10 KASIM, PERŞEMBE, 2016

“Yaptığın İşe Ruh Katmazsan Kimse Etkilenmez”

Tüm dünyaya dijital yayın yapacak olan Red Bull Music Academy Radio İstanbul'un Efsaneler Kuşağı'nda yer alan Gökçen Kaynatan'ın 17 Kasım'da Kırım Kilisesi'nde gerçekleşecek “Gökçen Kaynatan ve Elektronikleri” konserinden önce kendisini stüdyosunda ziyaret ettik. Beş çayı ziyafetiyle başlayan 4,5 saatlik röportajımız yakın zamanda Finders Keepers etiketiyle plak formatında yayımlanacak iki LP’de yer alan parçalarını Gökçen Bey’in stüdyosunda kendi anlatımıyla dinleyerek ve stüdyosunun duvarlarını süsleyen tablolarını inceleyerek sona erdi.

“Yaptığın İşe Ruh Katmazsan Kimse Etkilenmez”

Şayet Gökçen Kaynatan’ı tanımıyorsanız ve yalnızca bu röportajı okuyarak kendisine dair her şeyi öğrenebileceğinizi zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Fakat zararın neresinden dönülse kârdır; geç de olsa bir yerden başlamak gerek.

Türkiye’de henüz enstrüman bile bulmanın mümkün olmadığı 1950’lerde çoğunlukla kendi icat ettiği ekipmanlarla rock’n roll ve elektronik müzik parçaları icra eden, gerek gitar çalışıyla gerekse sıra dışı kostümleriyle 1970’lerde zamanının ötesinde işler yapan Gökçen Kaynatan’ın stüdyosunda o yıllarda aldığı ekipmanları görme şansına nail olduk, üstelik hepsi hâlâ ilk günkü gibi temiz ve işler hâlde. Gökçen Bey anlattıkça kendisinin o yıllarda satın aldığı arabalarının da işler olduğunu ve bunları çoğunlukla kendisinin tamir ettiğini öğrendim. Aynı zamanda bir iç mimar ve endüstriyel tasarımcı olduğunu, Beyoğlu civarındaki pek çok binanın restorasyon işlemlerini gerçekleştirdiğini, 1999’dan bugüne mahkemelerde -müzik telif hakları da dahil olmak üzere- on ayrı meslekte bilirkişilik yaptığını, Kültür Bakanlığı’na kayıtlı bir ressam ve müzisyen olduğunu, 2013 senesinde uzay ve küresel ısınma gibi konular üzerine 1956’dan beri yaptığı sulu boya ve akrilik çalışmalarını içeren bir sergi açtığını, eski bir rallici olduğunu, çok iyi dans ettiğini de... Uzun seneler “biraz” saklandığını kendisi de inkâr etmiyor. Gelecek aylarda Finders Keepers tarafından basılacak, bugüne kadar hiçbir yerde yayımlanmamış parçalarının yer aldığı plakların kendisini daha yakından tanımamıza vesile olacağından eminim. Bugünlerde 17 Kasım’daki konseri için özel sipariş üzerine yaptırdığı ve ağırlığı 22 kilogram olduğundan bir süre gümrükte takılı kalan KromaLaser’ına nihayet kavuşmuş. Hatta sağ olsun, bana biraz çalmayı bile öğretti; en azından notaları basmayı başarabildim. Daha fazla anlatıp sürprizi bozmak istemiyorum ki konsere gelip kendiniz deneyimleyin. 

©Nazlı Erdemirel

Müziğe dair çok küçük yaşlardan bu yana kaybetmediğiniz merakınızın yanı sıra mucit bir yanınız da olduğunu öğrendim. Orkestra arkadaşınız Mesut Aytunca için bir bas gitar yaptığınızı, ilkokuldayken bisikletinize kendi yaptığınız bir parazit yayınlayıcı monte edip mahallede dolaşarak radyoları etkilediğinizi okudum. Nereden geliyor bu merak?

Yapı meselesi. Olmayan şeyleri yapmaya bayılırım. O zamanlar dünyada olmayan iki, üç şey yaptım. Bunları yokluktan yaptım. Mesela sekiz kanallı pre-amp ve power-amp yaptım, sahnede orkestra elemanlarıyla beraber onu 10 sene kullandık. Bas gitar olmadığı için bas gitar yaptım. O zamanki orkestramın talebelerini ben yetiştirdim. Mesut Aytunca ve Erol Bilem benim gitar talebelerimdi. O esnada ben gündüzleri Haydarpaşa Lisesi’nde öğrenciydim, akşamları ise Pınar Dershanesi’nde müzik öğretmenliği yapıyordum. 

O senelerde Moda’da yaşıyordunuz sanırım.

Evet. Moda’daki o güzellik, iskeleden denize atladığımız zamanlar... İskelenin önünde denizin derinliğinin 12 metre olduğu yerde attığımız madeni parayı yosunların arasında görebiliyorduk, şimdi 1 metreyi bile göremiyoruz. O zamanlar Göztepe tarafında evler yapılmaya başlandı, foseptik taşmaları da denize verildi. Denizin kirlenmeye başlamasının ilk nedeni oydu. Sonra Marmara’da birkaç tanker patladı, yandı. Marmara tarafı mahvoldu. Küresel ısınma desen, bütün dünya ülkeleri sürekli karbon sirküle ediyor. Bugün dünyanın hâli acınacak durumda, ozon tabakası artık yok. Bunlardan etkileniyorsunuz, oturup bir beste yapıyorsunuz. Aklınıza bir şeyler geliyor, onları çizme ihtiyacı hissediyorsunuz. Mesela doğanın canlı olduğunu biliyor musunuz? Doğa çoğalan, büyüyen bir boşluktur. Biz evrende nokta bile değiliz. 2013’te yaptığım resimlerin çoğu Hubble teleskobunun çektiği fotoğraflardan kompoze ettiğim tablolardır. Doğanın kendisi tanrıdır. Dünya da bize armağan edilen cennettir.

Yetenek diye bir şey var mı sizce?

Yetenek yetmiyor ki... Bugün bir çocuğun yeteneği varsa istediği enstrümanı bulabiliyor ama o zamanlar öyle bir şey yoktu. 

O enstrümanı kendin yapabilmek nedir peki? Yetenek mi, merak mı yoksa başka bir şey mi?

Yetenek değil, ihtiyaçtan doğuyor. Öğrenme arzusu çocukluktan başlıyor. Engelleme olduğu zaman insanda daha çok istek yaratıyor.

Kaan Düzarat’ın sizinle yaptığı röportajda müziğe “kendinden bir dokunuş eklemezsen olmaz” demişsiniz.

Ona bir ruh vereceksin. Yaptığın işe ruhunu vermezsen, ruhundan bir parça akıtmazsan kimse etkilenmez ondan. Şimdi ne çaldıklarını bilmiyorlar. Hızlı çalmanın bir yararı yoktur, dörtte üçü karamboldür. Hızlı bir şey çalıyorsan çal tabii, ama çaldığın notayı tek tek duy.  Elektronik müzikten nefret eden insanlar buraya gelince “bu çok farklı bir elektronik” diyerek etkilendiklerini söylüyorlar. Güzel olan bunu yapabilmek. Elektronik adı altında birtakım şeyler yapılıyor, onların hiçbiri elektronik değil. Elektronikte ses melodiyle beraber gidecek, aynı armonide olması lazım. Bir bütünlük olması şart. O bütünlüğü sağlayamazsan olmaz. Elektronik müzik üçe ayrılır: Birincisi hiçbir enstrüman kullanmadan yapılan, tamamen frekanslardan oluşan “full elektronik”tir. İkincisi biraz enstrüman kullanılan fakat ağırlıklı olarak frekanslardan oluşan “melodik elektronik”, üçüncüsü ise pop parçaların frekansların eşliğinde ritim ve melodiyle yorumlandığı “pop elektronik”tir. Bunların hepsinde temel şartlar bir altyapıya sahip olması, bir konsepti, amacı, senaryosu olmasıdır. Bir de sesi kullanmasını çok iyi bileceksin. 

Müzik icra ederken o acelecilikten kurtulmanın sırrı nedir sizce?

Müzik terbiyesi. Konservatuvarda bunu öğretirler işte. Mesela armoni öğrenirken bütün gamı ezberden bilirsen çalarken de onu nasıl çalacağını, sesine göre ayarlaman gerektiğini bilirsin. Sana bir solo bırakılıyorsa yerin, sıran geldiği zaman volümünü yükselteceksin, solon bittiği zaman düşüreceksin. Solist çıktığı zaman orkestra olarak belli bir seviyeye düşmen gerek. 

©Nazlı Erdemirel

İnsanların ses konusundaki ön yargılarını nasıl yorumluyorsunuz?

Geçenlerde buraya bir arkadaş geldi. “Ben elektronik müzikten nefret ederim ama burada dinlediklerimden büyük keyif aldım” dedi. Müzikte enstrüman olması şart değil ki... Seneler önce Yeşilköy’de evde tek başıma otururken bir şeyler yapmak istedim. Cehennem parçasını yapayım dedim, aslında Cennet yapacaktım ama Cennet derken Cehennem oldu. 21.30’da başladım, 1:30’da uyandığımda 15 dakikalık bir kaydı bitirmiştim. Cehennem böyle ortaya çıktı. Mesela Cehennem parçasının “Cehennem nedir?” mantığından kaynaklanan bir anlamı var. O parçayı Almanya’da çaldığımda slayt makinelerinin değişik açılardan verdiği slaytlar ve frekans müziğinin bütünleşmesiyle mekânda bulunan İsa’nın havarilerinin aziz heykelleri hareketlendi. İnsanlar o kadar etkilendi ki iki kadın düşüp bayılmış. Hâlbuki kalp hastalarının, sinir hastalarının konsere girmemesi anons edilmişti. Öylesine dinliyorlar ki konser salonunda çıt çıkmıyor. Başka bir akşam da yine oturdum, “değişik” bir şey yapayım dedim. Enstrüman yoktu, hiçbir şey yoktu. Bardakları masanın üzerine dizdim, içlerine suları belli seviyelerde doldurarak hepsinden birer nota oluşturdum. Kayıt makinesini, mikrofonu hazırladım. O parça da yeni çıkacak plağın içinde mevcut. Gitar ve alto arpla çaldığım, içinde birtakım efektler bulunan Lost Island var bir de. Hiçbir alet olmadığı için efektleri de canlı canlı yaptım. İki plakta toplam 19 parça var. Bir tanesinde üç uzun parça yer alıyor: Anjiyo, Cehennem ve Cehennem Yolu.

Dünyadaki noise çalışmalarını ve ses üzerine deneysel çalışmaları takip ediyor musunuz?

Sana bir şey söyleyeyim; onları takip edersen hiçbir şey yapamazsın. Kulak onu algıladığı zaman ondan kopya çeker. Ben bir yere geldim ama dünya henüz oraya gelmedi. Dünya geriden geliyor. Ellerinin altında daha mutena aletleri var, hem de odalar dolusu... Ama ruh olmayınca onları toparlayıp bir bütün meydana getiremiyorlar. En meşhur Fransız elektronikçisi Jean Michel Jarre var mesela... EMS çalıyor ama EMS’in o kendine özgü, karakteristik sesi yok, EMS’ten birkaç tane frekans sesi alıyor, hepsi o. Melodik olarak kullanamıyor. Ben onu enstrüman diye kullanıyorum. Altyapıları önceden hazırlayıp sampling müziği yapıyorlar. Mesela Oxygene parçasının tamamını makine çalıyor, o sadece armoniyi veriyor. Ama parçayı çalan adam değil, makine. Genel olarak bugün dünyada yapılan müziklerin çoğu sampling.

Mustafa Özkent’in Gençlik ile El Ele albümü de 1973 yılında yayınlanmasından 43 sene sonra 2006’da Finders Keepers tarafından basıldı...

Üzücü olan ne biliyor musun? Finders Keepers olmasaydı o albüm kaybolup gitmişti.  

Kesinlikle. 43 sene gecikmeli de olsa bu vesileyle çoğu kişi kendisini tanıma fırsatı buldu. Muhtemelen sizin plaklarınız yayınlandıktan sonra da benzer bir durum olacak.

Benim öyle bir merakım hiç yok. Tarkan nasıldı, 60’lı yıllarda Gökçen Kaynatan da öyleydi. Sizler bilmiyorsunuz tabii... 70’ten sonra bir çekildim kenara, kimse beni tanımıyor. 

Neden müziğinizi paylaşmaktan bu kadar çekildiniz?

Çekilmedim hiçbir şeyden. Ben yine müzik yapmaya devam ettim. 

Peki insanlarla neden paylaşmadınız?

Paylaşacağız inşallah. Yayımladığın zaman güzel bir şey yapman lazım. Her şey güzel değildir. 

Red Bull Music Academy Radio İstanbul kapsamında 17 Kasım’daki konseriniz Galata’daki Kırım Kilisesi’nde gerçekleşecek. Neden bu mekân tercih edildi?

Geldiğin zaman anlayacaksın neden olduğunu, dinlemeden anlaman mümkün değil. Almanya’da da kilisede çaldım, orada aziz heykelleri de vardı. Burada onlar yok, keşke olsaydı. O zaman başka şeyler yapardım. Konserde yarım saat konuşma, bir saat de müzik olacak. Konserin workshop kısmında ilk aldığım elektronik enstrümanlardan başlayarak (ilk gitar prosesörü) hepsinin birer birer seslerini dinleteceğim. 1970’te aldığım Fender Coronado ile bir melodi çalacağım. Bir de üzerinde 88 ses olan Kara Şimşek adlı midi gitarımız var. 88x3 + 2 oktav aşağı ve yukarısına çekme şansı sunuyor. Her ne kadar sana sesi verse de melodiyi sen çalıyorsun; o yüzden tamamen yeteneğine göre çalmak zorundasın. Bir tane de Kore yapımı, el yapımı Ovation gitarımız var. Konsere başlamadan evvel bunların tanıtımını yapacağız. 

Gitarlar dışında konsere nasıl bir ekipmanla geleceksiniz?

Stüdyoda gördüğün eşyaların dörtte üçü gidecek. Ben o müziği banttan da çalarım, gitarımla da çalarım ama oraya gençlik geldiği zaman onlara neyin nasıl yapıldığını, o zamanlar nasıl yapıldığını, bugünkü aletlerle nasıl yapıldığını, ama bunu yapmak için de bir temel kurmak gerektiğini göstermek istiyorum. Bina gibi, temeli olmayan bir müzik de kalıcı olamaz. Hangi sesin insanı etkileyeceğini bilmek lazım. Mesela Bach duyulmayan sesleri kompozisyonlarına yerleştirmiş, duymuyorsun ama etkileniyorsun. İçeride 27 oktavlık bir alet var, ben ona belalı alet diyorum. Kulak 10-12 oktavdan, 16 bin frekanstan sonrasını duymaz. Beyin ve kulak algılar ama siz duymazsınız. Hayvanlar ise duyabilir, onların duyma kapasitesi 20 binin üzerindedir. Fakat siz 10-15 dakika o frekansı algılarsanız kulaklarınız duymaz hâle gelir. Çünkü o frekans kulaktaki çekiç, örs ve üzengi kemiklerini birbirine kaynak yapar. Frekansla bina bile yıkabilirsiniz. Kısacası müzik işkencede de kullanılır, keyif vermek için de. Onun frekansını ayarlamak lazım. Gençlere de tavsiyem müziği bir bütün olarak görmeleri ve kullandıkları sesleri armoni ve ritme uygun olarak sentezlemeleri. Sonuçta enstrüman olsun veya olmasın herhangi bir objeyle de müzik yapılabilir.

©Nazlı Erdemirel

Aslında sahnelerden kopmamışsınız, elektronik müzik olmasa da müzisyen arkadaşlarınızla beraber konserler vermeye devam etmişsiniz. 

Evet, elektronik müzik ile Türkiye’de ilk defa sahnede canlı konser vereceğim. Plaktaki parçaların üzerine gitarımla senkronize olarak eşlik edeceğim. O günkü teknoloji ile bugünkünü birleştireceğim. Yine de benim 1950’li yıllardan bu yana çaldığım her parçada muhakkak elektronik bir efekt vardır. Kendi yaptığım alette de dört kanalı efekt olarak kullanıyordum. Konserlerde enstrümantal parçalar çaldık, birlikte çalıştığım arkadaşlarımı büyük saygıyla anıyorum. Metin Ersoy bir efsanedir. Bir tek Erol Büyükburç ile çalışma fırsatımız olmadı, onu da çok severim. 70’li yıllarda Anadolu’dan gelirken muhakkak bana uğrardı. Gece 1’de, 2’de beni kaldırırdı, 3-4 saat otururduk. Allah rahmet eylesin.  

Ama tek başınıza burada hiç konsere çıkmadınız sanırım.

Tek başına oraya çıkıp o parçaları çalacak, o kadar aleti oraya kuracak benim gibi deli dünyada bir tane daha yok. 1976-79 seneleri arasında televizyona tek başıma çıkar, bütün hazırladığım altyapıları çalardım. Sonrasında ise Gökçen Kaynatan ve Arkadaşları Show Orkestrası ile çıktım. Dünyada yayımlandı o parçalar ama kimse farkına varmadı. Maçka ve Kuruçeşme’deki stüdyolarda televizyon için canlı klipler çekiyorduk. Ankara onları renkli izliyordu, İstanbul’da ise siyah beyaz yayımlanıyordu.

O kayıtlar arşivinizde var mı?

TRT’de olması lazım, inşallah bulacağız. 1976 veya 77’de buraya gelip arşiv için çekim yaptılar. O çekimler için iki buçuk ay boyunca dansçıları stüdyoda eğitiyordum. Ayrıca kamera akışlarını kendim yazıyordum. 45 saniye sonra 1. kamera, 50 saniye sonra 2. kamera... Dekorları kendim yapıyordum. Uzay dekorları, kostümler... 3.5-4 dakikalık bir çekim için iki buçuk, üç aylık bir çalışma sürecinden geçiyorduk; karşılığında ise 15 ila 20 lira arasında bir para alıyorduk. Bugün bir başkası da onu alıp bire bin katlayarak para kazanıyor. Aradaki fark bu. O amatör ruh sana bir şeyler yaptırıyor, her şey para değil. Para insanın elinin kiri. Ben bir iş için kazandığım paranın üç mislini harcadım. 10 mislini de harcarım. Maksat bu işten para kazanmak değil. Ben bir şey vereyim, kalıcı olsun, bir şey kalsın. Bu ayrı bir mantık. Ama bu benim bütün hayatımda var. Karıncayı, oradaki güvercinleri korurum, hepsini beslerim, suyunu mamasını veririm. Şurada gördüğün çiçekleri yaşatırım. Bunların hepsi bir bütün. Üretmek, para kazanmak değildir. Bir şey yapmaktır. İnsan olmanın bir bedeli vardır. İnsan akıllı olduğunu iddia ettiğine göre var olanı yaşatmak da onun görevidir.  

DJ’lerin eski parçaların editlerini yapması konusunda ne düşünüyorsunuz?

O işi çok yanlış yapıyorlar. Neden? Bir kere saygısızlık. O parçanın hangi şartlarda nasıl yapıldığını bilmedikleri gibi müzikle de alakaları yok. Sen büyük bir emek verip olmayanı yapmışsın, birisi gelip onu alıyor, üzerinde oynayıp çalıyor. “Ne güzel yaptım” diyor. Kendi başına yapıt yap, başkasının temeli üzerine oturma. 

Öncesinde mutlaka parçanın sahibiyle bir tanışıp konuşmak mı gerekir diyorsunuz?

Tabii, izin almak gerekir. Bunun telif haklarına göre çok büyük cezası var ama birçok müzisyen sesini çıkarmıyor. Hâlbuki parçaların, içlerindeki her frekansın bir anlamı var; onu bilmeden üzerinde edit yaparsan parçayı mahvedersin. Şimdi bu şekilde çıkıp çok büyük paralar kazanıyorlar. Kazansınlar ama bir sanatçının eserini aldıkları zaman üzerinde oynamadan çalsalar daha iyi olur. Gençleri tenkit etmek kolay, etmemek gerek. Bir şeyler yapsınlar ama yaparken bir temel oluşturabildiğin takdirde o iş değerli ve kalıcı olur. İnsanda bir amatör ruh olması lazım, bir de mesleğe saygı.

Peki sizin 70’lerde yaptığınız bir esere 2010’larda bir DJ’in kendi yorumunu katarak ondan yeni bir eser üretmesi olarak yorumlayamaz mıyız durumu?

Olmaz... Bu neye benziyor biliyor musun? Para basmaya benziyor. Kimsenin eserinin üstüne bir şey yapılmaz. Bu kural edebiyatta da geçerli, sanat eserlerinde de, heykelde de, resimde de... Finders Keepers’ın patronlarından DJ Doug var. “Bu parçaları yaparken ne kullandınız?” diye sordu. Önce anlamadım, meğer madde veya alkol anlamında soruyormuş. “Evet, Çamlıca gazozu bayağı etkiliyordu beni” dedim. Parçalarımın hepsi psychedelic ve new-age. Ben 1950’de new-age müzik yapmışım, henüz dünyada öyle bir şey yoktu, new-age 30 sene sonra çıktı. Topkapı’da bit pazarından bir radar osilatörü buldum, onunla neler yaptım neler... Öyle bir yoklukta çıkan şeyin bir altyapısı, bir kökeni varsa o 100 sene sonra da dinlenir. Hâlbuki temeli olmayan bir şey dağılır, kaybolur gider. Müzik frekans ve ritmin kaynaşması, sentezidir. 

©Nazlı Erdemirel

Anahtar kelimeler “temel” ve “iskelet” midir?

Yaptığın yapının temelini kazmak gibi. Biz maalesef her şeyi istismar etmeye ve gösterişe bayılıyoruz. Her şeyi lambalarla süslüyoruz.

Hazır konu açılmışken, elektronik müziğin çeşitli maddelerle özdeşleştirilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

Arabaya katkı koyup hızlandırmak gibi bir şey. Şuuraltını yukarı çıkarmaya çalışırken vücuda büyük zarar veriyorlar. 

Şuuraltını başka hangi yollarla yukarı çıkarmak mümkün?

İnsan beyni o kadar fazla şey yapabilir ki... Biz onun binde birini bile kullanamıyoruz. Mesela benim 1979’da geçirdiğim ciddi operasyondan sonra yazdığım Anjiyo parçası var. Onu dinlediğin zaman “olmaz böyle bir şey” diyeceksin ama oldu. Ben bile şaşırdım. 

Finders Keepers ile tanışmanız nasıl oldu?

Onlardan evvel bana en az 20 kişi geldi. 

Biz bulamıyoruz, onlar sizi nasıl buluyor?

Ondan evvel “Türkiye’de müzik nasıl?” diye sor. Bir defasında konser verirken dalmışım, romantik bir parça çalıyorum. Çalarken gözlerimi hep kapatırım, silah tutsan görmem. Konsantre olmuşum, şuuraltı çalıyorum. Seyircilerin arasından bir kadın da yüksek sesle “Bakın bakın, işte yaşlılık bu! Adam sahnede uyuyor, uyuyor!” diyor. İşte biz buyuz, sorduğun sorunun cevabı bu.

*Gökçen Kaynatan, 11-20 Kasım tarihleri aradında gerçekleşecek ve tüm dünyaya dijital yayın yapacak olan Red Bull Music Academy Radio İstanbul'un konuğu olacak. Ayrıca 17 Kasım'da Kırım Kilisesi'nde gerçekleşecek “Gökçen Kaynatan ve Elektronikleri” konseriyle müzikseverlere eşsiz bir deneyim yaşatacak.

0
10342
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage