Gary Owen’ın yazıp, Hira Tekindor’un dilimize çevirdiği ve rejisörlüğünü İbrahim Çiçek'in üstlendiği tiyatro oyunu Killology, Craft Tiyatro’nun prodüksiyonu olarak bu yıl karşımıza çıktı. Oyuncu kadrosunda Serkan Altunorak, Güven Murat Akpınar ve Ozan Dolunay’ın yer aldığı oyun; öldürmek ve hayatta kalmak üzerinden baba-oğul olmaya, sevgiye, intikam ve şiddet duygularına odaklanıyor.
Killology, Paul (Serkan Altunorak), Alan (Güven Murat Akpınar) ve Davey’nin (Ozan Dolunay) hayatlarının bir şekilde kesişmesi veya dolaylı yollardan birbirlerindeki etkisi etrafında şekillenen bir oyun. Killology, Paul’un babasından intikam almak için dijital bir yol olarak keşfettiği, insan öldürme konseptindeki bir bilgisayar oyunu. İnsanları öldürme türevleri üzerine kurulu olan bilgisayar oyunun merkezinde hemen öldürmek değil, ölümü uzatmak ve daha fazla eziyetle tatmin olmak var. Birçok insana ulaşan ve sevilen Killology sayesinde Paul oldukça zengin bir insan oluyor. Ancak Paul zaten aileden zengin bir çocuk olarak dünyaya gelmiş ve yapacakları konusunda sınır tanımaz bir psikolojide yetiştirilmiş biri. Davey ise daha varoşlarda doğup büyümüş, sekiz yaşındayken babası Alan’ı yalnızca bir kez görmüş ve ardından baba figürü hayatında fragmanlar halinde yer alıyor. Davey için babası çok kıymetli. Sekiz yaşındayken ona Maisie adlı bir köpek hediye ediyor ve sonrasında ortadan kayboluyor. Bu noktada biz Maisie’yi görmesek de oyunun büyük bir kısmında soyut bir karakter olarak bizimle olduğunu söyleyebiliriz. Davey, babası gittikten sonra dünyadan pek de haberi olmayan annesi ile baş başa kalıyor ve sokakların ne kadar tehlikeli bir yer olduğunu annesine anlatamıyor. Oyunda Davey’nin 8, 12 ve 15 yaşındaki hallerinden kesitler görüyoruz. Oldukça naif ve duygusal bir çocuk olan Davey, yaşamının başlangıç noktalarından itibaren şiddetle tanışıyor ve kırılmalarını yaşıyor. Killology adlı bilgisayar oyununu oynayıp, şiddete olan yönelimi artan bir grup çocuk ise bir gün Davey’i işkence ederek öldürüyor. O sırada ortaya çıkan Baba Alan ise bu durumla başa çıkma yöntemi olarak bilgisayar oyununu yaratan Paul’den intikam almayı seçiyor.
Simultane sahne düzeniyle, tüm oyuncuları sahne üzerinde görüyoruz. Her biri monologlarını yahut sınırlı sayıdaki diyaloglarını sıralı bir biçimde konuşuyorlar. Biz tüm bu hikâyeleri onların ağzından dinliyoruz ve olup biteni kendi zihnimizde, oyunculuk performanslarının da yardımıyla canlandırmaya çalışıyoruz. Bir yandan Paul’ü, kendisini başarı hırsıyla yetiştirmiş olan babasına karşı hissettiği kompleks duygularla boğuşur bir halde görürken diğer yanda çok küçük yaşlarda onu terk eden babasına olan sevgisini hiç yitirmeyen Davey’nin hikâyesini izliyoruz. Alan ise hayatta kendisine bir amaç bulmak için geç gelen babalık görevlerini yerine getirmekle meşgul bir adam olarak karşımızda oluyor. İki saat kadar süren oyun boyunca aslında birçok çıkarımda bulunmak mümkün oluyor. Asal temasının yanında kalabalık bir yan tema zincirine de sahip oyun, dijital çağ, küreselleşme, bencillik, şiddet, nefret, tüketim toplumu, aidiyetler ve adalet gibi çok çeşitli konulara değiniyor. Baba-oğul olmaya iki farklı zümreden bakarak toplumsal ve sınıfsal uç köşeleri içine aldığı rol-model skalasını geniş tutuyor. Böylece toplumu ifade eden ve sınır çizgilerinde yer alan farklı zümreleri ele alarak aile, toplum ve birey eleştirisini yaratıyor. Bu eleştirinin temelinde eksik olan sevgi ve sevgisizlik gibi konuları dâhil ederek bir üst bakış açısından bakıyor.
Killology, aktüel bir konuya ve bakışa sahip bir metin olarak ülkemizde ilk kez temsil ediliyor. Gary Owen’ın çağdaşları Mark Ravenhill veya Philip Ridley gibi bir dile sahip olduğunu söylersek yanlış olmaz. Son dönem İngiliz oyun yazarlarının mirasını In-Yer-Face’den aldığı oyun biçimine ve ruhuna sahip. 2017 yılında Londra’da, Royal Court’da orijinal dilinde sahnelenen oyunun dekoru ülkemizdekiyle benzerlik gösteriyor. Müzik kullanımı oldukça yerinde ancak bazı kullanılan obje ve mizansenlerin işlevlerinin gerekliliği düşündürücü. Bunlardan en göze çarpan, Serkan Altunorak’ın monologları sırasında aniden yapmaya koyulduğu “pole dance” performansları. Oyunun hangi noktasına hizmet ettiği anlaşılmayan bu performans ne temaya ne de anlatıdaki bir çağırışıma katkıda bulunuyor. Bu mizanseni anlamak için seyirci olarak düşünmeye çalışıyoruz ancak yorucu bir detay olduğu sonrasında anlaşılıyor. Daha çok “oyuncunun böyle de bir yeteneği var onu da oyunun bir yerlerine yerleştirelim” hissi verdiğini söyleyebiliriz. Ancak Altunorak’ın oyunculuk yönelişinin ve motivasyonun oldukça tutarlı olduğunu belirtmek gerekli. Ozan Dolunay da genç bir oyuncu olarak kesinlikle umut vadeden bir performansa sahip. Bu yıl Afife Jale Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı olarak aday gösterilmesi yerinde duruyor. Güven Murat Akpınar’ın da ekip arkadaşlarının performanslarına katkı sağlayan bir çalışma yaptığı söylenebilir. Ancak oyunun süresi biraz daha kısaltılabilir. Es’li oynanan anların bazen tamperamanı düşürdüğünü söylemekle birlikte birkaç sahne önce anladığımız bir mesaj ya da önermeyi tekrar önümüze sunmaması adına oyuna biraz şitrih yapılması ekonomik olacaktır. Tüm bunlarla birlikte Killology, önümüzdeki sezon devam edecek mi bilemiyorum ancak Haziran sonlarına kadar temsiller gerçekleştirmesi planlanıyor. Henüz vakit varken görülmesi, izlenmesi gerekli güzel bir oyun olduğunu söyleyebilirim.