Öncelikle bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Aslında benimki biraz dolambaçlı bir yolculuk gibi gözükse de okul ve akademik kariyer benim için oldukça önemli. Kullandığım şapkalardan birisi akademisyenlik. Bu süreç içerisinde temelinde bir matematik eğitimi aldım. Sonrasında sanat ve müziğe olan ilgim beni bir grup ile tanıştırdı ve Replikas ile çalmaya başladım. Sanata olan ilgim evrilmeye başladı, Sabancı Üniversitesi’nde sanat ve tasarım alanında ders vermeye başladım. Ardından İngiltere’ye gittim, Sesnel Sanatlar üzerine yüksek lisans yaptım.
Sanatın altındaki sorgulamalarda bir şeyin eksikliğini duydum ve bunun ardından felsefe ilgimi çekmeye başladı. Bu süreç içerisinde insan – teknoloji ilişkisini biraz sorgulamaya başladım. Doktoramı da Teknoloji Felsefesi üzerine tamamladım. Temel bilim, sanat ve felsefeden beslenen bir karakterim var. Düşünen, yazan, üreten ve müzik yapan biriyim.
Matematik bölümünden sonra, Sesnel Sanatlar üzerine yüksek lisansınızı tamamladınız. Ve son olarak doktoranızı Medya İletişim Felsefesi'nde gerçekleştirdiniz. Bu üç disiplinin üretimlerinize nasıl etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?
Üç disiplinin de aynı şeyden bahsettiğini fakat bir dilden konuştuklarını düşünüyorum. Jean Tinguely’nin “Aslında sanat diye bir şey yoktur şiir vardır” sözünü benimsiyorum. Sanat sonradan ortaya çıkarılmış bir icattır, insanlar sanatı yaparlar ama tavırları şairane bir tavırdır. O şairanelik aslında matematiğin ve felsefenin içerisinde de var. Yaptığım eserlerin çoğunda da bunu görebiliyorum. Teknoloji ile olan ilişkim fen bilimlerine olan ilgi ve alakamdan ötürü beni bu işleri üretme yönünde dürtebiliyor.
Çalışmalarınızı tanımlamanız istendiğinde, neler söylüyorsunuz?
Bir diskuru, anlatımı ve kaygısı olan; içeriğini direkt dışarı vurmayan ancak sorguladıkça başka katmanlarını ortaya çıkartan, derinliği olan işler diyebiliriz. Bu teknolojik olabilir, olmayadabilir. Ancak genellikle estetik formları barındıran ve minimalist yaklaşımlar sergileyen, politik bir duruşu olan; bir düşünceden, felsefeden beslenen, sorgulayan, sorgulatan alt metinleri olan işler üretiyorum.
Çalışmalarınızda dijital teknolojiler ve ses mimarlığının imkânlarınını bir arada gözlemleyebiliyoruz? Ne zamandır dijital medya üzerine çalışmalar üretiyorsunuz? Bu çalışma alanınız nasıl gelişti?
İnternet bu meseleyi oldukça yaygınlaştıran ve kültürel bir aydınlanma sağlayan bir olgu. 70, 80’lerde Fluxus sonrası ortaya çıkan bir anlayış var. İnternetten sonra, insanlara bilginin ulaşmasının yaygınlaşmasıyla beraber 2000’lerde Dijital Medya daha kabul edilebilir bir şekilde karşımıza çıkıyor. Müze ve galerilerde dijital sanata ait eserler sergilenmeye başlıyor. Bu eserler daha öncesinde de yapılıyordu ancak zaman içerisinde daha görünür ve bilinir hale geldi.
Geçtiğimiz aylarda sizi Moving Image'in New York ayağında gördük. Fuara katıldığınız 'Sis' isimli çalışmanızı biraz anlatır mısınız?
‘Sis’ aslında benim, 2014’te Galeri Zilberman’daki kişisel sergimde sergilediğim bir işti. Bu işte sizi sürekli görüntüleyen bir kamera var. Ancak bunu dijital bir video görüntüsü olarak sunmayıp, bir veriye çevirerek, üç boyutlu eksende bir hacim yaratarak farklı geometri ve tipografiler oluşturuyor.
Alt metinlerine baktığımızda ise, dönemin çalkantılı politik konjonktürü de beni oldukça besledi. Ben dijitalin manipülasyona çok fazla güç verdiğine inanıyorum, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamadığımız bir sürece girdik. Herkesin kendine ait bir gerçekliği oluşmaya başladı. Ben bu durumu 2013 yılında yayımlanan Data Reality kitabımda da dile getirmeye çalıştım. Biz gerçekliği somutlaştırıyoruz, daha net konuşmak gerekirse bir materyal ya da bir veriye çeviriyoruz, ondan sonra da onu manipüle ediyoruz.
Sis de insanları yakalıyor, ama onları bir veriye çevirerek üzerilerine bir sis bulutu getiriyor. O sis de bence gerçekliği gizlemek için varolan bir başka perde.
Yurt dışındaki fuarları ziyaret ettikçe Türkiye’deki fuarlar ile kıyasladığınız oluyor mu?
Ben Türkiye’deki fuarların oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Uzak Doğu’da katıldığım fuarlar da oldu. Fuar ortamının tavrı belli, sanatseverlere galeride izleyecekleri keyfi vermediği açık. Fuarların bilinir isimler ve galeriler üzeriden yürüyen, referanslarla ilerleyen bir durumu var.
Bir karmaşa ve keşmekeş olduğu aşikar. Ama yurt dışında da olsa, yurt içinde de olsa bu durum benzer. Contemporary İstanbul’daki Plug In gibi bölümlerin yurt dışında çok da fazla olmadığını farkettim. Bu bölümlerin bir takım medya festivallerinde ya da sadece bu alana yönelik elektronik sanatlar üzerine düzenlenmiş fuarlarda varolduğunu gördüm. Contemporary İstanbul’daki Plug In benim için çok sıcak bir hareketin başlangıcıydı. Armory Show’da dahi interaktif projeler oldukça azdı.
Sanat, müzik, akedemisyenlik... Hepsine yetişmek zaman zaman zor oluyor mu?
Oldukça yoğun bir programım var bu doğru. Ancak çalışma alanlarımın hepsi ortak bir noktada buluşabiliyor. Çünkü ben hem üreten hem öğreten olmayı tercih ediyorum. Beslendiğim şey tekonoloji ve üretimleri olduğu için, ben de günbegün öğrenip üreterek bunu da öğrencilerime yansıtıyorum. Mesai olarak çok programlı bir hayatım var aksi takdirde çok da fazla bir lüksüm olmayabiliyor. Çok yoğunum ancak bu yoğunluktan haz alıyorum.
Son olarak Red Bull Art Around ile karşımıza çıkıyorsunuz. Red Bull Art Around’a nasıl bir çalışma ile katılıyorsunuz?
Red Bull Art Around’da yepyeni bir şey yapıyorum. Şu an hazırlık aşamasında. İpucu vermek gerekirse, biraz bu kültüre ait bir şeyi ortaya çıkartmayı planlıyorum. Hiç bilmediğimiz, tanımadığımız bir insanın bize yardım etmesine karşı olan kaygımız ve o temiz süreç içerisindeki sorumluluğun yarattığı endişe gibi bir konusu olacak. İroniyi seviyorum ancak bu defa diğer işlerime göre ironisi daha ağırlıklı olan, insanların gülüp eğlenebileceği bir iş ortaya çıkacak. İsmi de ‘Gel Gel’ olacak.
Sizi bundan sonra hangi projelerde göreceğiz, bir hazırlık süreci mevcut mu?
Bir iki fikrim var, bir proje için çok heyecanlanmıştım ancak bir benzerini gördüm ve kendimi sorguluyorum şu anda. İlk olmak kaygısı pek üzerimde yok, çok tüketilmiş bir fikir de değil, onun için çok ciddi zaman harcayıp teknolojik ve estetik anlamda çözmüştüm. Belki onu yapabilirim, ancak şu anda çok mutfaktan konuşuyorum emin değilim.
Bir de Daire Sanat’ta 23 Mayıs’ta açılacak olan bir karma sergiye katılacağım. Sergide Analog Pikseller isimli serimden bir iş yer alacak.
Bir süredir düşüncesel eylemler ve üretimlere yöneldim; konferanslar ve kitaplar gibi. Yeni eserler üretmeye yönelmek istiyorum.
Not: Red Bull Art Around; Ali İbrahim Öcal, Cins, Furkan Nuka Birgün, Lakormis ve Ham, Mehmet Ali Uysal, Ozan Türkkan, Selçuk Artut ve Volkan Kızıltunç’un farklı disiplinlerde üretilmiş sekiz eseri ile 5-12 Mayıs tarihlerinde Karaköy’de gerçekleşecek. Proje kapsamında Wom, Nove, Ops Cafe, Mae Zae Tasarım Mağazası, Fransız Geçidi, Murakıp Sokak, Mumhane Caddesi ve Kemankeş Caddesi‘nde görsel ve işitsel enstalasyonlar, neon enstalasyonlar, videolar, resim ve illüstrasyon çalışmaları yer alacak.