YUSUF TAKTAK'DA
ZAMAN VE MEKAN ALGISI
“ “Figür ve zemin” yapısı, duyusal alanların spontane organizasyonu içinde yer alan bir durumdan başka bir şey değildir. Genel olarak ilksel algının, yalıtılmış nesnelerden çok bağıntılarla ilgili olduğunu söylememiz gerekir-kavranan değil görünür olan bağıntılar.” Algının Önceliği-Maurice Marleau-Ponty -Kabalcı
Yusuf Taktak 19 Kasım-5 Aralık 2016 tarihlerinde RH+ Sanat Galerisi’ nde resimlerini sergiliyor.
Yusuf Taktak’ ın resimleri incelendiğinde, iki katmanla karşılaşılıyor. Birinci katmanda temsiliyeti yok eden, kolaj mantığında figüre gönderme yapan,fakat asla figür olmayan,
her resimde farklı, renkli resimsel bir mekan oluşturuyor. Bu resim mekanı üzerinde
ikinci katman olarak öznel semboller yer alıyor. Onun leitmotiv olarak kullandığı bisiklet ve dikilitaş sembolleri dışında, numaralamış şeffaf küçük yüzey parçaları, siyah beyaz kareler, gri dikdörtgenler, ayak izlerine benzer biçimler gibi anlamı kendinden menkul diğer semboller, resmin mekanının üstünde, bir başka ifade ile resmin zamanında yer alıyor ve o mekana müdahale ediyor. Yusuf Taktak’ın bisiklet sembolü, bana göre bireysel yolculuğunun göstergesi, dikilitaş ise, kendi zamanı ve mekanından koparılmış bir obje olarak, sanatçı tarafından ısrarla kullanılıyorsa, dikilitaş onun resminde kendinden koparılmış olan bir durumun da göstergesi haline gelir.
Resimde dış duyumun ifadesi mekansa, iç duyumun ifadesi de zamandır. Her sanat eseri, mekanda ve zamanda; mekana ve zamana ait bir bütünü gerçekleştirir. Nesnel zamanla sarılmıştır.
Yusuf Taktak’ın kullandığı sembollerin ne ifade ettiğinden çok, neye karşılık geldiği önemli. Bu bağlamda bakıldığında, O’nun resminin zamanında yer alan sembolleri, her şeyin semboller üzerinden konuşulduğu bu coğrafya gerçeğinin de göstergesidir. Yusuf Taktak da bu coğrafyada olduğu gibi semboller üzerinden konuşur. Sanat eserinde hiç bir şey anlam dışı değildir. Semboller önce bu gerçeklikte yerine oturur.
Sanatta sembol, anlamının belirsizliği nedeniyle, sonsuz sayıda yeni imaya açıktır.
Yusuf Taktak, sergisini “ Kaybolan Uygarlıklar ” olarak isimlendiriyor. Sanat eseri her zaman öznel olanla, nesnel olanın çakıştığı noktada hayat bulur. Sanatçının öznel olarak yaşadığı dertler, kayıplar, nesnel olarak yaşanan travmalar üzerinden ifade edilerek dönüştürülür. Bu nedenle sanat, her sanatçıda sadece estetik bir nesne değil, bir sağaltım aracıdır da.
Yusuf Taktak’ın “ Parçalanmış Altın Yıllar “ isimli resmi incelendiğinde görüleceği gibi, abartılmış siyah saçlı bir kadın figürü ile şişman bir kadın figürünün açık ve koyu gri bir leke içinde kırmızı lekelerle soyutlanarak dağıldığı görülür. Resmin mekanının üstünde altın rengi yaldızla boyanan parçalanmış bir dikilitaşın ortadan beyaz bir çizgiyle ikiye bölünmüş parçaları, resmin yüzeyine dağılmış. “ Parçalanmış Altın Yıllar “ resmin zamanında yer alıyor. Yani parçalanmışlık duygusu, öznel olan üzerinden dikilitaş formunun parçalanışı ile nesnellik kazanıyor.
Yusuf Taktak “ Çevrelenmiş Uygarlık “ isimli resminde, diğer resimlerinden farklı bir kompozisyon biçimini ve derkenarı kullanıyor. ( derkenar farsça bir kelime, “ kenara veya alta yazılmış yazı, not, esas metne göre çıkma ” ) anlamında kullanılır. Yusuf Taktak, resmin etrafına siyah bir çıkma yapıyor. Bu çıkma üzerinde, bisiklet tekerleklerini saat kadranını ima edecek şekilde birbirine eklemleyerek zamanda yolculuğunun kaydını işaretliyor. Her zaman çıkmada yer alan belirleyici olacaktır. Tuvalin ortasında kırmızı bir zemin üzerinde, sanki prematüre bir bebeği anımsatan açık pembe, renkli gri fırça tuşları ile boyanmış bir leke yer alıyor. Bu leke üzerinde, yine parçalanmış bir dikilitaş sembolü kullanılmış. Dikilitaş parçalarının kenarında beyaz bir çizgi yer alıyor. Sanki iç içe iki dikilitaş sembolü var. Biri beyazla çizilmiş, diğeri renkli gri ile boyanmış. Öznel olarak yaşanmış çifte kopuş, mekanından koparılmış, parçalanmış çifte dikilitaşta ifadesini buluyor. Bu resimde anlamı kendinden menkul, üstünde küçük yuvarlaklar olan, büyük bir yuvarlak sembol de yer alıyor. Sanatçı sembolleri sezgisel olarak kullanıyor.
Yusuf Taktak her resminde sembollerle konuşuyor. Ancak sergide diğer resimlerinden farklı bir resim var. Ve bu resim bence en son yapılan resim. Resmin zamanında yer alan dikilitaş sembolü bu resimde, gri zeminde bir ton açık griyle boyanarak resmin mekanına çekilmiş. Bir oyunu düşündüren bölgülü siyah beyaz kare semboller, düzgün iki dikdörtgenden dağılan, birbirinden kopan, kamuflaj giysilerini anımsatan parçalar, resmin zamanında yer alıyor. Kamufle edilmiş, zamana ait yüzey, dikilitaşın kendi gerçeğinden koparılmış mekanı üzerinde, gizlenmiş, bütünlüğünden koparılmış, duyguları hissettirir.
Yusuf Taktak’ın kendine özgü bir dili ve bu dilin bir grameri var. Bu dil temsiliyeti bozan, ima eden, örten, saklayan, anlamlandırmayı ketleyen bir dil. Sanatçının yaşam deneyimi ile deneyimin temsili arasında bir ayrım yapmadan, bu dili zenginleştirmesi gerekir. O zaman deneyimin öznelliğini dile çevirebilir. O zaman sanatçı bireysel deneyimi genel hakikate çevirebilir.