Serap Paşalı, Fürûğ Ferruhzad anısına yazdı…
Herkes gider.
O da…
Soğuk mevsimin başladığına inanmadan yazamadım sana.
Bugün Kasım ayının yirmi biridir.
İnsan okuyabildiği her şeye rağmen dönüp dolaşıp huzur bulduğu anlara bakıyor. Yüzünü aşktan yana çeviriyor. Ne kadar çok gazel var! Bunu sana söylediklerinde üzülmüştün, değil mi? Belki... İnsan ağladıktan sonra ıslattığı dünyayı özlememeli.
Gitmekte olan o kimseye böyle ağır, başıboş dur emri verilemez. Haklısın. O adama diri olmadığı söylenemez, hatta hiçbir zaman diri olmadığı…
Fü, ama o gördüğün yüzün korkusu gerçek. Korkmuş yüzün…
Hevesleri mi kısa sürmüş, yoksa korkuları mı? Söyleme.
Çiçeklerin kanlı soyunun yaşamaya sorumlu kıldığını biliyorum. Özgürlerin mesafesi kısa. Ev kara, şiir kara. Korkularının atışlarını yürek varlığı sanırken korkmuş adamın dişleri düzensiz ve köşeli. Gördüm. Yıldızlarla dolu bir yol beni götürdüğün. Yoksa hep öyle miydi? Suçladığı şeylerin hepsini aslında kendi yapıyor. Bak, dudağının bir kenarı düz ve orada bir soytarı var. Senin aydınlığına ulaştığında bir anda yok oluyor. Berraklaşıyor. Gördün mü?
Onlar bir yüreğin tüm saflığını kendileriyle birlikte masallar sarayına götürdüler. Şimdi artık nasıl birisi dansa kalkacak, çocukluk saçlarını akan sulara nasıl dökecek ve sonunda koparıp kokladığı elmayı ayakları altında nasıl ezecek? Nasıl? Çizmediği yoldan kim yürüyebildi?
Erkeklerin kendileri değil, bildikleri lâzım bize. Gider. Gitsin. Bu sebeple kalplerini istilâ ediyoruz. Önce doğuruyor sonra da kalplerine nüfuz ediyoruz. Bilgeliği ve büyümeyi, değişmemek ibadetinde buluyorlar. Oysa onun bana bir hitâbı yoktu. Hiç olmadı. Bildiğimiz şeyleri, her gün, usanmadan, hiç bilmiyormuş gibi yapmak oyunu çok eğlenceli değil mi? Çektiğimiz fiziksel acının içinde temizlenme ve arınmanın da olduğunu fark ettiğimi henüz kimseye söylemedim. Onlar benim acıyı sevmediğimi sanıyorlar. Ebedî sağlık için gün kavuşmadan kısa süreli ölümler gerek. Sen bir adam doğurdun.
Drama derdine düşüp yerde sürünürken beli açılan senin şu zavallı “şişko”nun nereden haberi olacaktı his dönümlerimden? Zavallı ihanetçi, kendine yakışanı yaptı. Ham bir nardı. Ne zaman biriyle sevişse, özür dilemek yerine teşekkür ediyordu. Susku dolu zulası yoktu. O doğuramadı. Sen doğurdun!
Doğuşun ilk şahidi olduğun kadar, ölümleri de kendi elinle yapman gerekiyor. İrkilme hemen. Her gün düzenli olarak ölmeyenlerin, var olmayla ilgili ses etmeye hakları kalmıyor ki… Biliyor musun? Manu’ya gittim. Ne olduğunu tahmin bile edemezsin. Anlatıyorum.
Koşarak... Üstelik geç geldikten sonra yerlerine anca oturabilen "sözde" iki k’ikona, bir türlü etraflarına bakmaktan kendilerini alamayınca, sahneye bakacak zaman bulamadan konser bitmişti. “Acaba şu an bizi çeken var mı, hatta tanıyan var mı” diye, meraklarına karşı gözle görünür bir yenilgi içindeydiler. Oysa bir dervişin evine girdikleri an, hürmet edilecek kızçelerden başka bir "şey" değillerdi. Evet, kimse hiç kimse gibi değil.
İşte bu yüzden Celal’e fazla güvenme Fü. Hosrovşahi’yi bana ne zaman anlatacaksın? Nima ve Sohrab bir türlü susmuyor. “Baba Bağı”na çağırıyorlar. Bence Hâşim’in kendisi dîvane. Sonrasında çok ses yazacak gibi. Sevdayı arayan kadının dil toprağı, hürriyete aç diye bir lâkırdı dönüyor. Perv’in aynası kırıldı mı sahiden?
Şâir irini ile yaşar da… Zamanın kıymetini bilip bir türlü ölemediler. Bu iş de bize kaldı. Cihan, salt erkeğin isyan tarlası değil. Bu adamlar gitmek için gelmişler sanki. Koca dediğin ölüyor; dize dediğin ölmüyor. Gardiyanlar yeniden doğuşa hizmet ederler. Sanatın ne zaman tedavi, ne zaman hasta ettiği anlaşılabilir mi? Yok. Ölmezsen yeniden doğamazsın dedim ona, yine de tutundu hayata! Bazıları duyunca değil, okununca anlaşılıyormuş. Ses, ses, yalnız ses…
Bir gülüşten kaç değişik ders çıkarabilir Hüseyin sence? Yağmur yerini her zaman kara bırakmıyor. Ona duvarı nasıl açıklayacaksın? Daha zoru, Kāmyār’a isyanı nasıl anlatacaksın? Aklından ne geçiyor?
Sözü neden sesli söylediler? Sorup durma; çünkü için acıyor bahçeye. Zaman dört kere çaldığında, o dört su lâlesini kokladım. Dediğini sonunda yaptım. Çözümün kendi özünde olduğunu hiç anlamamış. Kalp, akıldan daha akıllı. Yine haklıydın. Beklemenin ne demek olduğunu o gün anladım. Akşamı da… Onu da…
Rıza’ya râzı olmayanın suskunluk tapınağında esir tutkular var. Ay! Ey kocaman ay… Hep birlikte, durmadan, sabaha değin bağırdılar. Binbaşıya itaat ettiler ve yaralarını uyutmadılar. Sonra Şamlu’ya sordular. Sadece kutladı. Geceyi ve gündüzü ve hüznü…
Golestan zamanı geldi Fü. Zahir-al-Doleh yönünde gideceğiz.
Karanlık ayetlerini değil, kırmızını giy. Acele et.
Papatyan soğuyor.