Sahnedeki birçok prodüksiyonun yapımcılığını üstlenen Elif Özge Maltepe ile kurucusu olduğu 484 Urban Garden’ı, tiyatroda yapımcıların önemini ve yer aldığı projeleri konuştuk.
Elif Özge Maltepe; “bir sanatçının yaratma fikrini, ‘mümkün kılma güdüsü’ çok iştahlandırıyordu beni” diyerek 2020 yılında 484 Urban Garden’ı kurarak yapımcılık koltuğuna geçti ve bugüne kadar pek çok oyunun yapımcılığını üstlendi. Maltepe, bu işi yaparken hedeflerini projenin hayata geçmesi, uzun yıllar boyunca sahnede kalması ve seyircisiyle bağ kurmasını da sağlamak olarak belirtiyor. Bugün sahnede yer alan Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Afife, Canavar gibi yapımların yanı sıra süreci tamamlanan birçok projeye de yapım desteği verdi.
Elif Özge Maltepe’ye sanatla bağlarının profesyonel işine dönüşmesini, tiyatroda yapımcıların varlığı ile ilgili merak ettiklerimizi, yapımcıların görevlerini ve yer aldığı projeleri sorduk.
Söyleşimiz için hazırlanırken hakkınızda sosyoloji ve hukuk formasyonunuz olduğu hâlde Paris’e gidip sahne sanatları ve kültür yönetimi alanında yüksek lisans yaptığınızı öğrendim. Bu kararı almanızda, yolunuzu sahne sanatlarına döndürmenizde neler etkili oldu?
Aslında okul hayatım boyunca sanatla sürekli bağ kurmaya çalıştım. Lisans derslerimde ve araştırmalarımda daha çok toplumsal dönüşüm, sanat ile toplum arasındaki ilişkiyi görünür kılmaya ilişkin okumalar yapıyordum. Sanat yapıtlarının oluşumunda toplumsal çevre koşullarının etkisini, kültür ve topluluklar arasındaki ilişkiyi sorgulamak ilgimi çekiyordu. Koç Üniversitesi de bu konuda o dönem çok güzel bir zemin hazırladı. Okula gelen konuşmacılar, öğrenci kulüpleri, seçmeli dersler, okuldaki öğrenci profili, sorgulayıcı ve kapsamlı bir yaklaşım geliştirmemizi sağlıyordu.
Aynı zamanda üniversitede çok oyun izliyordum ve sahne arkasında bir şeyler yapmak istediğimi biliyordum. Ancak nereden başlayacağımı ya da ne yapacağımı tam bilmiyordum. Hukuk okuduğum için uzun süre avukat olmakta kararlıydım. Yaz dönemlerinde yaptığım avukatlık stajlarında biraz kafam karışmaya başlamıştı. Sürekli sahneyle, tiyatroyla ilgili işlere bakarken buluyordum kendimi. Ama formasyonum olmadığı için tiyatroda çalışmaya cesaret edemiyordum ve aslında sahne arkasında iş bölümlerini, özellikle benim nasıl bir rol üstlenebileceğimi tarif etmeye çalışıyordum ama “yapımcılık” o dönemde bildiğim ve sektörde de sık karşılaştığım bir kavram değildi. Sanatçıların yapmak istediklerini hayata geçirmek istiyorum, diyordum. Sanatçı kişisi, o kadar çok eseri dışındaki işlerle uğraşıyor ve hayata geçirmek adına mücadele veriyor ki asıl yaratacağı esere gücü kalmıyor, gibi geliyordu. Kabaca, bir sanatçının yaratma fikrini, “mümkün kılma güdüsü” çok iştahlandırıyordu beni.
Önce, lisans ikinci sınıftayken Martı oyununda sahne arkasında asistan olarak çalışmaya başladım. Sahneyle ilk tanışıklığımın bu ekibe denk gelmesi çok değerli bir tesadüftü. Sonra, Oyuncular Sendikası ve Tiyatro Kooperatifi’nde gönüllü olarak sanatçı sözleşmeleri, hukuki metinler ve telif hakları üzerine çalıştım. Burada sektörün hukuki ihtiyaçlarını doğrudan gözlemleme şansı buldum. Hemen ardından, üçüncü sınıfa geçtiğimde, Ahmet ve Mehmet Uluğ’un vizyonuyla kurulan Pozitif’te, o dönem bünyesinde Volkswagen Arena ve Babylon’un yanı sıra başka yapıları da barındıran firmada, partnerlikler departmanında staj yaptım. Bu deneyim üniversitemin son iki yılına denk geldi ve orada olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Muazzam bir ekip vardı ve özellikle kültür sanat ekosisteminin İstanbul ile kurabileceği diyalog; müzik dünyası ve festival organizasyonları hakkında çok şey öğrendim. Lisans mezuniyetime doğru kültür sanat alanında yurt dışında yüksek lisans yapmaya karar vermiştim.
Burada aldığınız eğitim size daha sonrasında nasıl bir vizyon kazandırdı? Eğitimin ardından tiyatroyla ilgili ilk çalışmalarınız nelerdi?
Bu yüksek lisans programı, iki yıl süren ve Paris’te gerçekleşen bir projeydi. Avrupa’daki sahneleri, yapımları ve sanat oluşumlarını yakından takip etme şansı sundu. Bu süreçte birçok oyun izledim ve bunlar üzerine yaratıcılarla sohbet etme, farklı bakış açılarıyla fikir alışverişinde bulunma imkânım oldu. Programın bir parçası olarak hem tez yazmam hem de kendi oyunumu sahneye koymam gerekiyordu. İlk çalışmam, Paris’te prömiyer yapan Failure adlı bir projeydi. Projeyi hayata geçirecek bütçeyi bulmaktan, prömiyer gününe dek yapılması gereken tüm adımları içeren bir yolculuktu. Yunan bir sanat yönetmeni ve Rus bir yönetmenle birlikte çalıştığımız bu oyun, disiplinlerarası bir deneyim tiyatrosuydu. İzleyicinin de süreçte bir tür ortak yaratıcı (co-creator) olarak yer aldığı bu projeyi hayata geçirmek oldukça zorlu ama bir o kadar da öğretici bir deneyimdi.
Bu program, multidisipliner üretimlerin sağladığı zenginlik ve farklı sanatsal pratiklerden gelen yaratıcıların projeye dahil edilmesinin işe katabileceği değeri doğrudan deneyimlememi sağladı. Ekipte farklı altyapılardan gelen kişilerin kendi biricik becerilerini projeye katmalarının, süreç yönetiminin ve işi farklılaştırabilecek enstrümanları ortaya çıkartabilecek şeffaf paylaşımların önemini gösterdi. Ayrıca, bu yaklaşımın, yeni ve farklı anlatı biçimlerine kapı araladığını gözlemledim. Bu süre boyunca, geleneksel ve tekdüze anlatıların yerine, daha deneyimsel ve izleyiciyle etkileşim kuran yaklaşımların arttığını ve bu tür projelerin seyirciler tarafından daha fazla ilgiyle takip edildiğini inceleme fırsatım oldu.
Aslında okurken hep içinizde bir istek olduğunu söylediniz ama merak ediyorum sahne sanatlarına ilgi duymanız ne zaman başladı? Bununla ilgili ilk anınız nedir?
Sanatla olan bağım, ailemden gelen bir değer olarak küçüklükten itibaren şekillenmeye başladı sanırım. Yani şimdi şimdi öyle olduğunu fark ediyorum. Annem ve babam Mimar Sinan Üniversitesi Heykel Bölümü mezunları; her ne kadar profesyonel yaşamlarında farklı alanlarda çalışsalar da sanatı evimizin içinde tuttular. Bu ek bir durum ya da olağandışı bir çaba gibi değildi. Evdeki rutinlerimiz yaratıcı diyalogla çok ilişkiliydi. Bu durum, benim de sanatsal düşünceyi, estetik deneyimi ve yaratıcı bakış açısını bir refleks, bir yaşam önceliği olarak benimsememi sağladı. Dinlediğimiz müzikler, yemek sofralarındaki sohbetler, bazen bir film müziği ya da bir köşe yazısına dair yapılan konuşmalar… Aile dostlarımızla bir araya geldiğimiz buluşmaları, derin ve anlamlı paylaşımları anımsıyorum. O zamanlar bu karşılaşmaların ve sohbetlerin değerini tam anlamıyla kavrayamıyor olsam da bugün dönüp baktığımda, bu zenginlikle büyümenin bana kazandırdığı geniş bakış açısını ve ilhamı çok daha net görebiliyorum. Bu ortam, yalnızca üretimle kurduğum bağı değil, hayata karşı duyduğum merakı ve yaratıcılığa olan inancımı da şekillendirdi.
Aile buluşmalarında herkesi salona oturtup küçük gösteriler düzenlerdim. 5-6 yaşlarındaydım; diğer çocukları da organize eder, kıyafetleri karıştırır kostüm yapar, oyunlar sergilerdim hatta bilet keserdim. Topluluklara bir şey sunma fikri, bir gösteri hazırlamanın heyecanı ve izleyenlerin tepkilerini gözlemleme anı beni çok etkiliyordu.
Gösteri hazırlama heyecanının bugününüze de şekil verdiğini düşünüyorum çünkü sizi daha çok yapımcı kimliğinizle tanıyoruz. 2020 yılında hem proje geliştirme hem de bir yapım şirketi olan 484 Urban Garden’ı kurma hikâyenizden, neler yaptığınızdan biraz bahseder misiniz?
484 Urban Garden, 2020 yılında hem bir yapım şirketi hem de proje geliştirme alanı olarak doğdu. Kemerburgaz’da, 2000 yılından beri var olan aile çiftliğimizin yeniden yapılandırılmasıyla ortaya çıkan bu alan, sanatsal fikirlerin filizlendiği, tartışıldığı ve farklı üretim süreçlerine ev sahipliği yapan bir yaratıcı plato olarak şekillendi.
Kuruluş döneminde pandemi nedeniyle üretime dair tüm planlar belirsiz ve öngörülemez bir şekilde ilerliyordu. Ancak Kemerburgaz’daki bu korunaklı çiftlik, 484’un ilk korunaklı alanını oluşturmasını sağladı. Zamanla hem ben hem de dünya daha emin adımlarla ilerlemeye başladıkça, bu sınırların dışına çıkıp şehre karıştık.
484 Urban Garden, yalnızca bir çalışma ve sergileme alanı değil; doğayla iç içe, samimi ve ilham verici bir mekân olma hayaliyle kuruldu. Kentsel ortamda pek rastlanmayan bir doğa deneyimi sunmayı, şehir tarımını önceliklendirerek kendi ekosistemi içinde doğal ve sürdürülebilir üretim yapmayı hedefledim. Aynı zamanda sanatçılar için hareket alanını genişleten, sanatsal üretimi destekleyen mekanizmalar geliştiren bir yapı kurma fikriyle yola çıktım. Uluslararası yaratıcı aktörlerle iş birliği yaparak sanat ve toplum arasındaki diyaloğu güçlendirmek ve sanatı daha ulaşılabilir kılmak en büyük motivasyonumdu.
Bu süreçte çiftlikte buluşmalar, atölyeler, editoryal çekimler, provalar, seçmeler, sanatçı rezidans programları, saha çalışmaları ve sergiler gibi birçok etkinlik gerçekleştirdik. 2023 itibarıyla, çiftlik kendi ekosistemi içinde üretim yapmaya devam ederken, önceliğimiz sahne sanatlarıyla birlikte ürettiğimiz multidisipliner projeler oldu.
Şimdi, Taksim’de şehirle daha iç içe, hareketli bir ofisimiz var. Günlerimiz provalar, turneler, çekimler, oyunlar, kurulumlar, toplantılar, sanatçı buluşmaları ve bütçe görüşmeleri arasında muazzam bir hızla akıyor. 484; yola çıkarken "Eat & Create" demiştim. Çiftlikte üretmek, ihtiyacımız kadarını yemek, sonra yeniden üretmek… Enfes bir yemek yiyip ardından bir provaya başlamak, bir sahne çalışıp arada hayvanların arasında gezinmek, gece herkes çekildiğinde tek başına bir metni demlendirmek… Bu primitif hayali bazı bazı günler yakaladım. Güzel yediğinde ve güzel ürettiğinde, tasalanacak çok bir şey kalmıyor sanki.
Geçen beş yılın özeti tam da buydu. Şimdi önümüzde yeni bir beş yıl var ve ben de düşünüyorum, bundan sonrası için başlığımız ne olacak?
Sahnede izlediğimiz pek çok büyük prodüksiyonun yapımcı koltuğunda sizi görüyoruz. Afife, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Canavar, Önüm Arkam Duygularım Sobe ve dahası. Tiyatroda yapımcılık son yıllarda oldukça önemli bir konumda. Sahne sanatlarında yapımcıların önemi, görevi nedir? Bize işin mutfağından bahseder misiniz?
Yapımcı, sadece projenin hayata geçmesini değil, aynı zamanda onun uzun yıllar boyunca sahnede kalmasını ve seyircisiyle bağ kurmasını da sağlamalı gibi geliyor. Sanırım bu, benim anlayışımla en geniş özeti olur. Hâliyle, bu sadece tek seferlik bir üretim değil; seyirciyle kuracağınız uzun soluklu bir yolculuk. Bu yüzden hem yaratıcı süreçleri hem de ekonomik gereklilikleri birbirine entegre etmek çok önemli. Sahnedeki büyük prodüksiyonların arkasında birçok farklı unsuru bir araya getirmek; doğru ekibi kurmak, kurduğunuz ekiplere güvenip işi teslim etmek ve yaratıcı süreci desteklerken aynı zamanda bütçe ve zamanlamayı yönetmek, prodüksiyon kalitesini sürekli kılmak, hâlâ deneyimlerle öğrenmeye devam ettiğim süreçler.
Yapım ekibi; finansal kaynak planlaması ve bütçe yönetimi, yaratıcı ekip ile koordinasyon, teknik ve lojistik süreçlerin yönetimi, projenin genel vizyonunun korunması, oyuncu seçimi, prova süreci, alt ekiplerin kurulması, bilet satış süreçlerinin yönetimi, sahnelerin planlanması, pazarlama planları ve prömiyer ve sonrası sezon takvimi çıkarılması gibi temel başlıklardan oluşuyor.
Son dönemde yaratıcılar için bütçeler ve maliyetler çok arttığı için, seyirciye biletlerin pahalılığı olarak yüklenen bu yük ve kurumların projeleri sürdürmesi için üstlendikleri yük, iki taraflı bir durum oluşturuyor. Yapımcı olarak, bu noktada ideal düzende kâğıt üzerinde bir fikri hayata geçirmek için hem sermaye sağlayıcı hem de seyirci için optimum çözümü bulmak çok önemli.
Mel Brooks’un Producers filminde geçen “İyi yapımcı, projeye kendi parasını yatırmayan kişidir” repliği, aslında doğru kaynakları bulmanın, özel sektörü ve mümkünse kamu teşviklerini katmanın önemini trajikomik bir şekilde anlatıyor. Tabii, farklı yatırım modelleriyle tiyatronun naif ve gerilla ruhuna zarar vermemek, hiçbir sermayenin yaratıcı özün önüne geçmesine izin vermemek büyük bir dengeyi gerektiriyor.
Yapımcılar tiyatromuzun gelişmesinde hangi noktada duruyor? Sektörün diğer profesyonelleriyle nasıl bir çalışma yürütülüyor?
Yapım tarafının kültür sanat ekosistemindeki ve sahne sanatlarındaki varlığı, bu alanın bir endüstri hâline gelmesinde ve projelerin ihtiyaçlarına göre yeni iş kolları oluşturmasında önemli bir rol oynuyor. Yapım ekibinin doğru ihtiyaçları belirlemesi, sektörün endüstrileşmesine ve prodüksiyon işlerinin kalitesinin artmasına katkı sağlıyor. Batı tiyatrosunda uzun yıllardır, sahne sanatlarında çalışan kişiler diğer meslek gruplarıyla aynı ciddiyetle konumlandırılıyor. Örneğin, sekiz yıl deneyimli bir “kostüm odası sorumlusu” aranıyor. Bu bizim için çok mümkün bir durum değil. Belki kamu kurumlarında olabilir. Bu yüzden, endüstri olarak her ihtiyacın eşit saygınlıkla karşılanması ve aynı özenin gösterilmesi, yapım tarafında ayrı bir hassasiyet gerektiriyor. Bununla birlikte, gerekli sigorta, iş güvenliği ve sözleşme kurallarının öncelikle yapımcılar tarafından gözetilmesi, bu konuda sektörel bir alışkanlık oluşturabilmek adına ödün verilmemesi, yapım ekibinin sorumluluğu.
Yapımcılar, yeni yazarların, oyuncuların ve yönetmenlerin görünür olmasında önemli bir rol üstleniyor. Seçmeleri daha geniş kitlelere duyurmaya çalışmak, küçük oyunları büyük sahnelere taşımak ve yeni projelere destek olmak, farklı kişilerle iş birliği yapmayı önceliklendirmek diğer önemli konular.
Ayrıca, sahneye çıktıktan sonra yönetmen projeyi oyuncuya ve yapım ekibine teslim ettiğinde, sanatsal çıtanın korunması ve eserin kalitesinin düşmemesi çok önemli bir nokta. Yapımcı, bu süreçte bütçeyi kısma amacıyla sanatsal değerden ödün verilmemesi için süreklilik sağlamaya çalışmalı.
Yer aldığınız projelerden bahsedelim isterim. Yapımcılığını üstleneceğiniz işlere, kimlerle çalışacağınıza nasıl karar veriyorsunuz? Sizin için bir yapımda neler önemlidir?
Genelde yönetmenlerin bir wishlist’i oluyor; uzun yıllardır çalıştığı yaratıcı partnerleri oluyor. Yönetmenin çalışmak istediği ekibi kurmak önceliğimiz oluyor. Hem onun dünyasını emanet edeceği takımı kurmak hem de onun diliyle konuşabilen kreatifleri proje için de doğruysa bir araya getirmek önemli oluyor. Eğer böyle bir ekip yoksa, sıfırdan bir ekip kurmak gerektiğinde, beğendiğim işlerde çalışan yaratıcılarla tanışmaya çalışırım. Ancak çoğu zaman daha ortada bir iş yokken bile, birlikte çalışmak ve üretmek için heyecan duyduğum yaratıcılarla yollarımızın kesişmesini beklerim. Şimdiden ah bir iş olsa da şununla çalışsam dediğim upuzun bir listem var. Bir yapımda benim için en önemli şey, doğru ekibi kurabilmek.
Çünkü her proje, o projeye özgü bir yaratıcı ekibin bir araya gelmesini gerektiriyor. Hem işin yaratıcı tarafı hem de pratik süreçleri göz önünde bulundurulmalı. Bir projeye başlarken, birlikte çalıştığımız insanların vizyonlarıyla uyum içinde olmak, birlikte heyecan duymak ve birbirimize güvenebilmek önemli.
Dünyada izlediğiniz örneklere baktığınızda Türkiye’de tiyatro yapmanın farklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de bazen başımıza iş açan, gerilla ruhu ve amatör yapıyı kimi zaman koruyor olmak, -bilinçli mi bilinçsiz mi tartışılır ama, - tiyatronun ekip işi olma hâlinin devamı beni mutlu ediyor. Ülkemizde hâlâ tiyatroda sahnede herkes prömiyer günü heyecanına doğru çok masum bir coşkuyla, çok naif bir üretim sancısıyla üretiyor. Sektörün diğer alanlarına göre sanatçılar tarafından ve yaratıcılar tarafından maddi kaygılar hâlâ ikinci, belki üçüncü planda. Bu bazen işin özüne kalitesine zarar verse de üretimdeki coşku ve tutku, tiyatronun en primitif öz ateşini koruyor gibi geliyor.
Son yıllarda sahne sanatlarında izlediğiniz sizi en çok heyecanlandıran yapım neydi? Bu yapımda neler sizi etkiledi?
2019 yılında Paris’te sahnelenen en etkileyici tiyatro oyunlarından biri, Théâtre du Châtelet’de sergilenen Les Misérables müzikaliydi. Victor Hugo’nun ünlü romanından uyarlanan bu prodüksiyon hem sahne tasarımı hem de güçlü performanslarıyla herkesi derinden etkiledi. Gösterinin görkemli sahne arka planı, tarihi dokusu ve müzikleri, izleyicilere zamanın ötesinde bir deneyim sundu.
Bir de Théâtre de la Ville’de sahnelenen La Ménagerie de Verre (Camdan Menajer) adlı oyundu. Tennessee Williams’ın bu klasik eseri, modern bir uyarlamayla yeniden hayat bulmuştu. Oyunun duygusal derinliği, karakterlerin içsel çatışmalarını ustaca yansıtması ve oyunculuklarındaki incelik çok etkilemişti beni, gerçekten de tiyatronun insan ruhunun derinliklerine inme kapasitesini mükemmel bir şekilde sergileyen bir işti.
Bu sektöre giren ve yapımcı olmak isteyenlere ne gibi önerileriniz olur? Bir yapımcının sahip olması gereken yetenekler, formasyon ve diğer ne gibi özellikler olmalı?
Bu soruya birkaç kelimeyle cevap vermem gerekse herhâlde şunu yazardım:
Değişen şartlara kolay uyum sağlayabilmek.
Bu iş, -belki de iyi olmak istediğin her iş gibi- büyük bir tutku ve özveri gerektiriyor. Yapımcılık, sadece bir projeyi hayata geçirmeyi değil, o sürecin her aşamasına dokunmayı, her detayıyla ilgilenmeyi, ekipteki herkesten bir adım önde olmayı gerektiriyor. Bunun için farklı dinamiklere karşı esnek olabilmek ve en önemlisi, her koşulda çözüm odaklı olabilmek çok önemli. Bütçeler yapılır, sahneler bulunur, oyunlar yazılır ama insan iletişimi ve ekip olmadan gerisinin pek bir anlamı kalmıyor. Ben de kendimi her gün bu alanda geliştirmeye çalışırken buluyorum. İletişimin ne kadar önemli bir şey olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyorum. Tanpınar’ın “Yıldızlar konuşabilir, insan insanla konuşamaz” sözü, bizim oyundaki en sevdiğim repliklerden biri. Bir yapımcı, iyi konuşmalı, tatlı konuşmalı, güzel konuşmalı, ölçülü konuşmalı, konuşmalı, konuşmalı konuşmalı…
Mevcutta devam başarılı yapımlar söz konusu ancak önümüzdeki dönemde üzerinde çalıştığınız, sizi heyecanlandıran projelerden bizlerle neler paylaşırsınız?
Saatleri Ayarlama Enstitüsü oyunumuz ile; 21 Ocak’tan beri 23 gün süren dokuz temsili içeren büyük bir Avrupa turnesindeyiz. Altıncı oyunla Paris’te sahnede olduk. Ben de bu cevapları size ancak Paris’teyken yazabildim, benim için buraya denk gelmesi de çok tuhaf tatlı bir tesadüf oldu. Bir süredir cevaplamak için doğru zamanı beklerken Paris’te olması.. Bu turneyi çok uzun süredir planlıyorduk. Yani diyeceğim bu turne dönüşü yeni sezonu ve sonrasını düşünmeye başlayacağız.