ZEKİ DEMİRKUBUZ'A DAİR
Sanat yapmak bir “insanın” insanlaşma sürecinde
katettiği yola ve cesarete bağlıdır. Bu yol, insanın
kendi kararlarına ve bu kararlara bağlanışıyla şekillenir,
derinleşir.Karar vermek ve verilen karara bağlanmak
cesaret gerektirir.
(Gülgün Başarır …dolayısıyla sanat-Scala Yayınevi)
İstanbul Modern Sinema geçtiğimiz günlerde, Yönetmenlerle Buluşma programı çerçevesinde, Zeki Demirkubuz’un filmlerinin gösterimini gerçekleştirdi.
Zeki Demirkubuz, seçtiği konular ve bunları ifade edişiyle dikkat çeken bir yönetmen. Onun temaları, saplantı, tutku, ahlak, kıskançlık, ihanet, duyarsızlık, yabancılaşma gibi evrensel temalar. Sanatçı; karanlık, yoksul ve yoksun iç mekanları ele alış tarzı, üçüncü sayfa haberlerinden esinlenmiş konuları, hikaye anlatmak yerine, izleyicinin hikayeyi tamamlamasını isteyen deneysel yaklaşımıyla, kendine özgü bir sinema dili inşa ediyor.
Zeki Demirkubuz’un hep edebiyattan beslendiği söylenir. Oysa O, kendi yazarlarını ve yönetmenlerini seçmiş biri. Her sanat eserinin bir diğerinin yolunu açtığını da bilen biri. Kendi ile karşılaşmalarını seçtiği yazarlara ve yönetmenlere borçlu. Bu durum etkilenmekle değil, başka sanat eserleri vasıtasıyla kendinde kendini bulmakla ilişkili bir durum.
Zeki Demirkubuz 1964 yılında Isparta’da doğmuş. Ortaokulu Gönen Öğretmen okulunda bitirmiş. Liseye İstanbul’da başlamış, ancak ekonomik nedenlerle okulu bırakıp fabrika ve atölyelerde çalışmaya başlamış. 1980 askeri darbesinden sonra tutuklanmış, tutukluluğu üç yıl sürmüş. Muhtemelen siyasi mahkumlar arasında geçen bu süre onun için bir “okul”
olmuş ve edebiyata ilgi duymaya başlamış, Dostoyevski’yi keşfetmiş. Suç ve Ceza onu çok etkilemiş, romanın baş kahramanı Raskolnikof vasıtasıyla kendi ‘suçluluğu’ ve kendisine öngörülen ceza üzerinden, suç ve ceza kavramlarını tartışmasına imkan vermiş, kendisi ile karşılaşmasını sağlamıştır. Bu karşılaşma onun için bir aydınlanmadır.
Tahliyesinden sonra, Anadolu’nun çeşitli kentlerinde işportacılık yapmış. Liseyi dışardan bitirip İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinden mezun olmuş.1986 yılında Zeki Ökten’in asistanlığını yaparak sinemaya başlamış. Zeki Demirkubuz filmlerine konu olan kahramanların yaşadığı mekanlarda yaşamış ve onların insanlık halleri ile karşılaşmış biri olarak, yaşananın, yaşanmakta ve yaşanacak olanın izi üstünde, sinematografik dilini inşa etmeye başlar..
Zeki Demirkubuz filmleriyle; izleyicinin yabancısı olduğu bir dünya ile karşılaşmasını sağlar. Ön yargıların, duyarsızlığın, ahlaki çöküşün, saplantıların, kıskançlıkların altındaki gerçekliği sorgular. Yoksul ve yoksun mekanların ve bu mekanlarda yaşayan insanların
halleriyle izleyiciyi karşılaştırır.
Bekleme Odası ve Bulantı ‘da başrol oyuncusudur. Genellikle ayni oyuncuları kullanır.
Zeki Demirkubuz 1994 yılında C Blok,1997de Masumiyet,1999 da Üçüncü Sayfa, 2001’de İtiraf ve Yazgı, 2003 de Bekleme Odası, 2006 da Kader, 2009 da Kıskanmak, 2012 de Yeraltı, 2015 de Bulantı olmak üzere on film gerçekleştirmiş. Zeki Demirkubuz Masumiyet, Yazgı ve İtiraf’ı üçleme olarak düşünür ve “Karanlık Hakkında Öyküler” olarak isimlendirir.
Demirkubuz, 2001 tarihli Üçüncü Sayfa isimli filminde, bir gazetenin üçüncü sayfa haberinden yola çıkar. Ayni isimle de isimlendirir filmini. Yönetmen pembe dizilerin çekim aşamalarını görünür kıldığı bu filmde, derinlikten yoksun ham duygulara seslenen yapısıyla, pembe dizi sineması üzerine bir film gerçekleştirir. Zeki Demirkubuz bu filmle sinemaya bakışını netleştirir. Hiçbir zaman bir pembe dizi çekmeyecektir. O ancak olsa olsa sinema üzerine bir film yapabilir.
Zeki Demirkubuz Yazgı (2003) filminde, Camus’nün Yabancı romanının planı üzerine bir hikaye yazarak bir espiri kopyası inşa eder. Bir resim terimi olan espiri kopyası, herhangi bir eseri bozmak, ona müdahale etmek demektir. Amaç yola çıkılan sanatçıyla bir tür
hesaplaşmadır. Zeki Demirkubuz filmin baş kahramanı Musa kimliğini Yabancı’nın baş kahramanı Meursault’tan hareketle oluştururken, Onun"Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum”,"Annemi elbette çok severdim; ama bu bir şey ifade etmezdi ki. Sağlıklı bütün insanlar, sevdiklerinin ölümünü az çok arzu etmiştir." vb. diyaloglarını kullanır.
Zeki Demirkubuz Camus’nün 1942 tarihli romanını, bir başka medyumla 2011 yılı Türkiyesine getirip bırakmıştır.
Musa bir kargo ofisinde çalışan, eve gidince televizyonun karşısında çekirdek yiyen, zaman zaman pencereden dışarıyı seyreden, hiç bir konuyla ilgilenmeyen, gözlerini mekandaki nesnelere çevirip boş boş bakan, ne denirse onu yapan, herşeye kayıtsız biridir. Absürt biri olan Meursault edilgen ve kolayca yönlendirilen bu coğrafyada benzerlerine çokça rastlanan kimliksiz saf bir adama dönüştürülür.
Zeki Demirkubuz 2003 yılında Bekleme odası filmini çeker. Film 2004 Valencia Fim Festivalinde Fibresci ödülünü kazanır. Zeki Demirkubuz bu filminde Raskolnikof isimli bir film çekmek, ve bu filmde bir hırsızı oynatmak düşüncesindedir. Yönetmen, kendini eve kapatıp, bilgisayarın başında yazıp yazıp silmektedir. Zeki Demirkubuz’un bu filmi, bir filmin nasıl yapılamayacağına dairdir. Bir yönetmen, bir filmin nasıl yapılamayacağını biliyorsa, ancak o zaman film yapabilir. Bu filme ödül kazandıran işte bu durumdur.
Zeki Demirkubuz 2009 yılında Kıskanmak filmini çeker. Bir romandan uyarlama olan bu filmde, çirkin ve hiç evlenememiş Seniha ile ağabeyi Halit ve güzel karısı Mükerremle birlikte yaşamaktadır. Yönetmen, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında geçen hikayeyi, İstiklal Marşıyla Cumhuriyet balosunu birlikte ele aldığı sekansla başlatır. Bu sahne çok etkileyicidir. Zeki Demirkubuz çirkin ve kendi ile barışık olmayan Seniha’nın, güzel Mükerremin sonunu hazırlayan biri haline gelişinin hikayesini anlatır. Bu filmi benzersiz kılan, arka planında yer alan çirkin yaratılmış olmaya baş kaldıran, kendisini güzelin kaderini değiştirmeye adayan bir kadının saplantılı tutkusunun öne çıkarılmış olmasıdır.
Zeki Demirkubuz’un Yeraltı filmi nefret ,aşağılama ve haset üzerine yoğunlaştığı bir film. Film Muharremin gözünden anlatılır. Muharrem arkadaşlarından nefret eder, arkadaşları da ondan. Roman yazan bir arkadaşının son romanı ödül kazanır. Ödül törenine gitmeden önce arkadaşları bunu kutlamak üzere bir yemek verirler. Çağrılı olmadığı yemeğe bir biçimde dahil olan Muharrem debelendiği çukurdan nefret, aşağılama ve hasetle yoğrulmuş içinde ne varsa hepsini kusar. Bu filmi önemli kılan, Muharrem üzerinden insanı kendi karanlığından “soymaktır.”
Zeki Demirkubuz, Bulantı’da yüze, Yeraltında’ göze odaklanan kamerasıyla yüzü ve gözü önce soyut bir doğa gibi algılatıp sonra belirginleştirir. İtiraf’ta görüntüyü karanlık bir yüzeyde köşeye çekerek, uzak bir yer etkisi yaratır. Kameranın bu kullanımı filmin bütününe dairdir. Filmde kullanılan her eleman nasıl soyut bir durumun göstergesiyse ve filmin sonunda nasıl somutlaşıyorsa, Bulantı’da Ahmet’in yüzü, Yeraltında Muharremin gözü sinema perdesi kadar büyür. Kameranın bu kullanımı neyi niçin ve nasıl ifade ettiği ile ilişkilidir. Mesela Haneke, Yedinci Kıta filmini evin tek çocuğunun gözünden hareketle çektiği için, çocuğun okulda zaman zaman hiç bir şeyi görmediği gerçeği, yönetmenin görüntüyü zaman zaman kesip perdeyi karartmasında ifadesini bulur. İzleyiciye de bu görememe halini yaşatır.
Zeki Demirkubuz, yüze odaklanan kamerasıyla, Ahmet’in kendi “yüzüyle” karşılaşmasının hikayesini,Yeraltı’nda gözün çukuruna odaklanan kamerasıyla hasetin çukurunda debelenen Muharremin hikayesini anlatır.
Zeki Demirkubuz İtiraf filmini, gece ve karanlık iç mekanlarda çeker. Filmde zengin ve başarılı bir mühendis olan Harun’un evliliği üzerinden; ihanet, ön yargı ve şiddet tartışılır. Harun karısı Nilgün’ün kendisini aldattığını öğrenir. Şehir dışında bulunduğu sırada, Harun’un karısı ile telefon konuşmalarında hissedilen karşılıklı gerginlik hissi, rutin hale gelmiş, sıradanlaşmış, bitmiş bir evliliği görünür kılar. Harun karısına ihanetini itiraf ettirmek istemektedir. Eğitim görmüş biri olarak, konuşarak karısının itiraf edeceğini düşünürken, karısı bu konunun kocasıyla konuşularak çözülemeyeceğini bilir. Boşanmak istediğini söyler. Hiçbir şey konuşulamaz. İmalar aşağılamalar, hakaretler, küfürler ve şiddet ikisini de insanlıktan çıkarır. Kadın evi terkeder. Sevdiği adama gider. Kadının bundan sonra başına gelenler bir başkasının ağzından anlatılır. Nilgün’ün evli bir adamla yaşadığı ilişki yine benzer bir şekilde biter. Artık bir gecekondu mahallesinde, hamile ve yalnız yaşamaktadır. Harun, şehir dışında uzun süre kalacağı bir baraj inşaatında görev alır. Nilgün’ü ziyarete gider. Ona kendisi ile birlikte gelmesini istediğini söyler. Film izleyiciyi ikilemde bırakan bu sonla biter. Oysa film bu sonla bitmemiştir. İzleyiciler Harun pişman mı olmuştur yoksa yalnız ve hamile bir kadına acımakta mıdır? Bütün olanlara rağmen hala Nilgünü sevmekte midir? Yoksa Harun yaşadığı bunca şeyden sonra değişmiş, onun ihanetinin sebebinin kendisi olduğunu düşünüp suçluluk mu duymaktadır? Nilgün bu teklife nasıl bakar ? vb. gibi sorular izleyicinin kafasında dolaşır. Zeki Demirkubuz’u başarılı kılan, izleyicinin bu sonla karşılaşmasını sağlamasıdır. İnsanı dönüştüren de bu karşılaşmalardır.
Zeki Demirkubuz’un 2015 tarihli Bulantı filminde Ahmet’in karısı, çocuğu ile birlikte evi terkeder. Ahmet sevgilisiyle olduğu bir gece onları bir trafik kazasında kaybettiğini öğrenir. Bu durumdan hiç etkilenmez hayata karşı bir umursamazlık içindedir. Muhtemelen bir üniversitede ders vermektedir. Entellektüeldir. Ahmet’in ev işlerini apartmanın zemin katında iki çocuğu ile yaşayan evin kapıcısı yapmaktadır. Ahmet’in sevgilisi Kanada’ya gideceğini söyler. Ahmet’in cinsel ilgisinden başka ilgi göstermediği sevgilisi, onun hakkındaki düşüncelerini ifade eder ve gider. Temizlikçi kadın, her gün küçük oğlunu da beraberinde getirerek televizyonun karşısına oturtup, oyalanmasını sağlar. Ahmet bir gün kafede otururken bir kız öğrencisi ile karşılaşır. Öğrencisi görüşmek için kendisini aradığını, fakat telefonlarına cevap vermediğini anlatır. Buluşmaya karar verirler.. Ev arkadaşının olmadığı bir başka gün Ahmet’le buluşurlar. Öğrencinin bir erkek arkadaşı vardır ve sürekli aramaktadır. Telefonu durmadan çalar. Ahmet’i evine götürür ve onunla sevişir. Kıskanmak filminde de görüleceği gibi sevişme sahneleri sakınımsız hakiki ve cesur sekansları içerir. Bu sahneler kolay kolay sinemada görebileceğimiz türden durumlar değildir. Kız öğrencinin telefonu sürekli çalarken sokak kapısı da yumruklanmaya başlar. Öğrenci Ahmet’ i bir odaya kapatıp sokak kapısını açar. Tıpkı İtiraf filminde olduğu gibi, imalar, hakaretler, küfürlerle birlikte öğrenci, hastanelik oluncaya kadar şiddete maruz kalır. Bu olaydan sonra Ahmet öğrencisini hastanede ziyaret etmek istese de öğrenci onu kabul etmez. Ahmet bir gün gözleri açık olarak uyumakta, hiç bir çağrıya cevap vermemektedir. Oysa o gözleri açık gündüz düşlerine dalmakta, kendisi ile ilgili geçmiş durumlarla, ard arda karşılaşmaktadır. Dışarıdan gelen herhangi bir sese cevap veremez.Yönetmen bu durumu uç noktaya götürerek, vahim bir durummuş gibi algılatır. Aslında gündüz düşlerinden sözeden Tarkovskidir. Yaratmanın olmazsa olmazı olarak görür gündüz düşlerini. Zeki Demirkubuz’un sevdiği yönetmenlerdendir Tarkovski. Ahmet Hastaneye kaldırılır. Doktor bu durumun fizyolojik olmadığını, Ahmet’e özgü bir durum olduğunu, insanların farklı olmaktan korktuklarını, aslında farklı olmanın anormallik olmadığını anlatır. Hala ikna olmadıysa bir psikoloğa gitmesini söyler. Ahmet değişmektedir. Temizlikçi kadının oğluyla ilgilenir. Ona sevdiği takımın formasını hediye etmek için dönen kat kat merdivenlerden inerek zemin katındaki kapıcı dairesine gider. Kadının muhtemelen ölmüş kocasının fotografının duvarda asılı olduğunu görür. Bir gün de temizlik sırasında temizliklikçi kadına yemeği birlikte yemeyi teklif eder. Elektrikler kesilir. Her yer kararır. O sırada kapı çalınır. Temizlikçi kadın elinde yanan iki mumla kapıdadır. Bir arıza nedeniyle elektriklerin gelmeyeceğini söyleyerek kendisine mum getirdiğini söyler. Ahmet o mum ışığının aydınlığında sanki projeksiyonla duvara aksetmiş gibi, karısı ve çocuğunun fotografını görür. Temizlikçinin gönderdiği mum onun kendi karanlığını aydınlatır. Eline mumu alır. Döne döne merdivenlerden iner. Kapıcı diresine gider. Yatmaya hazırlanan kapıcı kadın kapıyı açar. Konuşmadan karşılıklı otururlar. Kapıcı kadın şaşkındır. Ahmet birden kalkar hüngür hüngür ağlayarak kadının ayaklarına kapanır. Filim biter. Zeki Demirkubuz bu sahneyle, kapıcı kadının üzerinden, büyük bir pişmanlık içinde hayatına giren bütün kadınlardan özür dileyen ve kendisini bağışlamalarını isteyen Ahmet’i görünür kılar. Tıpkı perdede soyuttan somuta dönüşen Ahmet’in portresi gibi.
Zeki Demirkubuz’un İtiraf ve Bulantı filmlerinin sonu, onun kendi ile karşılaşmalarından, yönetmenin ifadesiyle kendi karanlığından beslendiğinin göstergesidir. Onun sineması yalın anlatımı ve görünenin arkasında kendi hesaplaşmalarıyla ortaya çıkan derinliği ile farklıdır ve onu diğer yönetmenlerden farklı bir yere koyar.
Gülgün Başarır