilemeye başlamadan önce çok dışa dönüktüm. Gerçekten yerinde duramayan, hareketli biriydim. Şimdi turneye çıkma ve performans sergileme şansı buldukça gerçek hayatta daha içe dönük olduğumu hissediyorum. Bunun ne anlama geldiğini gerçekten bilmiyorum ama sanırım sahnede olmak beni dinlendiriyor.
Sentezlenmiş veya dijital sesler yerine şarkılarınızda gerçek enstrüman seslerine yer veriyorsunuz. Bunu tercih etmenizdeki sebepler neler? Bunun müziğinizin özgünlüğüne nasıl katkıda bulunduklarını düşünüyorsunuz?
Ben çok nostaljik bir insanım. Geleceği düşündüğümde bile gerçekten korkuyorum. Belki de gerçek enstrümanlar kullanmamın nedeni, bu şekilde müzikte daha çok, daha gerçek duygular hissedilebileceğini düşünmemdir. Çünkü bu enstrümanların arkasında gerçek insanlar var. Büyük gruplarda çalışmayı seviyorum ve birlikte çalıştığım tüm insanlardan gerçekten ilham alıyorum. Sadece bilgisayar kullanmış olsaydım kendimi tamamlanmış hissetmezdim sanırım, çünkü beni korkutuyorlar.
Kişisel olarak sizi “Seedy Tricks” şarkınızla keşfettim ve benim için yeri çok ayrı bu parçanın. Merak ediyorum bir hikâyesi var mı ya da yaratım süreci nasıldı?
“Seedy Tricks”in yazdığım ilk düzgün şarkı olduğunu hatırlıyorum. Çok küçük bir tur otobüsünde Warhaus ile birlikte turnedeydim. Hiçbir beklentim olmadan yatağa uzanmış bir şeyler yazmaya çalışıyordum. Rastgele şeyler fısıldıyordum çünkü mahremiyet yoktu ve hepimiz bir aradaydık. Bu bayağı komik çünkü o anlar çok büyülü olabiliyor. Tüm şarkıyı sadece bir saat içinde yazdığımı hatırlıyorum.
+1 Sunar: Gezgin Salon Festivali kapsamında 29 Temmuz’da ilk kez Türkiye’de sahne alacaksınız. Bu konserde dinleyicileri neler bekliyor? Siz Türkiye’deki dinleyicilerden neler bekliyorsunuz?
Sonunda İstanbul’da sahne alacağım için gerçekten çok mutluyum. Birkaç kez gelmeye çalıştık ancak iptal oldu. Evet, sonunda oluyor ve bence çok eğlenceli olacak. Aynı zamanda bu konser son şovlarımdan biri olacak çünkü ikinci albümüm üzerinde çalışmak için stüdyoda olacağım. Bu yüzden çok duygusal olacak.
29 - 30 Temmuz’da Parkorman’da gerçekleşecek +1 Sunar: Gezgin Salon Festivali biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.