Kariyerinize Ankara’da başlayıp 30 yıla yakın orada yaşadıktan sonra Moda Sahnesi’yle yollarınız nasıl kesişti?
Yaklaşık beş yıl önce kızımın okulu nedeniyle İstanbul’a yerleştim. Geçen yıl Kemal Aydoğan bir oyun üzerine çalışırken ortak arkadaşımız Mutlu Güney benim de burada yaşadığımı söylemiş. Oyun vesilesiyle bir araya geldik ve ondan sonra da ayrılmadık hiç. Moda Sahnesi’nin birinci yılını da Roberto Zucco ile kutladık, hem çok onurlandım hem de keyif aldım.
Devlet Tiyatrosu geleneğinden sonra böylesine yeni bir oluşuma geçmek neler hissettirdi?
Moda Sahnesi, özlemini kurduğum tiyatro. Sanatın var olduğuna ve var olacağına çok inanmış bir ekip var burada. Bu yüzden gişe oyunları yerine kendi sözlerinin peşinden gidiyorlar yılmadan. Duruşlarına riayet eden oyunları inatla sahneliyorlar. Ben de 32 yıllık oyunculuk hayatımda işimi hep severek, inanarak yaptım. Dolayısıyla Moda Sahnesi’ni hak etmişim gibi geliyor. O gelenekten kopup buraya geldikten sonra ailemi bulmuş gibiyim. Tabii daha önce Dot ile de çalışırken de aynı duyguyu hissetmiştim, hakkını yemeyeyim.
Roberto Zucco’ya gelirsek, ilk izleyişte anlaşılması zor bir oyun mu sizce de?
Hem anlatması, yani oynaması hem de anlaması zor ve ezber bozan bir oyun gerçekten. İkinci hatta üçüncü izleyişinde anlaşıldığı üzerine yorumları ben de çok duydum. Hatta şunu söyleyeyim ben de teksti ilk okuduğumda anlamadım, ikincisinde biraz daha yaklaştım. Daha sonra haftalar boyu bir araya gelip oyunu deştiğimizde hepimiz çok iyi anladık. Çünkü
Bernard Marie Koltes zor bir yazar. Her söylediği cümlenin alt metinleri, göndermeleri var. Başta Kemal Aydoğan olmak üzere tüm kadro titizlikle çalıştı.
Prova sürecinde neler yaşadınız?
Ağustosta provaya girdik. Oyunu en sade biçimiyle seyirciye nasıl anlatırız diye çok uzun süre beyin fırtınaları yaptık. Nedense Roberto Zucco hep bir anti kahraman olarak bekleniyordu seyirci tarafından. Oysa yazar Zucco’ya görünmez, şeffaf bir rol biçmiş. Biz de yazarın bu isteğine riayet edip onu görünmez kılmaya çalıştık. Bunu da grotesk bir tavır ve açık biçim sahnelemeyle destekledik. Tam bir kara komedi oynuyoruz aslında ve bunu yakalayabilmek için şimdiye kadar denenmemiş bir yoldan gittik. Tabii bu yolu bulana kadar çok deneme yanılmalar oldu, zorlandık. Bu yüzden Roberto Zucco demlendikçe anlaşılan bir oyun oldu. Şunu söylemeliyim ki öğrenmenin sonu olmadığını bir kez daha hissettim. Sadece bir prova değil, özel bir eğitim gibiydi. Prova sürecinde oyun kadrosundaki herkes birbirine o kadar çok şey öğretti ki tiyatroda altın yılımı yaşadım diyebilirim.
İstanbul seyircisi Roberto Zucco’dan payını aldı. Peki diğer illerde de oynayacak mısınız?
Mayıs sonuna kadar her çarşamba Moda Sahnesi’ndeyiz. Sonrasında turneye çıkacağız. Haziranda İzmir’de olacağız.
Devlet Tiyatroları ile ilişkiniz devam ediyor mu?
Devlet Tiyatroları’ndan bir film ve bir oyun çalışabilmek için izin aldım. Henüz İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda oynamak kısmet olmadı. En kısa zamanda deneyim yaşayacağım.
Sormadan edemeyeceğim… 13 yaşında Devlet Tiyatroları’na girmeyi nasıl başardınız?
Benimki tamamen şans. O yıllarda 16 yaş sınırı ile orta okul mezunları alınıyordu tiyatroya. Ben de hem okula erken kaydolduğum hem de doğum günüm yıl sonuna yakın olduğu için 13 yaşında orta okuldan mezun olmuştum. Yine de yetenek sınavına girdim ve kazanınca reddetmediler beni. Bölümün en küçüğü olarak mezun olduktan sonra da reşit olana kadar kendi tiyatromda figüran olarak çalışmak zorunda kaldım.
Mesleğe erken başlamak avantaj mı sizce?
Bu işe erken başlamanın hep avantajlarını yaşadım ben. Her şeyden önce çok fazla sahne deneyimim oldu. Devlet Konservatuarı birden Hacettepe’ye bağlanıp dört yıla inince, ben de bu sürede liseyi dışarıdan bitirdim. Yani dört yılda hem lise hem üniversite okumuş oldum. Benden sonra mezun olanlar şehir dışına atandılar, ben Ankara’da kaldım. Haliyle tüm genç roller bana kaldı (gülüyor).
Zaten minyon bir yapınız var…
Evet, sahne yaşım küçük (gülüyor). Gençken de durum farklı değildi. Ankara’da son dönem Suç ve Ceza’yı oynarken 40’lı yaşlarıma yaklaşmıştım ama 18 yaşında bir karakteri oynuyordum. Sahnede inandığınız zaman inandığınız yaşta olabiliyorsunuz. Kendimi o yaşlarda hissetmek bana gerçek hayatta da enerji veriyor.
Kızınız da sizin yolunuzdan ilerliyor. Sizden mi etkilendi dersiniz?
O da benim gibi eğitimine 13 yaşında başlamak istedi, Pera Güzel Sanatlar Lisesi’ni kazandı. Şimdi son sınıfta okuyor. Benden etkilenmemesi imkansızdı sanırım çünkü daha doğmadan tadını aldı sahnenin. Hamileliğimin sekizinci ayına kadar çalışıp Çağla dört aylıkken yeniden işe döndüm. Eşim emzirmem için tiyatroya getiriyordu onu. Kulis ve setlerde büyüdü desem yeridir. Aslına bakarsanız ben başlarda oyuncu olmasını pek istemedim. Mesleğimin geleceğinin baltalandığını görmek beni tedirgin ediyordu. Bir gün birlikte gittiğimiz bir oyunun sonunda, ben burada değil orada olmak istiyorum diye ağladı. Tiyatroyu ne kadar sevdiğini gösterip ikna etti beni. Şimdi evde bir meslektaşım olduğu için çok mutluyum. Birbirimize çok yardımlarımız oluyor. Onu izlerken çok heyecanlanıyorum. İnşallah birlikte sahneye de çıkarız, en büyük hayalim bu.
Kariyeriniz boyunca oyunculuk dışında bir iş yaptınız mı hiç?
Eğitmenlik, seslendirme gibi işler yaptım ama o da mesleğimle ilgiliydi tabii. Yapmak zorunda kalsam, çok iyi organizatör olurdum eminim. Özel hayatımda da tatillerden buluşmalara kadar her şeyi ben organize ederim. İş bitirmeyi çok severim (gülüyor).
Ankara’dan sonra İstanbul’da yaşam nasıl?
Gümüşsuyu’nda oturuyorum, oldukça merkezi bir lokasyon olduğu için her yere yakınım. Ama kızımın okulu bitince Moda’ya geçmek istiyorum ben de. İstanbul’u eskiden de severdim, harika bir şehir. Şehrin kendine has bir enerjisi var. Ankara’dan sonra en çok zorlandığım kısım tahmin edersiniz ki trafik! Ankara’da o kadar yıl toplu taşıma kullanmayan ben, İstanbul’da gün içinde deniz yolundan metrosuna kadar hepsini kullanıyorum. Başka türlü bir yerden bir yere yetişmek zor.
En çok nereleri gezersiniz boş zamanlarınızda?
Tipik bir Ankaralı olarak bir deniz kenarı isterim öncelikle (gülüyor). Bu aylarda favorim motora atlayıp Adalar’a gitmek mesela. Onun dışında bir kadın arkadaş grubumuz var, onlarla bir araya gelince muhakkak deniz kenarı bir mekanda alırız soluğu. Yine bir Ankaralı olarak insanları evimde ağırlamayı da çok severim ben.