Artist’te bu yıl, açık ara öne çıkan sergi Kadınlar Rüyalar ve Ejderhalar’dı. Altı sanatçı kadının Nur Gürel, Füruzan Şimşek, Beyza Boynudelik, Didem Ünlü, Ayşecan Kurtay ve Ayşegül Sağbaş’ın düzenlediği sergi, mekan kullanımı, üretim süreci ve kavramsal çerçevesiyle Artist’e yeni bir soluk getirdi.
Artist Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı bu yıl 25 yaşını kutladı. Artist’te bu yıl, açık ara öne çıkan sergi Kadınlar Rüyalar ve Ejderhalar’dı. Altı sanatçı kadının Nur Gürel, Füruzan Şimşek, Beyza Boynudelik, Didem Ünlü, Ayşecan Kurtay ve Ayşegül Sağbaş’ın düzenlediği sergi, mekan kullanımı, üretim süreci ve kavramsal çerçevesiyle Artist’e yeni bir soluk getirdi. Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar’ın yaratıcılarıyla, sergiye, sanatçı kadın olmaya ve sanat fuarlarına dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
Ezgi Bakçay: Altı sanatçı bir araya gelerek, Ursula Le Guin’in kitabından yola çıktınız ve Kadınlar Rüyalar, Ejderhalar sergisini hayata geçirdiniz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Füruzan Şimşek: Bugün sanat alanında tek başına bir şey yapmak çok zorlaştı. Sıkça grup sergileri izliyoruz. Kimseden davet beklemeden, kendi irademizle sergiler yapabileceğimizi düşündük. İlk olarak Nur Gürel’in bir projesini ele aldık. Serginin küratörlüğünü de Nur yaptı. Bütün sorumluluğu paylaşan altı sanatçının bir araya gelmesi bizim için bir çok güzel bir deneyim oldu. Merak edenler için söyleyebiliriz, şu an derdimiz bir grup kurmak değil. Birlikte iş yapabileceğimizi göstermek. Bu sergide altı kişiydik ama diğer sergilerde yan yana çok iyi durduğumuz sanatçıları davet edeceğiz.
Didem Ünlü : Aslında şimdiye kadar biraz edilgen kaldığımızı düşünüyorum. Hep başkalarının projelerine dahil oluyoruz. Kendi projelerimizi üretmiyoruz. İlk çıkış noktamız biraz buydu.
Beyza Boynudelik: Kendimizi her zamanki üretim pratiğimizden farklı olana yaklaşmaya zorlayıp, hem biz sanatçılar hem de izleyiciler için deneysel bir alan yaratmak istedik.
E.B : Her birinizin küratör olacağı altı ayrı sergi yapmaya mı karar verdiniz?
F.Ş : Evet, şu an için konu olarak belirlediğimiz iki tane projemiz var. Herkes sırayla yapacağı için hazırda olanları değerlendirdik. Nur Gürel’in projesi Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar’dı.
Nur Gürel: Bu sergi projemizi kafamızda şekillendirdikten sonra Karşı Sanat Çalışmaları’ndan Ezgi Bakçay ve Feyyaz Yaman’a konudan bahsettik. Bize nasıl bir mekan sağlayabilir diye sorduk. Sonra kendimizi TÜYAP Sanat Fuarı’nda bulduk. Bu bizim için hızla bir avantaja dönüştü çünkü birdenbire ulaşabileceğimiz en geniş izleyici kitlesine kavuştuk. Çok çeşitli ve heyecan verici geri dönüşler aldık.
Edebiyat ve Sanatın Fantastik Karşılaşması
E.B. : Fuar alanı içinde yarı açık bir mekan tasarımı gerçekleştirdiniz. Sergi tasarımı nasıl oluştu?
Ayşecan Kurtay: Bir arada olmamızın bir farklılığı olmalıydı. Altı kadın sanatçı değil, altı sanatçı kadın olarak bir araya gelip neler yapabiliriz? Farklı şeyler nasıl sunabiliriz? O zaman kendi alanımızı kendimiz belirleyelim, bir mekan yaratalım dedik. Mekanın içinde kadının düşlerini, günahlarını, rüyalarını hepimiz bir köşesinden tutup, kurgulayalım dedik.
Nur Gürel: Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar bildiğiniz gibi Ursula K. Le Guin’in kitabı. Le Guin Amerikan edebiyatının Tolkien’i gibi adeta. Çok güçlü bir kadın. Onun yazdıkları, kişisel deneyimlerime, evlenip çocuk sahibi olmamla beraber hissettiğim duygulara karşılık geliyor. Bu belli bir tür dışlanma duygusu. Tırnak içerisinde sanat piyasası dediğimiz dünyayla ilgili. Evlenmemle beraber sanat hayatımın biteceğinden endişe duyan bir kesim, hamile kalmamla “sakın bu şekilde gözükme, koleksiyonerler alımı durdurur” ya da “sen bundan sonra sanat hayata devam edemezsin, atölyeni şu arkadaşına devretsene” şeklinde öneriler sundular! Tüm bu baskılara karşı, ailem ve yakın dostların haricinde, entelektüel desteğimi Ursula’dan; Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar’dan aldım. Uzun zamandır bu kitaba ve Ursula’ya bir saygı duruşu yapmak istiyordum. Sergideki tüm sanatçılardan kitabı tekrar okumalarını rica ettim. Herkes sevdiği bölümleri çıkardı. En etkilendiğimiz paragrafı bulduk. Ortak duygumuz sadece, evli olmakla ya da çocuk sahibi olup olmamakla da ilgili değildi. Kadının bedenini, cinselliğini özgürce yaşamasıyla ilgili bir tavırdı. Menopozun da cinselliğe dahil olması, çocuk sahibi olmamaya karar vermenin de kadınlığa dahil olması… Bunların hepsi kadın olmaya dair. Hepimizin benzer kaygıları var. Ursula benim sığındığım bir limandı ve kendimce ona bir saygı duruşunu gerçekleştirdim.
E.B. : Okumalardan sonra üretim süreci nasıl gelişti?
N.G. : Birlikte seçtiğimiz paragrafta erkek yazarın çalışırken evin içindeki gündelik durumundan dolayı çıldıracak gibi olup, ilham bulamayıp yazamamasından ve 19. yy. Amerikan edebiyatının en etkili romanı Tom Amcanın Kulübesi’nin yazarı Harriet Beecher Stowe’un kitabı yazarken mutfakta çocuklarının eteklerinden çekiştirmesinden bahsediliyor. Bu sahneden yola çıktık. Sanatçı kadının evi nasıl olur diye düşünmeye başladık. Sonra birden Lars von Trier’ in Dogville filminin atmosferi bize çok uyumlu geldi. Aynı zamanda bu biraz çelişkiliydi. Çünkü Lars von Trier birçok feminist kadının hiç sevmediği, kadın düşmanı olarak mimlenen bir yönetmen. Bu çelişki bize ilginç geldi. Kendi aramızda espriler yaptık, serginin annesi Ursula, babası da Lars von Trier olsun diye. Günlerce beyin fırtınası yaptık, hayal kurduk. Mutfak fayansları, mutfak masasında ki daktilo, daktilodan dökülen ilhamlar, salondaki aile köşesi, çocuk odasındaki oyuncaklar… Derken anladık ki biz kolektif olarak üretebiliyoruz.
Ezgi Bakçay : Yani serginin tasarımı ve bazı işler kolektif olarak üretildi.
N.G. : Kolektivitenin altının iki defa çizilmesi gerektiğini düşünüyorum. Altı kafalı tek bir iş üretmeyi başardık. Bunun serginin en büyük başarısı olduğunu söyleyebilirim. Çünkü Türkiye’de kolektif bir iş yapmanın çok zor olduğunu düşünüyorum.
B.B :Örneğin ortak olarak ürettiğimiz işlerden biri, yedi tane tarlatandan oluşan ejderhaydı. Ejderhanın tarlatan ve tüllerle yapılması hem evlilik, hem kadının iç haliyle ilgili. Bu iş sergiye gelen izleyicilere çocuk gelinleri, çocuk istismarını da anımsattı.
E.B. : Kitap fuarından dolayı herkesimden izleyiciniz oldu, tepkiler nasıldı?
Ayşecan Kurtay: Bir sergi günlüğü tuttum. Orada bulunduğumuz zamanlarda sergiyi ziyaret edenlerin konuşmalarını yazdım. İnsanların işleri nasıl algıladığı ya da algılamadığına dair çok ilginç notlar derledim. Bazı izleyicilerin içeri girip “burada bienal yapmışlar” demesi gibi! Çıkarken “sen anladın mı?” diye soranlar da oldu. Sergide yer alan tuvaleti kullanmak isteyenler ayrıca eğlenceliydi. Ayşegül Sağbaş’ın oyuncak bisikleti çocuklardan büyük ilgi gördü. Sergi mekanında bisikletle gezdiler. Biz de seyirciyle birlikte evin içinde koşturup durduk. Sergiye yerleştirdiğimiz kameralar, dışarıya içerinin görüntüsünü yansıtıyordu. İnsanlar tıpkı mahalle sakinleri gibi bizim evi gözetledi. Gelip koltukta oturup dinlendiler. Biz gerçek hayatta olduğu gibi orada çok rahattık.
N.G. : Aslında biz bir ev yaptık, sanatçı kadının evi. Ve bu evin içine, her köşesi görünecek şekilde kameralar yerleştirdik. Mahrem ve kamusal arasındaki gerilimi yansıtmak çok önemliydi. Ev mahremdir. Mahremi sergilemek de fuar alanında çok ilgi çekti.
F.Ş. : Lars von Trier’in sahne duygusunu ekranlarla aktaralım istedik. Ev gibi kapalı ama film gibi izleniyor olmasını sağladık. Eşyaların varlığı, yokluğu, yükseklikleri, kısalıkları gibi esprileri Dogville’e borçluyuz.
Sanatçı Kadının Evi
Ezgi Bakçay : Sergide bulunan işlerden bahsedebilim biraz. Sanatçı kadının evinde neler var?
B.B.: Sergi için yaptığım videoda, evimdeki mutfağımda fasülye ayıklayıp bir yandan da Türkiye’deki sanat ortamı, sanatçının hayatı, sanatçı kadının durduğu yer gibi konularda bir monolog gerçekleştiriyorum. Aslında gündeklik yaşam pratiğimi bu işe aktardığımı söyleyebiliriz. Bu sebeple işe video arttan ziyade performans videosu denilebilir. Daha önce de bamya ayıklarken sanat fuarları hakkında ahkam kesip, bunu sosyal medyada yazmıştım. Oradan yola çıkan, neredeyse bir yıl önce planladığım bir iş oldu. Videoda aynı günlük hayatımda da yaptığım gibi aralarda şarkı söylüyorum. Çoğunlukla da “haber uçtu devlete de beş yıl yattım hapiste” şarkısı geçiyor. Videoyu kontrol ederken beş yıldır evli olduğumu hatırladım. Çok şaşırdım. Kadın için hapis gibi mi evlilik? Değil ama bir yandan da bilinçdışının açığa çıkması söz konusu demekki. Bu işe eşlik eden kadının hayatından ve kendine bakışından imgeler içeren mutfak fayansları var bir de.
F.Ş. : Ekrandan görünen şömine ateşi bana hep enteresan gelmiştir. Videoyu iki yıl önce çekmiştim. Romantik anlamlarla yüklü şömine ateşini dijital bir ekrandan izliyorsunuz. Kent insanının mağduriyetini anlatan bir iş oldu. Şehir insanının bir şömineye, bir ateşe hasret kalışını anlatıyor.
E.B. : Didem sen konuya aile kavramı üzerine yaklaşmışsın.
Didem Ünlü. : Bu sergide yer alan çalışmam sanatçı bir kadının evindeki aile fotoğrafları köşesini temsil eden bir yerleştirme. Kendi sergi projemin bir parçası olan resimlerden oluşuyor bu düzenleme. Kadın aile ilişkisini ve toplumdaki kalıpları sorgulayan bu seride emekli bir modelist olan annemin kalıplarından yola çıkarak oluşturduğum resimler yer alıyor.
A.K. : Ben daktilomdan bahsedebilirim. Mutfakta kendine bir yaşam alanı yaratmış kadın yazarı ele aldım. Oktay Rıfat’ı tenzih ederek, bu halin erkeklere yabancı olacağını düşünüyorum. Oktay Rıfat hep mutfakta yazarmış. Ondan başka, mutfakta yemek kokuları arasında yazan bir erkek figürü gözümde canlanmıyor. Ama kadın yazarın, o kokulardan, mutfaktaki hareketten, çocuklarından çok beslendiğini biliyorum. Ben de yazdığım için bunun bir çeşit ihtiyaç duyduğunu biliyorum.
Ayşegül Sağbaş : “Fadu’nun Odası” projesinde de benzer işler üretmiştim. Fadime’nin yatağını sergiye taşıdım. Ben danteli çok seviyorum. Resimlerimde de hep dantel kullandım. Üç boyuta geçerken de dantelden yararlandım. Kadınlar her şeyi kaplar, örter. Kötüyü, eskiyi, yıpranmış olanı bir kılıfla örter, dantelle güzelleştirir. Ben de bu fikirden yola çıkarak yatağımı ve bir çok başka eşyayı dantelle kapladım.
N.G.: Son dönemde dergi görselleri üzerine manipülasyonlar yapıyorum. Dergilerin bize sunduğu manipülatif dünyayı tam tersine çevirip, değiştiriyorum. Sergideki çalışmamda makyaj masasında geceye hazırlanan sosyetik bir kadın görselini ele aldım. Önündeki makyaj masasını ütü masasına çevirdim. Çocuk kadın olan kızım Bade de sergiye katıldı. Sergide oluşturduğumuz çocuk odası bölümünde bir performans gerçekleştirdi. Bade’ye sergi alanında onun için hazırladığımız bir duvarı boyamasını teklif ettim. Açılış günü geldi ve tarlatanlardan yatığımız işi sordu. Onun bir ejderha olduğunu söyledim. O zaman ben duvara ejderha çizerim dedi. Hepimizi şaşırtarak duvara çok güzel bir ejderha çizdi. Çocuk odamızda bir de ses enstalasyonu var. Her gün kızımla yaptığımız seansları, gece uyku öncesi masallarını sergiye taşımak istedim. Bade’ye her gece ben masal okurken, kayıt yaptığımız o gece tesadüfen o bana masal anlattı. Ses kaydı sırasında alerjisinden dolayı kızım ara ara öksürüyor. Bu öksürük sesinin, sergiyi gezen anneleri çok etkilediğine şahit oldum.
E.B. : Bu söyleşiyi sergiden önce yapmış olsaydık zannediyorum sergiye dair çok az şey biliyor olacaktık. Bu sergi deneyime çok açık, paylaşımla anlam kazanan bir proje olmuş. Kolektivitenin getirdiği açıklık ve çok farklı kesimlerden insanlarla karşılaşmanız serginin anlam alanını genişletmiş gibi görünüyor.
A.K. : Açıkçası TÜYAP’ ın yolu beni hep düşündürüyordu. Bu kadar uzak mesafe olması, Contemporary ile çakışması beni endişelendiriyordu. Ama o kadar çok gezen oldu ki kitap fuarı ve sanat fuarının yan yana olması çok büyük bir avantaja dönüştü. Evimiz hiç boş kalmadı.
B.B. : Bir sanat galerisine ya da sanat fuarına gitmeyi hiç düşünmeyecek, sanata gündelik hayatında yer olmayan birçok insanlarla buluşmuş olduk.
N.G. : Bu serginin gelecek yıllarda fuar katılımcılarına ilham vereceğini düşünüyorum. Altını çizmeden edemeyeceğim. Biz bu projeyi gerçekleştirirken Karşı Sanat’tan ve Ümit İyem’den büyük destek aldık. Kurulum aşamasında, sergi süresinde ve sonunda beğenilerini dile getirdiler. Açıkçası TÜYAP’ın geleceği için şekillendirici bir sergi olduğunu düşünüyorum. Aldığımız duyumlara göre TÜYAP’ın önümüzde ki yıllarda yeni ve heyecan verici sergileme biçimleri deneyeceğini söyleyebiliriz. Benim bu yıl aynı anda Contemporary ve TÜYAP Sanat Fuarı’na katılma şansım oldu. Ve iki fuarın izleyicisi arasında çok büyük farklar olduğunu gördüm. TÜYAP izleyicisinin çok daha samimi olduğunu söyleyebilirim. Contemporary İstanbul’un dünyada çok önemli bir yeri var. TÜYAP bizim en eski fuarımız, sahip çıkılması gereken bir fuar, eksikleri var ama bunların üstüne gidilerek çok daha iyi olacağı kanaatindeyim.
Rüyalar ve Ejderhalar: Sanat Alanında Kadın Olmak
E.B: Son olarak bugün sanat piyasası içinde kadın sanatçıların durumuna dair ne düşündüğünüzü öğrenmek istiyorum.
F.Ş : Öncelikle vurgulamak isterim ki “kadın” sanatçı olsun diye düşünmedik. Kadın kadına olalım diye değil birlikte konuşabileceğimiz, paylaşabileceğimiz çok şey olduğu için bir araya geldik. Ama erkek sanatçıların ilk yaklaşımı altı kadın sanatçı sergi yapmış tepkisiydi. Bu bir erkek bakışı. Altı erkek sanatçı bir araya gelip sergi yaptığında, erkek sanatçılar bir araya gelmiş sergi yapmış denilmiyor. Türkiye’de kadın sanatçılar hak ettikleri değeri mücadeleleri sayesinde elde ettiler. Ama hala kadınlar, erkeklerden daha çok çalışmak ve uğraşmak zorundalar.
B.B: Sanat ortamı ve kendi üretkenliğimizle ilgili o kadar çok ortak dertler var ki. Aynı kuşaktan sanatçı kadınlar olarak benzer deneyimleri paylaşıyoruz. Bazı arkadaşların hamilelik döneminde yaşadığı durumu, ben evlilik dönemimde yaşadım. Üstelik daha öncesinde “çok iyi bir sanatçısınız ama bir handikapınız var; hatun kişisiniz, sanata ne kadar devam edeceksiniz bilmiyoruz” diyen koleksiyoner dahi oldu. Ursula’nın dediği gibi, erkek sanatçı sıcak yemeği ve temiz kıyafetleri hazırken ilham gelmesini beklerken, kadın sanatçı her şeyi aynı anda yapmaya çalışıyor. Ve bu üretim süreci içinde görünmez oluyor. Biz tüm bu süreci görünür kılmak istedik. Bundan sonra da bu mantıkla, bir arada ve tek başımıza üretmeyi sürdüreceğiz.