23 ŞUBAT, SALI, 2016

Türkiye Sinemasında “Cinsiz” Bir Korku Filmi: Naciye

İlk kez 15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin Karanlık&Köşeli bölümünde seyirciyle buluşan Naciye, 11 Mart Cuma günü vizyona giriyor. Türkiye sinemasının alışkın olduğu korku/gerilim filmlerinin çok ötesindeki bu film, gerek tekniği gerekse kurgusuyla sinemamızda belki bir ilk olma özelliğini taşıyor.

Türkiye Sinemasında “Cinsiz” Bir Korku Filmi: Naciye

İlk kez geçtiğimiz yıl ABD’de Screamfest kapsamında seyirci karşısına çıkan Naciye, İtalya’daki gösteriminin ardından nihayet Türkiye’deki prömiyerini yapacak. Filmle birlikte seyirciye merhaba diyecek biri daha var: Lütfü Emre Çiçek. Çünkü Naciye, daha önce kısa filmleriyle sinema dünyasında kendine yer bulan genç yönetmenin ilk uzun metraj filmi. Kendi deyimiyle dramatik korku/gerilim türündeki film, izleyiciye vadettiği farklılığı sunuyor gerçekten. “Yerli” ve “korku” kelimeleri yan yana gelince hepimize çağrıştırdıkları malum. Cinler, hacılar, hocalar... Sinematografik açıdan da beklentimizin yüksek olduğu pek söylenemez. İşte Naciye’yi özel kılan tam da bu ön yargıyı kıracak olması diye düşünüyorum. Hatta kimilerimizde tamamen bir sanat filmi hissi bile uyandırabilir. Büyükada’daki bir köşkte dört haftada çekilen filmde müziklerden kıyafetlere kadar Türkiye motiflerine rastlıyoruz. Bu da tekniğiyle Avrupa’yı çağrıştırmasına rağmen yerelliğini korumasında ve bu yüzden yurt dışında ilgiyle karşılanmasında da önemli bir etken olsa gerek. Konusuna özellikle değinmeyişimin nedeni, bu işi gerçek sahiplerine bırakmak istememden. Zira yönetmen Lütfü Emre Çiçek ve başrol oyuncusu Derya Alabora (Naciye) ile buluşup film üzerine uzun uzun konuştuk. 

Filme adını veren Naciye’nin hikayesini anlatır mısınız?

L.E.Ç: Film aslında Naciye’nin bakış açısını ele almaya çalışıyor. Çocukluğunu geçirdiği evi kendi doğrularına göre korumaya çalışan ve tabii psikolojisi bozuk bir kadın Naciye. Gerilimli anlar, sorunlu bir evliliği olan çiftin eve taşındığı gece Naciye’nin kapıya dayanmasıyla başlıyor. Özetle hikaye bir haneye tecavüz üzerine gelişiyor. Ama kim kimi evinden ediyor? Korku, gerilim türündeki filmlerde, cinayeti işleyenler kötü karakterlerdir ama bu filmde Naciye öyle değil. Aksine filmin en karizmatik karakteri bana göre. Çünkü Naciye’ye öldürmekten zevk alan bir katil diyemeyiz. Onunki içten gelen bir intikam duygusu. O nedenle olaydan ziyade karakteri ve dramatik geçmişini ön plana çıkarmaya çalıştık. 

Derya Alabora ©Korhan Karaoysal

Senaryoyu okurken siz nasıl okudunuz Naciye’yi?

D.A: Emre ile senaryoyu okuduktan sonra da üzerine çokça konuştuk. Evini, kardeşini ve çocuğunu korumaya çalışan, sevgisinde de öfkesinde de aşırıya kaçan bir kadın Naciye. Çocukken ev sahiplerinin annesine tecavüz edişini, işkencelerini görmesi gibi geçmişinden gelen birçok travması var. Tabii bunlar cinayeti haklı çıkarmaz hiçbir zaman ama Emre’nin de dediği gibi durduk yere öldürme güdüsüyle hareket etmiyor. Psikolojisi arızalı zaten, aşırı bir sahiplenme hali var. Bir noktadan sonra ipin ucu kaçıyor ve gerilim artıyor. Ancak ben de onu hiç kötü bir karakter olarak görmedim. 

Filmin ağır ilerleyen bir havası da var. Cinayet sahnelerinde bile çığlıklar, koşturmacalar, oluk oluk akan kan vs. yok denecek kadar az. 

L.E.Ç:  İyi korku filmlerinin temelinde dramatik öğeler yatıyor bence. Psycho filminde bile Norman Bates karakterinin travmalarıdır asıl etkiyi yaratan. Ben de senaryoyu yazarken kötü bir karakter yazmak istemedim. Tabii sonuçta bir korku filminin de ticari kaygıları var, gerilimi sağlamak için cinayetlere yer vermek durumunda kalınıyor. Ancak ben senaryoda bu cinayetlerin arkasındaki nedenlerden bahsedip bir karakter yaratma üzerine gittim. Sıradan bir katil değil o, kedince evini gasp edenleri cezalandırıyor. 

İlk kez bir korku/gerilim filminde rol aldınız. Rolü kabul etmenizde bu faktör ne kadar etkili oldu?

D.A: İzleyici olarak da gerilim filmlerini çok severim. Naciye, karakter odaklı, Türk sinemasında alışkın olduğumuz gibi cinlerin perilerin olmadığı bir film olunca, içinde yer almayı istedim. Bunun dışında özellikle bu tür filmlerde kullanılan plastik makyaj kısmı da cezbediciydi. Mesela elimin bıçaklandığı sahnede, birebir benimkine benzeyen balmumundan bir el yapıldı. Kalıplar döküldü, mekanizmalar yerleştirildi… O da ayrı bir sanat ve sinemayla birlikte çok güzel bir süreçti benim için. 

Okuma provalarında ya da çekim esnasında senaryoda değişiklik oldu mu?

L.E.Ç: Tabii canım. Senaryoyu çalışırken de kurgu aşamasına gelene kadar da değişiklikler oldu. Senaryo okumalarımız çok keyifli geçti, oyuncular kendi aralarında çalıştılar önce. Mesela Derya Hanım’ın mimikleri, bakışları o kadar etkileyiciydi ki, kimi sahnelerde repliklere gerek kalmayınca çıkardık. Bu oyuncunun yetenekleriyle de alakalı bir durum. Başka oyuncular olsa, daha farklı değişimler olurdu ya da tüm rolleri ben oynasam senaryo hiç değişmezdi (gülüyor). Bunun dışında Derya Hanım’ın bakış açısı çok şey kattı senaryoya. Bir kere filmin son sahnesi onun sayesinde değişti. “Bu nasıl aklıma gelmedi?” dedirtti bana ve filme çok yakışan bir son oldu. Hep diyorum, bence Derya Hanım da senaryo yazmalı. 

Derya Hanım gün yüzüne çıkmayan senaryo çalışmalarınız var mı yoksa?

D.A: Karaladığım ama bir türlü bitiremediğim çalışmalarım var. Belki birinin yardımı olsa onunla birlikte tamamlayacağım, bilemiyorum. Birçok hikaye kurguluyorum ama olay örgüsünü kurmak, bağlantıları kurarak anlatmak hiç kolay iş değil. Belki esas mesleğim yazmak olsa para kazanma düşüncesi bana itici bir güç olacak ama bu şekilde hepsi yarım kalıyor. 

Daha önce tanışıyor muydunuz? Neden başrol için Derya Alabora’yı seçtiniz?

L.E.Ç: Yazarken aklımdan hiç kimse geçmiyordu açıkçası. Kendi imkanlarımızla bir film çekelim dedik ama tabii tiyatro kökenli oyuncular olsun istiyorduk. Kısa filmlerimden edindiğim deneyimden, tiyatrocularla çalışmanın daha rahat olduğunu gördüm. Naciye karakteri de bilinen bir oyuncu olsun istiyordum. Cast direktörümüz Banu Çiçek bana bir isim listesi sundu. Hiç düşünmeden Derya Hanım dedim. Senaryoyu gönderdikten birkaç gün sonra da tanıştık, çalışmaya başladık. 

Sizin de oyunculuk tecrübeniz oldu geçmişte sanırım. Tiyatroculara meyliniz biraz da bu yüzden olabilir mi?

L.E.Ç: Oldu ama eğitim denemez ona, lise yıllarımda tiyatro yapmıştım. Bir Shakespeare oyununda bile rol aldım. Çocukken oyuncu olmak gibi bir hayalim vardı. Arkadaşlarımın kısa filmlerinde oynadım ama oyunculuk gerçekten farklı bir disiplin gerektiriyor. Mesela sesim eğitimli olmadığından bana çığlık at deseler, onu bile hakkıyla yapmam aslında. Dolayısıyla oynamasam da oyuncularla çalışmak daha keyifli geldi. Ha olur da biri senaryosunda Lütfü Emre Çiçek’i oyna derse, onu oynarım (gülüyor). 

Kısa filmlerinizi de kendiniz yazıp çektiniz. Bundan sonra hep böyle mi gider?

L.E.Ç: Açıkçası şimdiye kadar çekmem için bir senaryo gelmedi. Öte yandan bir İngilizce senaryom var, mesela onu kendim çekmesem de olur. İlla kendi yazdığımı çekerim diye düşünmüyorum. Naciye’yi çekerken senaryo yazmam için teklifler geldi, ayrıca Screamfest için gittiğimde birlikte senaryo yazma teklifi aldım. Onlarla da çalışmaya başladım, arada bir dizi tretmanı yazdım. İşin özü, yazmayı seviyorum. Ancak bundan sonra çekeceğim uzun metraj filmim yine kendi yazdığım bir senaryo olur diye tahmin ediyorum. En azından ilk birkaç filmim böyle gitsin. Onun bir rahatlığı var çünkü kafana göre değiştirebiliyorsun. Zaten bir yönetmenin önüne gelen senaryoyu olduğu gibi çekme zorunluluğu olduğuna inanmıyorum. Kaldı ki öyle çekmese daha iyi olur. 

Yazarlığınızı yönetmenliğinizden daha mı iyi buluyorsunuz?

L.E.Ç: Yönetmenlik deneyimim yazarlığıma göre daha az. Şimdiye kadar çok fazla yazdım ve kalemimin kuvvetli olduğunu düşünüyorum. Ama bu kötü bir yönetmen olduğum anlamına gelmez. Bu ilk uzun metraj filmim ve muhtemelen 50 yaşına geldiğimde 10 film çekmişsem, en kötüsü Naciye diye düşüneceğim. Tıpkı kısa filmlerimde olduğu gibi Naciye’nin de deneysel yönleri var. Ancak yurt dışı gösterimlerinde izlediğimde filmden çok memnun kaldım, beklediğimden çok daha iyi bir iş çıktı ortaya. 

Derya Alabora ©Korhan Karaoysal

Sonraki filmlerinizin türü korku/gerilim mi olur? Bunu sizin tarzınız olarak mı görelim?

L.E.Ç: Melodram filmleri daha çok seviyorum. Duygular gerçek hayattan, aksiyonlar bir tık abartılmış vs. İzleyip etkilendiğim filmler tarzıma da yansıyor. Bir sonraki filmde korkuyu biraz daha bastırıp gerilime yüklenebilirim ama aynı ayarda gider. Kendimi kalıplaştırıyorum gibi anlaşılmasın, yeri geldiğinde komedi de yazar çekerim. Ama Naciye gibi bir karakteri seyirciyle buluşturmak benim için ayrı bir zevk. Henüz Türkiye’den nasıl tepki alır bilemiyorum. Yurt dışı gösterimlerinde genel olarak karakteri ilginç bulduklarına dair yorumlar aldım. O kadar vahşilik yapmasına rağmen seyirci onu sevdiyse, hikayeyi doğru işlemişiz demektir.

Derya Hanım siz bitmiş halini izlediniz mi filmin?

D.A: Hayır sadece kaba kurgusunu izledim ki rengi bile yoktu. İlk defa festivalde izleyeceğim, ben de heyecanla bekliyorum.

L.E.Ç: Ben de Screamfest’te dev ekranda izlemiştim ilk kez. Hatta seyircilerin filmin başlarındaki esprili sahneye güldüklerini görünce “evrensel bir dil yakalamışız demek ki” dedim. Dev ekranda izlemenin tadı bambaşka. Derya Hanım’ın da ilk kez bu şekilde izleyecek olması çok daha güzel olacak benim adıma. 

Lütfü Emre Çiçek ©Korhan Karaoysal

Filmin kendince aksiyon sahneleri var. Sizi zorlayan anlar oldu mu?

D.A: Çekim yaptığımız ev çok yüksek tavanlı ve bol merdivenliydi, inip çıkması epey yordu (gülüyor). Ama asıl zorlayıcı olan cinayet sahneleriydi. Birini öldürmenin hem bedensel hem de ruhsal yönden çok ama çok zor bir iş olduğunu anladım. Oyunculuk eğitimlerinde de bu konu zorludur: Hiç kimseyi öldürmemiş biri o duyguyu nasıl bilecek? Sahneleri çekerken delici ya da kesici bir aletle bir insanı öldürebilmek için çok büyük güç gerektiğini gördüm. Öldürücü olması için kemik, kas, yağ dokusu gibi birçok katmanı geçmek gerekiyor. Ortalama bir darbeyle bunu yapamazsınız. Dolayısıyla çok büyük bir öfke olması lazım ki o enerji güce dönüşsün. Oyuncu olarak hissetmem gereken duygu bu öfkeydi. Öfkeyle birlikte enerjiyi boşaltana kadar defalarca saplamak ve sonrasında gelen yorgunluk, en çok zorlandığım sahnelerdi. Bir de sadece bir sahnenin bile en iyi ihtimalle beş altı kez çekildiğini düşünürseniz, yorgunluğun dozu da o denli arttı.    

Oyuncular genellikle daha önce canlandırmadıkları roller üzerine çalışıyor, gözlem yapıyor. Siz bir seri katil dosyası açtınız mı kendinize?

D.A: Ben aynı zamanda eğitmenlik yaptığım için birçok karakter ve tiplemenin analizlerine haizim. Mesela bir tiyatro oyununda kızımı öldüren bir seri katil vardı ve onunla karşılaşıp hesaplaşmam gerekiyordu. O zaman seri katiller nasıl davranır diye tüm dokümanları yatırdım masaya. Ancak Naciye bir seri katil değil, bunun altını çizmeliyim. Öfkesinde aşırıya kaçan biri. Biz nasıl ki sevişerek boşalıyorsak, seri katiller de kan akıttığında aynı rahatlamayı yaşıyor. Tabii bir sonraki cinayete kadar… Naciye’ninse böyle bir derdi yok, öfkesinin sonucu çıkıyor cinayetler. Mantığı ise basit: Evine birileri geliyor, onu huzursuz ediyorlar ve yok edilmeleri gerekiyor! O yüzden kurtulduğu her yabancı sonrası normal hayatına dönüyor, yenileri geldikçe öfkesi de geri geliyor. “Çıkın gidin” dediğinde sözünü dinleseler, kimse ölmeyecek belki de. 

Derya Alabora ve Lütfü Emre Çiçek ©Korhan Karaoysal

Hazır eğitmenliğinizden bahsetmişken… Şimdi öğrencileriniz de izleyecek Naciye’yi. Her yeni işinizde onlara karşı test edilmiş hissediyor musunuz?

D.A: Çok açık fikirliyimdir, karşıdan da bunu beklerim ama genellikle böyle olmaz. Biz eleştiriyi sadece olumsuz yorum olarak görüyoruz maalesef. Diğer yandan eğer yaptığım işten memnun değilsem kimseye izleyin demem zaten. Hoşuma giden işlerde eleştiriye sonuna kadar açığım. Sanatta eleştiri olmazsa işler yürümez. Bir filmde ya da oyunda yer aldığımda o sadece benim üretimim olmuyor tabii. Özellikle sinemada yönetmenin penceresi giriyor devreye. Öyle ki ne kadar güzel çektik diye sevinirken oyuncular olarak, sonra sinemada izlerken filmin en kötü sahnesi olduğunu görürüz. Haliyle öğrencilerime söylediğim şeylerin tersini yapmış görünebilirim. Mesela Türkçe konusunda çok hassasım. Öğrencilerimi “Lavabo değil, tuvalet” diye ikaz ediyorum ama bir çekimde yönetmen bana lavabo deme gerektiğini söylediğinde o yanlışı kendim yapmış gibi oluyorum. Bu bir çelişki, bazen bir şey yapamıyoruz.

Emre Bey sizin eleştiri eşiğiniz nasıl?

L.E.Ç: Esnek olduğumu düşünüyorum. Bu filme gelen beş eleştiriden biri kötü oluyor. Başlarda kafama çok takarım diye düşünüyordum ama ben de yeni yeni öğreniyorum. Sonuçta herkesi memnun etmek mümkün değil. Ayrıca eleştirmenlerin de izleyici olarak bir sinema zevki var, bunu da hesaba katmak lazım. Büyük çoğunluk nefret etse farklı düşünürdüm tabii. 

Sizce gelecekte Türkiye sinemasında Zebercet gibi hafızalarda kalan bir karakter olur mu Naciye de?

D.A: Bu biraz ulaştığınız kişi sayısıyla da alakalı. Türkiye’de bağımsız filmler insanların çok da ilgisini çekmiyor. Ticari kaygıyla yapılmış olsa daha büyük kitlelere hitap ederdi. Ancak inşallah dediğiniz gibi akılda kalırsa çok mutlu oluruz. 

0
36642
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage