Step İstanbul iş birliğinde cinsiyet eşitsizliği, sanat dünyasında kadınların rolü ve “kadın sanatçı” kavramı üzerine sanat profesyonellerinin yorumlarını aldık.
Uzun senelerdir kulağımıza takılan ve rahatsız eden bir kavram “kadın sanatçı”. Karşılığı olan “erkek sanatçı” kavramını duymazken basın bültenleri, sohbetler, tanıtımlar, müzayedeler ve fuarlar gibi pek çok mecrada “kadın sanatçı”nın altı çiziliyor. Bu konuyu koleksiyoner Ahu Büyükkuşoğlu Serter ve Selman Bilal, sanatçı Eser Selen ve Şükran Moral, küratör Melike Bayık, galerici Sevil Binat ve Adnan Yerebakan ile konuştuk.
Koleksiyonerin Gözünden
21. yüzyılda cinsiyet eşitsizliği hâlâ başlıca konuştuğumuz konulardan biri. Hayatımızın her alanında ve tüm dünyada kadınların ve erkeklerin sosyokültürel rollerini ve bu konuda karşımıza çıkan basmakalıp düşüncelerin varlığını konuşur/tartışır durumdayız. Merak ediyorum bir koleksiyoner olarak sizin bu konuda düşünceleriniz neler?
Ahu Büyükkuşoğlu Serter: Pozitif ayrımcılığın kaynağı; cinsiyet farkı değil, başarı olmalı bence. Başarı için kadın ya da erkek olmanızın ötesinde, olanla yetinmeme, daha iyisini, daha yenisini, daha faydalısını yapma isteğiyle dolu olmanız gerekiyor. Size ara sıra kapanan kapılar da olsa -ki ben de yaşadım- yılmamak, pes etmemek, düşüp yeniden kalkmak için önce kendinize güveninizin olması şart.
Kadınların ve erkeklerin sosyokültürel rollerinin önemini en doğru şekilde anlatan, Atatürk’ün çok güzel bir sözü var: “Bir toplum, bir millet, erkek ve kadın denen iki cinsten oluşur. Mümkün müdür ki, bir kitlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini görmezden gelelim de kitlenin tümü ilerleme imkânı bulabilsin?” Aynı şeyler sanat dünyası için de geçerli: Hem koleksiyonerlik hem de sanat dünyası daha fazla cinsiyet eşitliği ile modernize olmalı. Neyse ki son zamanlarda kadın sanatçılar da hak ettikleri değeri görmeye başladı. Çok değil birkaç yıl öncesine kadar eğer genç kadın sanatçı ise koleksiyonunda bu tür sanatçıya yer vermeyen koleksiyoner bile tanıdım. Gerekçesi kadın sanatçıların çocuk vs. nedeniyle kariyerlerinde kesintiye uğrayacakları ve verimli olamayacakları iddiası idi.
Selman Bilal: Maalesef 21. yüzyılda cinsiyet eşitsizliğinin hâlâ çok bariz bir şekilde karşımıza çıkması ve kalıplaşmış birtakım fikir beyanlarının devamı çok üzücü. Kadınlar, bürünmeleri gerektiğine dair birtakım kimlik dayatmaları ve mesleki hayatlarında karşılaştıkları eşitsizlikler gibi üretimlerini etkili bir şekilde sürdürebilmeleri için birçok rahatsız edici konuyla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Bizlere dayatılan basmakalıp düşünceler, sanat alanında ve diğer tüm mecralarda kadınların üretimlerine gölge düşürüyor. Oysa ki bir kadın, sosyokültürel olarak yalnızca kadın olduğu için kendini ekstra kanıtlama çabasına hiçbir yerde ihtiyaç duymamalı.
Koleksiyoner olarak biriktirdiğiniz eserlerde kadın-erkek eşitliğine önem veriyor musunuz, bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Ahu Büyükkuşoğlu Serter: Koleksiyonumuz, Türk modern ve çağdaş sanatının önemli isimlerini barındırıyor ve koleksiyonumuzu bilinir yapan da babam Yunus Büyükkuşoğlu’nun seneler boyu çalışarak ortaya çıkardığı bu seçki. Kardeşimle dahil olduğumuzdan beri koleksiyonun çapı epey genişledi. Resim ve heykel üzerinde olan ağırlık; fotoğraf, video gibi daha yeni medyumların da katılmasıyla değişti. Yabancı sanatçılar koleksiyona girerken, azımsanamayacak olan kadın sanatçı sayısı da arttı, hatta son zamanlarda koleksiyonun ana figürleri bile oldular. Bu sayede babamın da feminist olduğunu keşfettik. Onun kafasında böyle bir ayrım hiçbir zaman olmadı, hatta kadın sanatçıların işleriyle kurduğumuz bağın daha da güçlü olduğunu gördük, tüm dünyanın olduğu gibi, sanatın da daha fazla dişil etkiye ihtiyacı var.
Selman Bilal: Sanat alanında hâlâ süregelen istatistiğin erkek egemen olmasının aşılamadığı bu yüzyılda, B3 koleksiyonunda Türkiyeli kadın sanatçılara daha fazla yer vermek beni mutlu ediyor, kayda değer bir emsal oluşturduğunu düşünüyorum. Ayrıca sanat üretimlerinde, kadınların duyarlılığı ve hayata bakışlarının daha derin anlatımıyla ortaya çıkan işler görmek beni her zaman çok etkiliyor.
“Kadın sanatçı” kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce karşılığı olan “erkek sanatçı” kavramı yokken “kadın sanatçı” vurgusu neden bu kadar sık kullanılıyor?
Ahu Büyükkuşoğlu Serter: Zaman, artık “beyin birlikteliği”nden söz etme zamanı. Kadının da erkeğin de eşit haklara, şartlara, yaklaşımlara sahip olduğu bir dünya var artık. Bu daha da artacak. Kadın, iş dünyası için hep yükselen bir değer. Bunu ilk gören, kabullenip, destekleyenler; diğerlerinden daha başarılı olacaklar. Bu yüzden sanatı, cinsiyetinden bağımsız değerlendirmek en doğrusu…
Bu yıl Contemporary İstanbul’un Üst Danışma Kurulu Üyesi olarak davet aldım. Sanata pek çok katkıda bulunmuş değerli isimlerle bir arada çok güzel bir topluluk oluşturuldu. Sanat ya da sanatçı kavramı kadın ya da erkek olarak cinsiyet olarak ayrıştırılmasından ziyade sanatın birleştiriciliğine ve temsil yeteneğine çok inanıyorum.
Selman Bilal: Kadın sanatçıların yüz yıllar boyu sanat tarihinde arka planda kaldıklarını görüyoruz. En önemli ressamlar, sanat tarihçileri dediğimiz zamanda bile aklımıza hep erkek isimleri geliyor. Buna rağmen, günümüz sanat alanında hâlâ bu ayrımın üstüne basıla basıla “kadın sanatçı” ifadesinin kullanılması bizi rahatsız etmeye devam ediyor. Demek ki bu ve benzeri eşitliğin söz konusu olmadığı söylemlere daha çok dikkat çekmek gerekiyor…
“Kadın sanatçı” konusuna dair yapılan bu kısa röportajın bile, sanat alanındaki farkındalığına katkı sağlayacağını düşünüyorum, teşekkürler.
Sanatçının Gözünden
21. yüzyılda cinsiyet eşitsizliği hâlâ başlıca konuştuğumuz konulardan biri. Hayatımızın her alanında ve tüm dünyada kadınların ve erkeklerin sosyokültürel rollerini ve bu konuda karşımıza çıkan basmakalıp düşüncelerin varlığını konuşur/tartışır durumdayız. Merak ediyorum bir sanatçı olarak sizin bu konuda düşünceleriniz neler?
Doç. Dr. Eser Selen: Sanatın da canlı bir ekonomi olduğu kabulünü yaptığımız andan itibaren, sanatçının emeğini de bu ekonomiye dahil etmemiz gerekir. Türkiye’de bu ekonomi, çoklukla, alışveriş olarak süregelmektedir. Dünyanın pek çok yerinde, görsellik ağırlıklı çağdaş sanat evreninde, geçerliliği olan “sanatçı ödeneği” (artist fee) mevhumu ülkede yok denecek kadar az. Sanatçılar ancak ve belki “satabildiklerinden” kazanıyor. Kadın veya erkek veya non-binary (kadın/erkek ikiliğinin dışında) olsun, bu durum pek çok sanatçı için geçerli. Bu konuyla ilgili elimde cinsiyet farkına dayalı referans verebileceğim ölçüde bir veri yok, bu konunun ayrıca çalışılması gerekiyor ancak bu durum sanatçının emeğinin, estetiğinin, birikim ve deneyiminin yok sayılması, değerin üretiminin değil ürünün satışı üzerinden verildiğinin de göstergesidir. Cinsiyet eşitsizliğinin öncelikli olarak dilde başladığını, sosyal ya da kişisel yaşamın her alanında, gerek ev içerisinde gerekse de iş yerinde, fiziksel ve/ya psikolojik şiddet biçimleriyle de var olduğunu düşündüğümüzde, sanatçının da cinsiyet eşitsizliğinden nasibini aldığını söyleyebiliriz.
Şükran Moral: Ülkemizde 21. yüzyılda dört yüz yetmiş dört kadın öldürüldü. Bu cinsiyet ayrımcılığının da üstünde kadınlara karşı bir şavaşın olduğu gerçeğini gösteriyor. Biz “hâlâ lütfen eşit olalım” diyoruz bu artık “lütfen” le olacak bir şey değil. Vahşet!
Sosyal medyanın kadınları aşağılayan pop kültür dilinin büyük etkisi var. Erkeklerle kadınlar aynı ekonomik güce sahip olmadan asla ileriye gidemeyiz. Erkekler kadınları para ile cezalandırıyor. Para, ekonomik güç sayesinde kadını kendisine köleleştirme hesapları. 21. yüzyıldan bahsediyoruz ama dini söylemleri de katarak bu ülkede küçük kız çocuklarının evlendirilmesi propagandası yapılıyor. İşte bu da utanılacak bir davranış. Erkekleri doğuran anneler de kadın, onlar da çoğu kez kadın cinayetlerine ortak oluyorlar. 21. yüzyıl tablosu çok kirli, karanlık ve sisler içinde. Bu tabloda kan var, çığlık içinde kadınların toplumda yem olması var. Çizilen tablo bu.
Kadın bir sanatçı olarak tüm bu kalıplaşmış düşüncelerin arasında üretim yapmak nasıl bir his? Karşılaştığınız zorluklardan bahsedebilir misiniz?
Doç. Dr. Eser Selen: 60’lardan bugüne çağdaş sanatın en başat konularından “beden,” “kimlik” ve “hafıza” çoklukla kadın/erkek ikiliği odağında ve bu ikiliğin kadın tarafının dezavantajlı konumundan —kadının uğradığı şiddetten— bahseder. Beden konusuyla ve beraberinde getirdiği kavramlarla “karşı cinsel kapitalist ataerki”ni sorgulayan hem akademik hem de sanatsal çalışmalarımın içerisine mutlaka bir kadın olarak yaşadığım zorluklar—deneyimlerim—dahil oluyordur. Benim kendime sıklıkla sorduğum soru: Ben bu zorlukları kadın olduğum için mi, sanatçı/akademisyen olduğum için mi, yoksa cinsiyeti kadın olan bir sanatçı/akademisyen olduğum için mi deneyimliyorum? Cevabı hem evet hem de hayır.
Şu sıralarda üzerinde yoğunlaştığım projelerimden birinde özellikle medya ve performans sanatında, ekonomi ve cinsiyet farklılıklarını araştırıyorum. Öncelikli olarak performans sanatı biçimleriyle üreten kadın, erkek ya da cinsiyetini bu ikiliğin dışında yaşayan sanatçıların “sanatçı ödenekleri” bir yana dursun bazen üretim masraflarının bile düşünülmediği ya da hesaba katılmadığı bir coğrafya içerisindeyiz. Eğer kalıplaşmış olan düşünceler bunlarsa, insan olanın daha esnek kalıplara geçmesi, hatta belki de “kalıpsızlaşma” yolunu seçmesi gerekmez midir?
Şükran Moral: İtalya’da durum farklı mı hiç de değil. Erkek egemen bir toplum, kadın cinayetlerini neredeyse görmezden geliyorlar. Sorun evrensel, en gelişmiş ülkelerde bile kadın ikinci sınıf. Yirmi beş seneden fazla sanat geçmişimde hep bu ayrımcılığa değindim.
Kendimi çarmıha gerdiğimde bir baş kaldırmaydı aslında, meydan okuma. Acının en yoğununu yaşayan kadınlar ama yine de erkekler hâlâ muzdarip. Hayır efendim çarmıhta olan biz kadınlarız ama o çivileri çakanların içinde kadınlar da var.
Sanat dünyasında başıma neler gelmedi ki… İtalya’da bile bir koleksiyoner bana ben senin işlerini alamam çünkü karım kıskanır dedi. Erkek sanatçıya söylenmeyen laflar veya onlar yapsa “dâhi” diyecekleri işlerim için bana “deli” dendi. Nerdeyse sürekli açık ve gizli sansüre uğradım. Türkiye’de hiçbir müzede işim sergilenmiyor. Bu bir sansür. Dünya müzelerinde sergileniyorum, mesela Victoria and Albert’ta. Sanat tarihini hâlâ penis yönetiyor. İşin kötüsü sanat çevresinde çalışanların çoğu kadın ama penise hizmet ediyor hanımefendiler.
“Kadın sanatçı” kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce karşılığı olan “erkek sanatçı” kavramı yokken “kadın sanatçı” vurgusu neden bu kadar sık kullanılıyor?
Doç. Dr. Eser Selen: Biyolojik olarak kadın doğmanın, kadın oluş ile bir alakası olmadığı gibi bu durum erkek-oluş için de geçerlidir. Bir bireyi sanatçı yapan koşulların hiçbiri biyolojik penisi olması gerektiğini belirtmez, aynı durum biyolojik vajina için de geçerlidir.* “Kadın sanatçı,” “kadın doktor,” ya da “kadın mühendis” dediğimizde, hâlihazırda sanatçı, doktor veya mühendis olanı erkek varsayıp, kadın olan o “mühendisin” de bir istisna olduğunu belirtiriz. Bu varsayım her ne kadar toplumsal algının, kanıksamanın süregelişi olsa da davranış biçimini ya da kalıbının değişmesi öncelikle dilde başlamalıdır. Sanatçı sanatçıdır ve isimdir. Cinsiyet oluştur, isim ya da sıfat değil.
Şükran Moral: Kadın sanatçı terimi var çünkü kadınların sanatçı olması hayretle karşılanıyor. Ancak kutsal penisleri olan erkekler yaratabilir, dâhi olabilirler. Mesela benim için de “Türkiye’nin en cesur kadın sanatçısı” başlıkları atıldı. Nasıl yani, erkekler içinde daha cesuru mu var? Gülünç ama ayrımcı bir başlık. Kadın sanatçıların çoğu erkeklerden daha az kazanır. Ekonomik anlamda da çizgiler çok net, biz hep aşağılardayız. Bizde sanat dünyasında iktidarı elinde tutanların çoğu sanattan anlamıyor, bildiğin düz pop kültür hayranı sadece bir şekilde parası olan tüccarlar. Eğer kadın sanatçı uslu ve cici işler yaparsa sorun yok ileri gidebilir ama asi olmak yalnızca erkeklerde kabul gören bir davranış. Hele de bizim gibi penis sevici ülkelerde. Kadın sanatçı asi olamaz, olursa onu taşlarlar, linç ederler bana yaptıkları gibi.
Küratörün Gözünden
21. yüzyılda cinsiyet eşitsizliği hâlâ başlıca konuştuğumuz konulardan biri. Hayatımızın her alanında ve tüm dünyada kadınların ve erkeklerin sosyokültürel rollerini ve bu konuda karşımıza çıkan basmakalıp düşüncelerin varlığını konuşur/tartışır durumdayız. Merak ediyorum bir küratör olarak sizin bu konuda düşünceleriniz neler?
Melike Bayık: Dünyanın geneline yayılmış, inanç, eğitim ya da yaşamsal duruş içinde hiçbir söylemle değişmeyen ciddi bir ayrım söz konusu. Sosyal yapıda kadın ve erkeğin sosyal rolleri her zaman bariz bir biçimde ayrıştırılıyor. Yaygın bir patriarkal durum ortada. Küratör olarak çalışırken de elbette bazı durumlarda örtük bir biçimde karşılaşıyorum. Özellikle sergi tasarımı ve sonrasında sergi kurulumu gibi fiziki emek harcadığımız zamanlarda. Bazen cümleler şu şekilde oluyor “bunu sen mi yaptın”, “sen bırak bu erkek işi”, “merak ediyorum yaratıcı şeyler yaparken nasıl matkap kullanmak, eser asmak, kaldırmak, taşımak gibi şeyleri yapıyorsun, bunlar erkek işi değil mi, sen daha kreatif alanda kalsana” aklıma gelen bazı cümleler. Üstelik bu cümleleri söyleyen kişilerin genel söylemlerine bakıldığında eşitlik, dünya barışı, huzur ortamı, toplumsal haklar ve adalet gibi ciddi söylemleri olduğuna da tanık oluyorum. Bu noktada ise gerçekten değişimin ya da değişmeye açık olacak şeyin eğitim, inanç vb. olmadan geleneksel yetişme ve toplumsal kodlar olduğu net bir biçimde ortaya çıkıyor. Umuyorum ki 21. yüzyıl itibariyle yetiştirilen yeni jenerasyonlarda bu durum değişmeye başlayacak, umut hep var.
Küratör olarak yer aldığınız sergilerde kadın-erkek sanatçı eşitliğine önem veriyor musunuz, bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Melike Bayık: Oluşturduğum sergilerde her zaman kadın-erkek eşitliğini gözetiyorum buna olabildiğince dikkat etmeye çalışıyorum. Sergiler toplum içinde kadın ve erkek sanatçının tartışmasız varlık gösterebileceği yegane alanlardan, dolayısıyla her sergide çok olağanüstü bir durum yoksa kadın ve erkek dengesi arasındaki ince çizgiye dikkat ederim. Hatta jenerasyon farklarını bile gözetirim. Sergi kurgularında ve küratöryal stratejide kadın ve erkek sanatçıların farklı kuşaklardan olması, sanatçıların kendi iç dinamiği ve sergi söylemlerinde sosyolojik bir bakış ve tarihsel bir izdüşümü yaratır. Bu açıdan olması gereken cinsiyet eşitliği içinde bireysel ve toplumsal bir kurgu çıkararak, kadın-erkek eşitliği içinde görsel ve dilsel söylemleri ortaya koymanın önemli olduğuna inanıyorum.
“Kadın sanatçı” kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce karşılığı olan “erkek sanatçı” kavramı yokken “kadın sanatçı” vurgusu neden bu kadar sık kullanılıyor?
Melike Bayık: Geçmişten bugüne sanat ortamında çoğunlukla erkekler görünürlük almış, buna bakıldığında yine çok temelde eğitim, inanç vb. gibi toplumsal eşitsizlikler görülüyor. Bugün, 21. yüzyılda çağdaş sanatla ilgilendiğimiz şu zaman diliminde ise haklarını almak için birçok kadın sanatçı gerçekten görünür olmak, üretmek ve ürettiğini sunabilmek için çok daha fazla çaba gösteriyor. En tabana yayılan daha akademi ortamına bile girmeden önce insan olarak kadın-erkek ayırmadan eşit olma bilinci oluşturulup, kadın görevi ya da erkek görevi gibi ayrımların yapılmaması önemli hatta çocukluktan bu yana. Toplumsal ve geleneksel kodlar dahilinde yetişen her birey, geçmişte yer alan ve çok büyük bir kısmını erkeklerin oluşturduğu sanat ortamında varlık göstermeye çalıştıkça kadın sanatçı kavramı daha da ortaya çıkıyor. Ataerkil bir dünya ve ataerkil bir sanat dünyası ortaya çıkıyor bu durumda da. Sanatçı kadın ya da erkek diye ayrılmadan desteklenmeli ve fikir, estetik, bireysel ya da toplumsal kaygılar cinsiyet gözetmeksizin sunulmalı diye düşünüyorum. Gerçek değişim ancak idea değiştikçe oluşabilir.
Galericinin Gözünden
21. yüzyılda cinsiyet eşitsizliği hâlâ başlıca konuştuğumuz konulardan biri. Hayatımızın her alanında ve tüm dünyada kadınların ve erkeklerin sosyokültürel rollerini ve bu konuda karşımıza çıkan basmakalıp düşüncelerin varlığını konuşur/tartışır durumdayız. Merak ediyorum bir galerici olarak sizin bu konuda düşünceleriniz neler?
Sevil Binat: 30 küsur yıldır sanat dünyasının içinde olan bir kadın galerici olarak bu konunun ana meselelerimizden biri olduğunu söylemek isterim. Tüm galericilik sürecimde hem kişisel olarak hem de kadın sanatçılarımız adına bu mücadelenin hep içinde oldum. Artık klişeleşmiş bir sözüm vardır, ismim Sevil değil Selim olsaydı bulunduğum noktaya çok daha önce gelebilirdim diye. Bunun nedeni de kadınların bu işi hobi olarak yaptıkları, erkek galericilerin ise meslekleri olduğu gibi çarpık bir düşünce sistemi vardı. Oysa ben tüm yaşamımı bu işe adamış bir galericiyim, galerimi hiçbir erke, başka bir iş koluna, hatta aile desteğine bağımlı olmadan tüm zorluklara rağmen 30 yıldır çekip çeviriyorum. Cinselliğinizi de geride tuttuğunuz takdirde bu alanda Türkiye gibi bir ülkenin istikrarsız piyasa şartlarında bu kadar uzun bir süreklilik sağlayabilmek işi ne kadar ciddi boyutlarda ele aldığınızın göstergesidir. Dolayısıyla bu ayırımcılığı hem asla kabul etmeyen hem de şahsen deneyimlemiş bir kadın olarak her zaman kadın sanatçıların davasını şiddetle hem izleyicilere hem de koleksiyonerlere karşı savunan bir galeri olduk.
Adnan Yerebakan: Sanırım bu durum epey bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Fırsat eşitliği oluşmadığı için birçok farklı sektörlerde erkek egemen bir görüntü var, fırsat eşitliğini yaratmak tabii ki dünden bugüne mümkün olmuyor ama bunun mücadelesini kadınların verdiğini görüyorum ve bu konuda onları destekliyorum. Bir handikap şu olabilir bu konuda kadınların fırsat eşitliğine ulaşmasında onlara destek verirken bu durumu pozitif ayrımcılığa dönüşmesinin olumsuz bir durum olduğuna inanıyorum. Bu mücadele ciddi ve zor ama her konuda olduğu gibi hiçbir dönem hak yiyen iktidar (güçlü, çoğunluk) tarafı hak yemeyi kendiliğinden bırakmaz, bu noktada hakkı yenen grubun mücadelesini güçlendirmesinden başka bir çözüm olduğuna inanmıyorum.
Sergi programlarınızda kadın-erkek sanatçı eşitliğine önem veriyor musunuz, bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Sevil Binat: Geçmişte koleksiyonerler kadın sanatçılara kuşku ile yaklaşırlardı. Kadınca nedenlerin (aşık olma, evlilik, çocuk doğurma, menopoza girme vs. gibi) sanatlarını etkileyeceği, sürekliliklerinin olamayacağı gibi nedenler ileri sürerlerdi. Bu düşünce yapısı zaman içinde olumlu değişimlere uğradı şüphesiz. Aslında sadece ülkemizde değil tüm dünyada da bu ayırımcılığı gözlemlemekteyiz. Müzelerde dahi her zaman erkek sanatçılar kadınlardan daha fazladır ve fiyatları da aynı oranda daha yüksektir. Adeta bir sanatçı gibi kendi meselelerimi sergiler aracılığı ile ortaya koymayı seven bir galerici olduğumdan konuya dikkat çekmek için erkek sanatçıları da dahil ettiğim sergiler düzenledim. “Kadın Başımıza” (Neş’e Erdok, Ayşen Urfalıoğlu, Kezban Arca Batıbeki, Gülsün Karamustafa, Fatma Tülin, Figen Cebe, Seda Hepsev 2005), “Ruhuma Asla” (Ayşe Bezenmiş, Neslihan Başer, Leo Ferdinando Demetz, Dieter Mammel, Nihal Martlı, Rugül Serbest, Mustafa Özbakır .2017), “Hafif Pembeleşinceye Kadar” (Ayşe Bezenmiş , Gülsün Karamustafa, Katerina Belkina, Kezban Arca Batıbeki, Merve Denizci, Nihal Martlı.2016 ) bu sergilerden bazılarıdır...
Adnan Yerebakan: Dediğim gibi bu konu çok önemli şu an galerimizde hedeflediğimiz eşitliğe ulaşamadık ancak bu eşitliği göstermek için kadın pozitif bir tutum sergilemek istemiyoruz. Yaptığımız grup sergilerle şimdilik bu açığı kapama hedefindeyiz, önümüzdeki beş sene içinde çalıştığımız sanatçıların kadın ve erkek olarak birbirlerine daha yakın sayıda olacağına inanıyorum.
“Kadın sanatçı” kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce karşılığı olan “erkek sanatçı” kavramı yokken “kadın sanatçı” vurgusu neden bu kadar sık kullanılıyor?
Sevil Binat: “Kadın olma” sorunsalı, küresel boyutta toplumların gündeminin merkezinde güncelliğini korumaktadır. Cinsiyet farkının sosyal boyutunun ihmal edilmesi ve ataerkil toplum yapısının kadın bedeni üzerindeki baskısı dolayısıyla ezilen, öldürülen, tecavüze uğrayan, şiddete maruz kalan ve ikinci sınıf olarak nitelendirilen, kendisine atfedilmiş kalıpların dışında var olma mücadelesi vermeye çalışan kadının sanat dünyasındaki varlığı da uzun yıllardır bu savaşın içinde. Düşsel yaşamda son derece önemliymiş gibi resmedilirken, gerçek yaşamda nasıl değersizleştirildiğinin; şiirlerde, romanlarda tüm konuyu kaplarken tarihte nasıl hiç görülmez hâle getirildiğinin; masallarda, filmlerde hükümdarların yaşamlarına hükmederken gerçek hayatta erkeğin parmağına yüzük geçirdiği kölesi hâline nasıl dönüştürüldüğünün hesaplaşması bu konuya dikkat çekmek için yıllardır yaptığımız sergilerin içeriğini oluşturdu. Aslında kadın erkek eşitliği diye bir kavram kabul etmiyorum. Zira kadınların her alanda erkeklerden çok daha üstün varlıklar olduğuna inanıyorum.
Adnan Yerebakan: “Kadın sanatçı” kavramı, resim ya da fotoğraf sanatçısı kavramı gibi hatalı bir kullanım, gerçek olarak sadece sanatçı vardır bu tanım cinsel kimliğe göre ya da yoğunlaştığı üretim pratiklerine göre değişmez.
* Türk Dil Kurumu “sanatçı” kelimesi için 2 tür anlam biçmiş bunlardan ilkinde “sanat adamı ve “sanat eri” tanımlamasını tercih etmiş. “Adam,” dilde çok yaygın olarak kullanılan ve cinsiyetçi yaklaşımın bir temsili olan “insan” yerine kullanılmıştır. İkincisinde ise sinema, tiyatro, müziği ayrı bir kategoride değerlendirerek bu sanatları icra edenleri de bu anlama katmış. https://sozluk.gov.tr/, 20 Mart 2020.
Eserlerin Künyesi:
1. Mary Beth Edelson Courtesy of Balice Hertling, LLC, New York; SAMMLUNG VERBUND, Vienna
2. Karin Mack, Zerstörung einer Illusion, 1977, SAMMLUNG VERBUND, Vienna
3. Valie Export, VG Bildkunst, Bonn 2015 Courtesy of Galerie Charim, Vienna; SAMMLUNG VERBUND, Vienna
4. Nil Yalter’s film The Headless Woman, Belly Dance. Photograph: Nil Yalter
5. Kezban Arca Batıbeki, Manzarasız Bir Oda Serisi II (IV), Silver gelatin print on fiber based paper, 2014
6. Francesca Woodman, Untitled Rome, Italy, 1977-1978. Photograph: Francesca Woodman
7. Lynn Hershman Leeson, SAMMLUNG VERBUND, Vienna
8. Cindy Sherman Courtesy of Metro Pictures, New York; SAMMLUNG VERBUND, Vienna
9. Marsie, Emanuelle, Damon, and Andrew Scharlatt; Bildrecht, Vienna, 2015 SAMMLUNG VERBUND, Vienna
10. Şükran Moral, Çarmıh