“GARİP” BULUŞMA
BİR ROMAN KAHRAMANI - ORHAN VELİ
Henüz kitabın başında Haluk Oral’ın “Elinizdeki klasik bir biyografi kitabı değildir.” Cümlesiyle yakanıza, bir ucundan merakınız diğerinden beklentileriniz musallat oluyor. Hele ki Oral’ın önceki kitaplarından, özellikle “Şiir Hikâyeleri”nden haberdarsanız, alacağınız keyfi çok önceden kestirebiliyorsunuz.
Buna rağmen son sayfayı kapatıp da Orhan Veli’yle bir nevi vedalaştığınızda ilk defa biyografinin, polisiyeyle ustaca harmanlandığını görüp şaşıyorsunuz. Belgeler, bilgiler, fotoğraflar havada uçuşurken bilmedikleriniz, yanlış bildikleriniz çarpıcı bir şekilde ortaya dökülüyor. Orhan Veli’nin başka yerde de görebileceğimiz hayatına dair bilgileri es geçip kitapta ilk defa karşılaşıp, şairin ruhuna dokunabildiğimiz kısımlardan bahsetmek istiyorum.
ORHAN’IN EMEĞE VERDİĞİ KIYMET
Kardeşi Adnan’ın anlattığı bu anı hem çok dokunaklı hem de Orhan’ın hümanist yanını ortaya çıkarması açısından önemli. Annelerini çok zor da olsa ikna edip bir sandal almaya muvaffak olurlar. Adnan on dört, Orhan on altı yaşındadır. Aldıkları sandalı Kumkapı’dan Beykoz’a getireceklerdir. Oradaki balıkçılar iki çocuğun onca mesafeyi kürek çekerek kat edemeyeceklerini düşünürler. Ama bizimkiler kararlıdır. Nöbetleşe kürek çekerler. Ama balıkçılar haklı çıkar. Yorulmuşlardır. Elleri acımıştır, kızarmıştır. Yardım alma girişimleri
de boşa çıkınca, yeniden küreklere asılırlar. Vakit hayli geç olmuştur. Bu arada Orhan’ın aklına kayıkla karpuz satan Tahsin gelir. Kardeşine Karpuzcu Tahsin gibi bağırmasını söyler. Adnan istemeye istemeye onun gibi bağırır. Nasılsa karanlıktır ve onları gören olmayacaktır. Karpuzcuya seslenenleri hesap edip Tahsin’in gün içinde ne kadar kazandığını hesaplayacaklardır. Bu arada ikisinin de avuçları su toplamıştır. Canları yana yana evlerine ulaşmaya çalışırlar. Diğer yandan da Karpuzcu Tahsin gibi bağırırlar. Nihayet eve yanaştıklarında tek bir ses bile karpuz nidalarına yanıt vermez. Orhan kendi halini bırakıp, tek metelik kazanamadan kürek çeken Tahsin’e üzülmeye başlar. Adnan Veli’ şöyle sonlandırır anıyı;
“Ama Orhan, avuçtaki nasırın ne demek olduğunu işte o gün anladı. O günden sonra alınlarından şıpır şıpr ter akan, avuçları nasırlı Çamur İhsanları, Çolak İsmailleri, Karpuzcu Tahsinleri kıyasıya sevdi.”
YAHYA KEMAL- ORHAN VELİ
Haluk Oral çoğumuzun yanlış bildiği bir noktayı daha aydınlatıyor. Yaygın söylem şudur ki; Yahya Kemal ve Orhan Veli’nin arası şiir anlayışlarından kaynaklı nahoştur. Hatta bir tesadüf edişlerinde Yahya Kemal, Orhan’dan bir şiir okumasını rica eder. O da aruzla yazdığı bir şiirini okur (Efsane). Yahya Kemal’in beğendiği ve Orhan’ın da “Biz bunları alay olsun diye yazıyoruz” deyip Yahya Kemal’i bozduğu da anlatılır. Oysa kitapta her ikisinin de dilinden elinden dökülmüş belgelerle bunun böyle olmadığı gösteriliyor. Kaldı ki işin bu yönü beni daha mutlu etti.
AŞKLARI…
Erol Güney’in baldızı Bella’yı
Orhan’ın edebiyat öğretmeninin karısı Nahit Hanım’ı bu zamana kadar yazılanlardan az çok biliyoruz. Ama…
Askerlik yaptığı zamanlar, Şadıllı Köyünden Binnaz’ı
Asker arkadaşı “Biribi”ye yazdığı mektuplarda bahsettiği Berran Hanım’ı
Melih Cevdet’le aynı zamanda sevdikleri Meziyet Hanım’ı
Veee, son gününü geçirdiği Muzaffer Gençay’ı bu kitaptan tanıyacağız…
“YAZILAMAMIŞ EN GÜZEL ROMAN”
Haluk Oral edebiyat açısından oldukça önemli bir bilgiyi , Orhan Veli’nin askerlik arkadaşına yazdığı mektuplarından ortaya çıkarıyor. Okuduğunuzda keşke çıksaymış deyip hayıflanacağınız bir romandan bahsediliyor. Evet, Orhan Veli bir roman yazmaya başlıyor. Hatta romanın ilk cümleleri de mevcut.
“Değirmen deli deli dönmeye başladı mı hava poyrazladı demektir.” Bazı mektuplarında romanın içeriğinden de söz ediyor. Hatta kapak tasarımını bile kendi elleriyle yapıyor.
Bu hiç çıkmayan romanın adı; DÜNYALARININ DIŞINDA
Mektubunda “pek yakında okuyacaksınız” diyor şair. Ama gözümüz o romana hiç değemedi. Bu bölümü Haluk Oral kendi cümleleriyle şöyle bitiriyor;
“Mektupta romanı anlatan satırları tekrar tekrar okuduğumda “Türk Edebiyatı’nın yazılamamış en güzel romanı” dedim içimden. Orhan Veli'nin bir şiiri romanın adını hatırlatarak biter.
Yoksa biz…
Biz bu dünyadan değil miydik?
Bunlardan başka kitapta rastlayacaklarınız kısaca şöyle;
VE…. ÖLDÜĞÜ GÜN
“OrhanVeli’nin kalbi 14 Kasım 1950 gecesi saat on bire beş kala durdu.”
Kitabın sonlarına doğru şairin ölümünden bahsediliyor. Oraya kadar onun hayatıyla o kadar içli dışlı okuyorsunuz ki adeta ölümünü yeni duymuşçasına dertleniyorsunuz. Bir de Haluk Oral bu ölümün ayrıntılarını Orhan Veli’nin arkadaşlarının birbirlerine yazdığı mektuplarla ortaya koyması yarayı derinleştiriyor. Yine o malum bilgi, hani şu Ankara’da düştüğü ve “Bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken…” ibaresindeki “bir arkadaş” kısmı satırlarda yanıta kavuşuyor.
Uzun yıllara sığan araştırmaların sonucunda elimize değen kitap son derece kıymetli. Yılların imbiğinden damıtılıp akmış bize altın tepside sunulmuş gibi… İnsan, bunca araştırma gerektiren kaç kitap yazabilir ahir ömründe? Ama Haluk Oral’ın böyle birçok eseri var. Ne mutlu bize…