“Önemli olan tutarlılık değil, tutkudur.” diyen Ömer Uluç’un tüm yaşam macerası, bir tutkunun peşinden koşmak olarak okunabilir. Sanatını, yaşam serüvenini ve her ikisini de kapsayan engin düşünce akışını ortaya koyan Umut Burnundan Dolaşarak adlı kitap, bu macerayı 30 yıl boyunca paylaşan eşi Vivet Kanetti’nin tutkulu çalışmasıyla gerçekleşti. Bir tutkuya ancak bir tutkuyla yaklaşılabilir. Onun sınırlarında ancak benzer tonda bir ışıltıyla dolaşılabilir.
Sanatçıları, geride bıraktıkları yapıtlarla ya da onlar üzerinden değerlendirmekte sıradışı bir şey yok; her yapıt ve üretimlerin toplamı bir sanatçının düşünce serüveninin karşılığı nihayetinde. Sıradışı olan; sanatçının aynı zamanda bir düşünür olarak konuşuyor olması ve bizim bu konuşmayla karşılaşma anımız. Öyleyse artık burada, bir sanat serüveninin izini sürerken adeta yolun çatallanması ve bir sese de kulak verme gerekliliğinin ortaya çıkışı söz konusu. Ancak belirtmeli ki o ses sanatçının sadece sanat serüvenini anlamak adına bir işlev taşımıyor olabilir; konuşurken üretim ile söz arasında belirgin bir öncelik ya da iktidar ilişkisi söz konusu olmayabilir. Her ikisi de hem birlikte ve hem de tekil olarak varolabilir. Bu ise her ikisinin de gücüne bağlı olmalı.
Konuşmanın, büyük ölçüde ve çoğu zaman sadece yapıtın veya sanat serüveninin bir betimlemesi olarak işlemesi alışık olduğumuz bir şey. Çok açık ki, biz burada daha fazlasından bahsediyoruz; bir konuşmanın aynı zamanda, deyim yerindeyse sanat olarak, bir felsefe yapma olanağı olarak işlemesinden. Sonsuz bir hareketle, sapmalarla ve duygulanımla işleyen bir konuşmanın, salt işlevsellikten sıyrılıp, özgünlüğü ölçüsünde özgürlüğünü de ilan etme potansiyelinden bahsediyoruz. Ömer Uluç’tan bahsediyoruz. Çünkü Ömer Uluç konuşuyor!
2013 Mayıs ayının sonunda algıları ve adrenalleri harekete geçiren büyük bir enerji sokağa yayıldı, başında ise Umut Burnundan Dolaşarak – Ömer Uluç İle Söyleşiler kitabı çıktı. Ömer Uluç’u tanıyanlar ya da sözünü ettiğim kitabı okuyanlar, onun bu coğrafya üzerine ne çok düşünmüş biri olduğunu bilir. “Bizim çılgın kalabalığımız zaten bütün sanatçılardan daha çılgın.” diyen Uluç için hazırlanan bu kitabın, kanımca o çoğul çılgın sesin patladığı aya denk gelmesi tesadüften öte bir şeydi. Bu, içinde yaşadığımız coğrafyanın zamanlarötesi sesini daima işitmiş, onun farkındalığıyla sarmalanmış bir sanatçının kuşatıcı düşüncelerinin, çok önce söylenmiş sözlerinin zamanımıza sıçramasıydı. Denk düşme, nihayetinde bir çağırmadır.
Tüm zamanlara yayılan bir sanat yapmak gibi, tüm zamanları kuşatan düşünceler ortaya koymak da, Uluç’un “kişisel maceram nedir?” gibi büyük ve ilksel sorusuna, yaşamı boyunca vermekte olduğu kendi cevabının yegane karşılığı haline dönüşmüş gözüküyor. Cevap, bitmiş bir şey olarak cevap değil; sürecin ve aslında en baştaki sorunun ta kendisi. Dikkatle bakan gözler, açık zihinli kulaklar için zamana katman katman yayılan bir sanatçıyla, ona doğru katman katman açılan bir kitap vasıtasıyla tanışmak; çok hacimli bir sanat gibi, çok hacimli bir varlığın da en azından kıyılarına varabilmek demek ve bu, kuşkusuz bir maceraya açık olmayı da gerektiriyor. Çünkü böyle sıradışı birine kulak verirken ve onun açtığı düşünsel serüvenin izini sürerken, yerleşik düşüncelerin artık yerleşik kalması mümkün değil. İşte Ömer Uluç ile yapılmış söyleşilerin ritmik bir akışla biraraya getirildiği Umut Burnundan Dolaşarak kitabı, onun bu çok katmanlı yanını gerçekten de sayfa sayfa açan tutkusal bir çalışma, bir sanatçıyla tanışma daveti. Onun kendi sesinin yükselişi ve bize doğru gelişi.
“Önemli olan tutarlılık değil, tutkudur.” diyen Uluç’un tüm yaşam macerası, bir tutkunun peşinden koşmak olarak okunabilir. Sanatını, yaşam serüvenini ve her ikisini de kapsayan engin düşünce akışını ortaya koyan kitap, bu macerayı 30 yıl boyunca paylaşan eşi Vivet Kanetti’nin tutkulu çalışmasıyla gerçekleşti. Bir tutkuya ancak bir tutkuyla yaklaşılabilir. Onun sınırlarında ancak benzer tonda bir ışıltıyla dolaşılabilir. En azından kendi ömrümün uzunluğunda, her ikisiyle de zaman geçirmiş ve pek çok şey paylaşmış biri olarak bu iki sıradışı varlığın, iki özgün düşüncenin ve dilin, bu iki özel insanın birbirine çok benzediğini de söylemek isterim ve bu kitap, bunun iyice ayırdına vardığım bir yapıt olarak çok özel. Her ikisi de birey olmayı her şeyden çok önemsemiş iki düşünce insanının belirgin farklılıklarının içinde anlamlanan ince ve de zaman vermeden anlaşılması mümkün olmayan hakiki benzerlikler bunlar. Kitaptaki büyük sesin sahibi Ömer Uluç ile, bu kitabı o sesin gücünün farkındalığıyla bizimle buluşturan Vivet Kanetti’nin ayrı ayrı ve hep birlikte dünyaları daha geniş kapsamlı bir çalışmanın konusu olmalı. Ne de olsa hiçbir yaratıcı, bir yolda sanıldığı gibi yalnız yürümez.
Umut Burnundan Dolaşarak’ta bir sanatçının az rastlanır yanını ortaya çıkarmak gibi gönülden bir sorumluluk fikri kadar, bu fikrin hakkını veren büyük bir hazırlık var. Kronolojik bir akışla ilerleyen söyleşilerin metinsel arşiv çalışması ve onlarla diyalog kuran bilgece, hassasiyetle seçilmiş yapıt görselleri ve fotoğraflar, Ömer Uluç’un sesine en uzun tanıklık etmiş kişi Vivet Kanetti’nin sessiz ve derinden bir çalışması olarak anlam kazanıyor. 2011 yılında Kanetti ile birlikte, Ömer Uluç’u anma değil; “Ömer Uluç İçin” adlı bir gece düzenlemiş, hızlı bir hazırlık sürecinin akabinde, onun sesini nasıl tekrar duyabilirizin üzerinde durduğumuz bir sahne, bir buluşma hazırlamıştık. Aslolan Ömer Uluç’un sesini duymak gibi bir sorumluluk, tutku ve şüphesiz gönülden / gönül verme barındıran fikir, Vivet Kanetti’ye aitti. Ardından, çok renkli bir yaşam serüveninin görsel arşivinin online olarak tutulmaya başlandığı www.omeruluc.com adlı web sitesinin hazırlanması da. Bugüne gelindiğinde, onun, yine benzer incelikte Ömer Uluç’un sesine bu kez bir kitapla kulak verme çağrısıyla karşı karşıyayız.
Bu kitapta, 70’lerin sonlarından, yaşamının son günlerine dek bir düşünür olarak konuşan ve üreten bir sanatçının şaşırtıcı dünyasına temas etme kapısı aralanıyor. Bu kapıdan girildiğinde Ömer Uluç’un en temel anlamıyla zamanla ve coğrafyayla ve bu iki büyük olgunun doğurduğu kültürel ve bireysel serüvenle nasıl ilişkili olduğu görülecektir. Zamana, kültürlere, uzayın ve nesnenin hallerine, coğrafyalara, birey olmaya, varlığın hareketine olan ilgisi, onun sürekli yaratıklar üretmesiyle ve tüm bu yaratıkları gerekli kılan ‘olay’la bir yandan ilişki, diğer bir yandan mücadele içine girmesiyle sonuçlanır. Sürekli farklı malzemelere, yeni olanaklara açılması kadar, her daim birbirinden çok farklı kişilerle biraraya gelecek denli geniş bir dünyası olan, çoğalan yaratıkları gibi sosyal yönü de çok güçlü olan Ömer Uluç, tüm zihinsel özgünlüğüyle, bu ülkenin düşünsel tarihinde büyük bir yenilikçidir.
Cahit Irgat’ın, Münir Özkul’un, Fikret Andoğlu’nun, Catherine Millet’nin, Sandro Rumney’nin, Turgut Cansever’in ve daha nice kişinin isminin geçtiği Umut Burnundan Dolaşarak’ta Uluç’un sesi, Ece Ayhan, Jale Erzen, Adnan Benk, Cevat Çapan, Jacques Henric, Sezer Tansuğ, Önay Sözer, Ahmet Soysal, Orhan Koçak gibi önemli edebiyatçıların ve yazarların ya da çeşitli gazetecilerin ve genç kuşaktan sanat yazarlarının sesiyle buluşuyor. Bu konuşmaların ya da buluşmaların en önemli özelliği Ömer Uluç’un her konuştuğu kişiyle yeni bir renk belirlemesi ve onun dünyasına kolaylıkla girebilmesidir. Her söyleşinin bir başka renkte ve boyutta olması, Uluç’un konuşmaya olduğu kadar, konuştuğu kişiye verdiği değerin de bir göstergesidir. Onun bu kitap dışındaki konuşmaları ve kayıtları da düşünülürse, karşımızda dönemi içinde Türkiye’nin en çok konuşmuş, en çok söyleyecek sözü olmuş sanatçısı var diyebiliriz.
Bu söyleşilerin ve aslında tüm Ömer Uluç söyleşilerinin ayrıcalıklı bir yanı da onun konuşma esnasında sıklıkla soru sorar halde olmasıdır. Ömer Uluç’un sıçramalarla, sapmalarla işleyen düşünsel hızı ve hacmi, sorulara cevap vermekle yetinen biri olmadığını açıkça gösteriyor. O, aynı zamanda kendi sorularını soruyor, çünkü en çok sorularla düşünüyor. Soru soran o ses nereden geliyor, ne diyor? Bu tondaki bir soruyu, son sergisini hazırlarken kendisi sormuştu: “bir el nereye kadar uzanıyor?” Bu kudret sorusu, kanımca onun hareket olgusuna temellenen sanatının en esaslı ipuçlarından biri. Bir yere varmak… Kendi etrafında sarmallanan hareketle bir yere varmak… Kendi etrafında dönen bir hareketle gidilebilecek en uzak noktaya kadar gitmek…
“…1965’te Londra’ya gittim ve akrilik hayatıma girdi…” ya da “…kaç çeşit tuvalden çıkmâ imkanı olabilirse, hemen hepsini denedim, hiç değilse rüyalarımda…” gibi temel koyucu bilgilerle otobiyografik yönü öne çıkan ve adeta sese dayalı yazınsal bir retrospektif niteliği taşıyan kitabın finalinde Serfiraz Ergun’un gerçekleştirdiği söyleşi, hayatının sonuna dek üretmiş ve işte hayatının sonuna dek söyleyecek sözü olmuş büyük bir sanatçının kudretini bize kanıtlamakta. O söyleşi ve kitap şöyle bitiyor: “…Nefes almak gibi düşünmüyorum. Daha doğrusu nefes alacak vaktim yok (kahkaha atıyor). Ben geç kalmış bir ülkenin, şöyle özetleyebilirsin… geç kalmış bir ülkenin geç kalmış bir sanatçısı olmaktan kurtulmak istiyorum. Olay bu.
Ömer Uluç tüm yaşamı, sanat serüveni ile ve kelimenin tam anlamıyla özgün bir düşünür olmasıyla bu ülkenin hâlâ önde giden yegane ‘yaratık’larından biri. Umut Burnundan Dolaşarak adlı onun sesinin başkalarına ulaştığı kitap, bu zamanlarötesi, coğrafyalarötesi sanatçıyla bizi şaşırtıcı bir biçimde tanıştırmakta ya da ona daha da tutkuyla bağlamakta. Sanatçılar ya da edebiyatçılar bu dünyadan göçüp gittiklerinde onların dünyalarının kıyılarına hoyrat olmadan nasıl varılır sorusu herkese gerekli. Bu, sorumluluğun ve sevginin sorusu. Ömer Uluç’un büyük dünyasına daha önce olduğu gibi bir kez daha bu tonda yaklaşan ve kitabın gerisinde duran Vivet Kanetti’den bu noktada öğrenilecek çok şey var. Daima sosyal biri olmuş, bir anlamda ön planda olmuş Uluç ise Ece Ayhan’a zaten şöyle diyor: “Ben aslında biliyormusun kendini gizleyen bir adamım. Sözgelimi uzaklara bakarken yanımda hep bir denizaltı görürüm, kapkara, ya da koyu renkli. (Açık renklisi yok zaten!)” Bu ülkede bir sanatçı üzerine bu nitelikte hazırlanmış sayılı çalışmadan biri olan kitap, dikkat çekici tasarımı, çarpıcı spotları ve görsel kalitesiyle Ömer Uluç’un yakın dostu Ayşegül Sönmez’in kurduğu yeni yayınevi Sanatatak Yayınları’ndan çıktı. Umut Burnundan Dolaşarak’ın ortaya çıkmasında önemli rolü olan Sönmez’in önsözde belirttiği gibi bu kitap, “yazılmamış tüm tarihlerin önünü de açacak.” değerde.