İlk iki sezonu ile dikkatleri üzerine çeken La Casa de Papel üçüncü sezonuyla geçtiğimiz haftalarda izleyiciyle buluştu. Aslında bittiğini sandığımız soygun hikâyesi üçüncü sezonda çıtayı yükselterek izleyiciyi ekrana kilitlemeye ve yeni sezonu merakla bekletmeye kararlı görünüyor.
İzlenme oranı yüksek olan dizilerin kaderi yeni sezonlarının üzerlerinde yarattığı baskıyla ettikleri mücadele olsa gerek. Son yıllarda popüler dizilerin yeni ya da final sezonlarının yarattığı hüsran ister istemez böyle bir ön yargıyı doğuruyor. Game of Thrones bu hüsrana en yakın örneklerden biri olsa gerek. İlk iki sezonu büyük ilgiyle karşılanan, yeni sezon haberi geldiğinde sevenlerinin gün saydığı bir diğer diziyse: La Casa de Papel. İzlenme oranının yüksekliğini özellikle Türkiye’deki izleyicilerine borçlu olan dizi, İspanya ve Türkiye’de en yüksek izleyici kitlesine sahip.
Bundan önceki iki sezonuna göz attığımızda klasik bir soygun hikâyesinden ya da aksiyon dizisinden farklı olmasının edindiği yerde önemli katkısı olduğunu düşündüğüm La Casa de Papel, uzun zamandır beklenen üçüncü sezonunda da alternatif dilini koruyor. İlk iki sezonda silahların aralıksız patladığı, kan gölüne dönen ve birilerinin cebinin boşaltıldığı bir soygun hikâyesinden olabildiğince uzak hatta tam aksine zekice planlanmış, kimsenin zarar görmemesi ön planda olan ve bir devrim niteliği taşıyan, karakterlerin mevcuttaki parayı çalmaktan ziyade kendi paralarını ürettikleri bir hikâyeyle karşılaşmıştık. Kapitalist sisteme getirdiği başkaldırı ile dikkat çeken dizinin ilk sezon rotası İspanya Kraliyet Darphanesi’ydi. Darphanede kendi paralarını basan ekip zorlu bir mücadeleyle unutulmaz bir soygun hikâyesine imza atmışlardı.
Geçtiğimiz iki sezonda karakterler dizinin en çok akılda kalan ögelerindendi. Berlinciler, Profesörcüler, sloganlar, Dali maskeleri, kırmızı tulumlar derken kült dizilerin arasına çoktan yerleşmişti La Casa de Papel. Bitmiş olan bir öykünün bu yüksek talep karşısında üçüncü bir sezon ile devam edeceğinin kararı ilk duyduğumda beni biraz korkutsa da, son sezonu izlerken korktuğum kadar “zorlama” bir durumla karşılaşmadım diyebilirim. Sürükleyiciliğiyle izleyiciyi yakalayan dizi bu akıcılığı devam ettirerek yoluna devam ediyor ancak ilk iki sezondakine göre bazı soru işaretlerini de izleyicinin kafasında bırakıyor.
Öncelikle iki büyük rakip olan Müfettiş Raquel Murillo ve Profesör son bölümde de gördüğümüz ipucunun ardından yanıltmayarak mutlu bir çift olarak karşımıza çıkıyorlar. Öyle ki Raquel de artık ekipten biri ve yeni adı Lizbon. Soygunun ardından herkes bir yerlerde saklanarak mutlu mesut parasını yemekle meşgulken bu ekibi yeni üyelerin de eklenmesiyle yeniden bir araya getirecek bir şey oluyor işte tam burada üçüncü sezon başlıyor. Çekim görsellerinden merak uyandıran, ölen Berlin karakteri de dizi boyunca geçmişten bize eşlik ediyor.
Geçen sezonlarda darphaneyi kendilerine mesken tutan kahramanlar bu sezonda gözlerini İspanya Merkez Bankası ve İspanya’nın altın rezervine dikiyor. 90 tonluk 24 ayar saf altından oluşan bir rezerv… Ancak klasik bir soygun planı değil bu. Büyük soygundan sonra inzivaya çekilen grup üyelerinden Rio’nun yaptığı bir hata sebebiyle yakalanması sonucu onu kurtarma planı olarak ortaya çıkıyor. Hatada büyük payı olan Tokyo’nun önderliğinde Profesör’ün çağrısıyla toplanan ekip hayatlarının en mutlu ve huzurlu dönemlerini bırakıp Rio’yu kurtarmak için hummalı bir çalışmanın içine giriyor. Kurtarma planı da ekibin tabii ki yapmayı bildiği en iyi şey olan soygun çerçevesinde şekilleniyor.
Geçmiş sezonlarında karakter derinlikleri, aralarındaki ilişki, orada olma sebepleri ve her birinin soygunun seyrine etkileriyle çerçevesini çizen dizinin bu sezonda aynı karakter analizi başarısını yakaladığı pek söylenemez. Yeni eklenen karakterler eski sezondakilere kıyasla kafamızda tam yer edinemiyor. İki sene boyunca birbirini görmeyen ekip “tatil bitti” diyerek bir araya gelirken Profesör, Tokyo, Rio, Nairobi, Helsinki, Denver’e geçtiğimiz sezondan tanıdığımız iki isim de eşlik ediyor. Lizbon adıyla Müfettiş Raquel ve manidar Stockholm takma adıyla Monica. Ayrıca henüz ilk defa gördüğümüz üç kişi de ekibe dâhil olanlar arasında. Bunlardan tek dikkat çeken ve akılda kalan Palermo dersek yalan olmaz. Çünkü kendisi Berlin’in çok yakın arkadaşı ve yeni soygun planının yaratıcılarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Kadın düşmanı ve eşcinsel olan Palermo, nevi şahsına münhasır karakteri ve akla mantığa sığmaz söylemleriyle soygunun ekip içindeki lideri olarak varlık kazanıyor. Diğer üyeler Marsilya ve Bogota ise bu sezon ne yazık ki çok fazla akıllarda yer etmeyi başaramıyorlar. Son sezonun yeni karakterleri demişken Polis Şefi Alicia Sierra’nın ciddi anlamda akılda kalıcı ve soygunun seyrini etkileyen bir isim olduğunun altını çizmek gerek. Çatlak Polis Şefi Alicia Sierra, Rio’ya yaptığı akıl almaz işkenceleri, pratik zekâsı, ağzından düşürmediği lolipopu ve hamile olmasıyla hafızalara kazınacak bir karaktere dönüşüyor.
Yine Profesör’ün ekibin başına gelebilecek her olayı planladığı kusursuz bir soygun planı izliyoruz, bir kurgu olduğunu kabul ettiğimizde mantık hatalarına takılmaktan sıyrılarak sürükleyiciliğine kapılacağımız dizi, beklenenin aksine Türkiye’deki herhangi bir şehre karakterleri arasında yer vermiyor. Yaratıcı ve senarist Alex Pina’nın belirttiğine göre söylenenlerin aksine İstanbul değil Ankara adında bir karakter için bazı görüşmelerde bulunulmuş. Ancak bu karakterden vazgeçilmiş ve bu süreçte Türk bir oyuncu ile hiç görüşülmemiş. Belli ki Alex Pina, Türkiye’den gelen izleyici kitlesini fazlasıyla yeterli görmüş ki böyle bir şeye gerek duymamış.
Bu sezonun bir diğer dikkat çeken ve sevdiğim yanı karakterlerin kendi içlerindeki zıtlıklar. Helsinki, güçlü ve acımasız dev bir karakter gibi görünürken aslında romantik ve duygusal bir eşcinsel; Nairobi, katı karakterine rağmen oğlu yumuşak karnı; Palermo bile tüm acımasızlığına karşın Berlin’e beslediği masum hisleriyle şaşırtıyor. Rio ile ilişkisinde ipleri elinde olan Tokyo birden ayrılıkla karşılaşınca yerle bir oluyor. Son sezon biraz aşk üçgenleriyle dolu. Genelde karşılık bulamayan üçgenler bunlar…
Üçüncü sezon incelikle seçilmiş müzikleriyle de dikkat çekiyor. Erik Satie’den Muse’a, Jane Birkin’den Bella&Sebastian’a pek çok tanıdık sima sezon boyunca tınılarıyla bize eşlik ediyor. Dizinin üçüncü sezon itibariyle Netflix yapımcılığında çekilmesinin etkisiyle Amerikanvari tadı da göz ardı edilemiyor.
Sezon boyunca süren şaşırtma anlarını son bölümde katlayarak zirvede bırakan La Casa de Papel dördüncü sezonu heyecanla bekleyeceğimizin garantisini veriyor. Bu değerlendirmenin iki sezon birlikte yayımlandıktan sonra yapılması belki daha doğru olurdu ancak henüz dördüncü sezon hakkında bir tarih söz konusu değil. İlk iki sezona yayılan ilk soygun gibi bu soygun da iki sezona yayılacak belli ki. Şimdilik beklemedeyiz.