TOY İstanbul Sahne Yöneticisi Necati Kutlu ve senarist, TOY Atölye eğitmenlerinden Pınar Bulut ile TOY İstanbul ve gerçekleştirilen atölyeler üzerine konuştuk.
İlk olarak TOY İstanbul Sahne Yöneticisi Necati Kutlu ile sezona yeni bir soluk getiren Toy İstanbul, Türkiye'de tiyatro ve projeler hakkında konuştuk.
Türkiye’de tiyatro anlamında ilginin göreceli olarak arttığı düşüncesindeyim ama bağımsız sahnelerin maddi/manevi anlamda zorluklarını gidermede yeterli değil bu. Birçok zorlukla boğuşulan bu dönemde sizi Toy İstanbul’u hayata geçirmeye ikna eden ne oldu?
Öncellikle inanmak diyelim. Bu kavramın içinde hem oyunlara hem tiyatroya hem de kendimize inanmak yer alıyor. Açıldığımız günden itibaren çok da kolay bir süreç geçireceğimizi düşünmüyorduk zaten ama bilinçliydik. İnanmak ve her ne yapıyorsak en iyisini yapmaya çalışmak bizim için en önemli motivasyonlardan biriydi. İstanbul’da yine de böyle sahnelere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Çok büyük özveri ve zorluklarla yapılan işler var. Biz tekelleşmeye gitmeden bağımsız tiyatrolarla ve alternatif sahnelerle bu yolda beraber yürümek istedik. Aslında bu güzel işlerin seyircisi hala var. Fakat insanların artık bir yaşam alanı var ve oradan dışarı çıkmayı pek istemiyorlar. Gettolaşıyoruz yani ve eğer doğru seyirciye ulaşırsak, o zaman yaptığımız işler veya yapılan işler birilerine değiyor. Evet, zor ama denemeye değer. Birilerine ulaşmak da bizi heyecanlandıran ve motive eden bir histi.
Sanatın bir oyun, oyunun da ciddi bir iş olduğunu belirtiyor ve sanatın kuralları olduğunu söylüyorsunuz. Yaratıcılığın hakim olduğu bir alanda bu kurallar nedir, ne belirler? Toy İstanbul’un kuralları nedir?
Oyunun ciddi bir iş olduğunu düşünüyoruz ve belli başlı kurallarının olduğunu da. Sanat elbette ki göreceli bir kavram fakat bazı temel kuralları var. Olmasaydı zaten okulları ya da atölyeleri olmazdı. Aslında sanatın her dalında olduğu gibi oyunculuğun da tiyatronun da başka dallarla beslenen kendi içinde ciddi kuralları ve dinamiği var. TOY İstanbul olarak bütün oyunlarımızı seçerken bir üslup birliğine dikkat etmeye özen gösterdik. Aynı dinamikte, birbirinden farklı ama ortak paydada derdi bize değen metinlere ve alternatif tiyatrolara destek vermek istedik. Bunlar net kurallar olmamakla birlikte dikkat ettiğimiz özendiğimiz şeyler. Türkiye'de bu anlamda bir dayanışma da var; sahnesiz sahneler gibi. Biz de sevdiğimiz oyunlara sahne olmak istedik. Aynı zamanda kendi oyunlarımızı yapmayı da amaçladık.
TOY İstanbul, sahne sanatlarının yapı taşlarını tek bir çatı altında toplayan bir oluşum. Oyunların yanı sıra pek çok atölyeye de ev sahipliği yapıyorsunuz. Senaryo yazarlığı, şiir, öykü, şarkı sözü hatta spor yazarlığı, oyunculuk ve Kemal Hamamcıoğlu ile sevme tutkusu üzerine atölyeler. Eğitimlerin ve eğitmenlerin seçimi nasıl gerçekleşti? Kimler katılabilir bu atölyelere ve sonunda ellerinde ne kalır katılırlarsa?
TOY İstanbul’da TOY’un açılımı Tiyatro, Oyunculuk, Yazarlık. Burası sadece bir sahne olarak kalmıyor aynı zamanda bir okul da oluyor. Bu okulda sanatın her dalında biraz durulmak isteniyor. Az önce değindiğim gibi sanatın belli başlı kuralları ve temel bir yapısı, bir disiplini var. Bütün bunları işlemek istiyoruz; oyunculuk, yazarlık ve müzik gibi. Hepsinin iç içe girdiği bir merkez olmak istiyoruz. Disiplinlerarası bir yolculuk diyelim. Aynı zamanda “toy” eski Türkçe’de bir araya gelmek demek. Eğitmenlerimiz yeni oyuncularla, yeni yazarlarla bir araya gelmek istiyorlar. İlk mezunlarımızı bu sene veriyoruz. Sene boyunca yazarlık atölyeleri ve oyunculuk atölyeleri bir arada çalıştılar. Şimdi ürünleri toplama ve sektörle tanıştırma zamanı geldi. Oyuncularımız bu ay sonunda bir tiyatro oyunu sergilemenin yanı sıra yeni yazarlarımızın atölyede yazdığı kısa filmlerde oynayacaklar. Bu filmleri ve oyunu sektörle buluşturacağız. Bu üretilen işleri birçok menajer, cast direktörü ve yapımcılar izleyecek. En önemlisi bütün yıl beraber deneyimledikleri ve ürettikleri her şeyi insanlara gösterme fırsatını elde edecekler.
Sezonunuzu sahnenizi açtığınız oyunları izleyiciyle buluşturacağınız bir festivalle sonlandırıyorsunuz. Neden bunu festival olarak nitelendirdiniz?
Bunun her yıl yapılacak bir festival olmasını istiyoruz. Bu ilk yılımız ve aslına bakarsanız bizim her ayımız devamlı bir festival gibi geçiyor, sürekli yeni oyunlar, yeni metinler ve yeni oyuncularla. Bunların sezon sonunda her gece ayrı bir oyunla devam etmesini istedik. Sezon boyunca bizi destekleyen ve yeni sezonda da bizimle olacak oyunlarla birlikte hareket ettik.
Festivalle biten bir sezon sonunda genç bir sahne olan TOY İstanbul için bu sezon nasıl geçti?
Aslında gencecik, yeni açılmış bir tiyatroyuz ve bu yıl otuza yakın oyuna ev sahipliği yapmışız. Bunun içinde sezonda sürekli oynanan oyunlarla beraber TOY İstanbul'da prömiyerini yapmış birçok oyun var. Yeni oluşumlar, yeni heyecanlar var. Bütün bunları yaparken kendi mutfağımızdan çıkma bir prodüksiyonumuz da var. İlk oyunumuz Kaplan Sarılması. Yazarlık atölyemizin eğitmenlerinden Kemal Hamamcıoğlu'nun yazdığı, oyunculuk atölyemizin eğitmenlerinden Bahar Kerimoğlu'nun yönettiği bir oyun. Gerek atölyeleri gerek ev sahipliği yaptığı oyunları gerekse prodüksiyonu ile bizim için tecrübe dolu, uzun ama çok hızlı bir sezon geçirdik.
Yeni sezona hazırlanırken yaz sürecinde Toy İstanbul’da bir şeyler olacak mı, tiyatroseverler sonbaharı mı bekleyecekler?
Bazı şeyler olacak tabii ki ama sürpriz olsun. Bunları sosyal medya aracılığı ile duyuracağız. Takipte ve oyunda kalmak dileğiyle…
TOY İstanbul'un atölye eğitmenlerinden ve senarist Pınar Bulut ile de gerçekleştirilen atölyeler ve profesyoneli olduğu senaryo yazımı üzerine bir konuştuk.
Sizin TOY İstanbul ile yollarınız nasıl keşişti?
TOY İstanbul, Yazı Odası’ndaki ortağımız Cengiz Temel’in projesi. Tam da yeni şeylere, kirlenmemiş heveslere, ticarileşmemiş heyecanlara özlem duyduğumuz bir zamanda ortaya atıldı. Cengiz, Gmall’da artık kullanılmayan sahneyi genç tiyatroculara yeni bir nefes, bir araç olması hayaliyle canlandırmaya karar verdi. Yazarlık atölyelerini biz Kerem’le yıllardır yapıyorduk zaten. Daha da geliştirdik, derinleştirdik. Bir de oyunculuk atölyesini ekledik ki sadece eğitime değil, aynı zamanda üretime de yönelik bir buluşma, bir oyun alanı oluşsun.
TOY İstanbul'daki yazarlık atölyelerinden biraz bahsedebilir misiniz?
Kendimize göre kriterlerimiz var atölyelerimizde. Altyapıyı çok önemsiyoruz örneğin. Yazar baktığını görebilen insandır. İlk kurda sadece resim, heykel inceliyoruz, klip izliyoruz, müzik dinliyoruz. Eserlerin arkalarındaki ham fikri görmeye çalışıyoruz. Çünkü mesleğimizin disiplinlerarası tarafını çok önemsiyoruz. Sadece senaryo yazabilmekle yetinmeyen, söyleyecek yeni bir sözü olan ‘sanatçılar’ yetiştirmek için bunun şart olduğunu düşünüyoruz.
İşin tekniğine geçtiğimizdeyse uluslararası senaryoculuk standartlarını takip ediyoruz. Kerem ve benim en kuvvetli olduğumuz alanlardan biri bu. Atölye sonunda zanaatına hakim, hayallerini yazıya dökecek yetide senaryo yazarları yetiştirmeye çalışıyoruz.
Bir de yazarlarımıza ücretsiz oyunculuk dersleri veriyoruz. İşin iki tarafını da içselleştirebilmeleri adına.
Bu atölyeler Türkiye'de sinema ve dizi sektörüne yeni senaristler katacak mı sizce? Bu atölyeleri tamamlayan isimlere profesyonel hayat için nasıl yollar gösteriyorsunuz?
Yeni senaristlerin yolda olduğunu söyleyebilirim. Başvurular arasından bu mesleğe en uygun adayları seçmeye çalıştık. Seçilmiş öğrencilerimiz var, onlara güveniyorum. Atölye bittiğinde sektöre ulaşabilmeleri adına bir fırsat vermek istedik onlara. Bir gece organize ediyoruz. Öğrencilerimizin atölyede yazdıkları kısa filmleri çekeceğiz ve sektörün başını çeken isimleri davet edip onlara izleteceğiz. Kendilerinden önce ürünleri profesyonel dünyayla buluşacak. Devamının geleceğine inançlıyım.
Onun içinde atölye müfredatımıza profesyonel senaristlikle ilgili dersler ekledik. Senaryo yazarlığını bir meslek olarak tercih ettiklerinde nelerle karşılaşacaklarını, engellerle nasıl baş edeceklerini, fırsatları nasıl daha verimli değerlendirebileceklerini kendi tecrübelerimiz ışığında paylaşıyoruz öğrencilerimizle.
“Bir yazar oynayabilmeli ve bir oyuncu yazabilmeli” derken kendi içinde özelleşmiş alanların icracılarının bu özel alanlarının dışına çıkmasını bekliyorsunuz. Neden bu güvenli alanlardan çıkarmak istiyorsunuz?
Sanat güvenli alanınızın dışına çıktığınızda başlar zaten. Senarist adayları hakim oldukları değil, olmadıkları taraflar için bize geliyorlar. Biz de diyoruz ki, bir sanatçı adayı farklı disiplinleri kucaklamalı. Gözünü, kulağını oralara kapatmamalı. Çünkü ilham oralardan gelir. Hikâyeler oralardan çıkar. Arada kafanızı bilgisayarınızdan kaldırıp dünyaya bakmalısınız. Sektörümüz sağ olsun senaristleri neredeyse bir köle mantığıyla bilgisayarının başına hapsediyor. Haftada 150 sayfa senaryo çıkarmaya çalışırken, bırakın oyuncuyu anne babanızı bile göremiyorsunuz. Oysa senaryo yarım bir mamuldür. Birileri onu oynadığında, çektiğinde üretim süreci tamamlanır. Üreticilerin birbirini tanımadığı, anlamadığı, birbirlerinin uzmanlık alanına sıfır hakimiyetlerinin olduğu bir eserden ne bekleyebilirsiniz ki. İşte biz bunu aşmaya çalışıyoruz.
Son olarak senarist olmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler?
Ey senarist adayı. Sadece ortalama olanın alkış aldığı, sıradanın kutsandığı günümüzde, sen sen ol vasata razı olma. Yeterince dikkatle ve ısrarla kulak verdiğinde, içinde bir hikâyenin konuştuğunu duyacaksın zaten. Ama çok okumalısın. Çok izlemelisin ki kendi hikâyeni duyabilecek araçlar edinebilesin. Hikâyeni ara. Onu bul. Ve ona sadık kal. Bu demek değil ki sipariş iş alamazsın. Alabilirsin. Ama yazmaya başlamadan evvel, onun kendinin yapmalısın. Onu kalbine al. Ve asla kalbine ihanet etme. Hikâyenin seni korkuttuğu zamanlar olacaktır. Üzülme. Korkmak iyidir. Ellerini titretmiyorsa, kalbini çarptırmıyorsa, bir hikâyen yoktur zaten. Hikâyeni var et. Korksan da durma. Yazmak cesaret ister. Cesur ol. Ve unutulmayacak şeyler yaz.
Bir de ip ucu vereyim. Her şey karakterle başlar. Çünkü yazarlık tek kişilik bir iştir. Her gün saatlerce bir bilgisayarın karşısında tek başına oturmak zorunda kalacaksın. Ve bazen kendini çok yalnız hissedeceksin. Ne zaman karakterinin ruhunu avucunun içi gibi ezberlersin. İşte o zaman artık yalnız hissetmezsin. Artık sen hikâyendeki herkessin. Karakterini tanımadan ve sevmeden, ona tutkulanmadan, şefkat duymadan tek satır bile yazma.