01 HAZİRAN, PAZARTESİ, 2015

3. Mardin Bienali Üzerine Söyleşi

3. Mardin Bienali; sözlerin nesneye, sese, renge, yazıya, ağıta, çığlığa, müziğe sonunda da fark etmeye dönüştüğü yeni bir kapıyı ardına kadar açtı. Bir insan ömrüne sığabilecek doğudan batıya, batıdan da doğuya savrulan türlü hikaye Mezopotamya okyanusunda, bohçalarından dağıldılar. Mitolojiler başlığında gerçekleşen 3. Mardin Bienali’ni, Döne Otyam, Ferhat Özgür ve Fırat Arapoğlu ile konuştuk.

3. Mardin Bienali Üzerine Söyleşi

Mezopotamya okyanusuna bakan bir şehirde bienal yapmak ve bunu üçüncü kez geliştirerek sürdürmek. Nasıl başlamıştı Mardin’de Bienal yapmanın öyküsü?

Ferhat Özgür: Mardin’de bienalin üçüncü serisinin ilerleyiş sürecini anlamamız açısından sorunuz önemli, zira geçmişte atılan tohumların zaman içinde nasıl boy verdiğini ve artık Mardin’le bütünleştiğine tanık oluyoruz. Diyebilirim ki, ilk kıvılcım Döne Otyam ile birlikte 2006 yılında Ankara Tren Garı’nda Charles Baudlaire’in şiirinden hareketle gerçekleştirdiğimiz ‘Buradan Çok Uzakta’ adlı kamusal alan sergisiyle başlıyor aslında. Döne Otyam ve ben uzun süredir Ankara’da galeri ve fuar gibi steril alanlara sıkışmış ve giderek tecimselleşmiş sanat ortamında hareketi sokağa ve kentin içine çekmek istemiştik. Unutamayacağım bir deneyimdi. Denilebilir ki biz bu sergiden öyle bir enerji aldık ki çok kısa bir süre sonra Mardin’de uluslararası bir sergi düzenleme önerisi geldi. O zamanki Mardin Valisi Hasan Duruer ve GAP İdaresi Başkanı Sadrettin Karahocagil’in destekleri çok önemliydi. Sonra görüşmelerimizde aslında bizden istenenin bir sergiden çok bir bienal olduğunu gördük. Şahsen Mardin gibi Süryani, Arap, Ermeni, Türk ve Kürt kültürlerinin iç içe geçtiği Mezopotamya’nın en büyüleyici şehrinde bir bienale adım atmak için orada da bir tohum atmamız gerekiyordu. Yani asıl tören öncesi belirli bir biçimsel ve kavramsal yapıya sıkıştırılmamış daha esnek bir zemine yaslanan bir prelüd. 2009 yılındaki ‘Davetinizi Aldım, Teşekkürler!’ adlı 15 kişilik bu prelüdün getirdiği başarı ve etki gücünün 2010 yılında artık ‘AbbaraKadabra’ adlı 1.Mardin Bienali’ne evrilmesi kaçınılmaz olmuştu. 61 sanatçıyı ağırlayan birinci bienalde Döne Otyam, ben ve Ayşegül Sönmez sanatçıları belirlemiştik. İkinci bienal Paolo Colombo ve Lora Sarıaslan küratörlüğünde ‘İkinci Bakış’ adı altında 29 sanatçıyla gerçekleştirildi. Bildiğiniz gibi üçüncü bienali açmaya ramak kala 2014’te yaşadığımız Kobane olayları kamu oyunda ‘iptal edilme’ gibi yanlış anlaşılmalara neden olan ‘erteleme’ kararımıza yol açtı. Şimdi bir rüya daha gerçekleşti.  Şehrin bienalle bienalin de Mardin ile ne kadar kenetlenmiş olduğunu gördük bu süreç içinde. Öykünün temel durakları bunlar.

Hakan Kırdar, rızık, yerleştirme

Tam da ertelemeye değinmişken;  “3.Mardin Bienalini yanı başımızda vuku bulan acıların görülmesi ve duyulması için erteliyoruz." dediniz. Çok da anlamlı bir basın bülteniniz yayımlanmıştı o tarihte. Yeterince anlaşıldığınızı düşünüyor musunuz? Sayısız barış mesajı veren bu bienal savaş çığlıkları arasında yapılamazdı doğrusu.

Fırat Arapoğlu: Erteleme kararımız ile ilgili sanat kamuoyunu oluşturan izleyiciler, küratörler, sanatçılar, yazarlardan kısaca sanat dünyasından aldığımız tepkiler olumluydu. Genelde aldığımız tepkiler, Mardin Sinema Derneği, Done Otyam, Ferhat Özgür, Fırat Arapoğlu, Mehmet Baran, Sait Tunç, Mesut Alp, Fikret Atay, Hakan Irmak, Ferhat Satıcı, Hülya Özdemir, Claudia Segura Campins, Canan Budak ve Can Bulgu’dan oluşan kolektifin aldığı kararın çok yerinde olduğu şeklindeydi. Bir kenara çekilmek ve Kobanê’nin sesinin duyulmasına izin vermek çok daha anlamlı olarak değerlendirildi. Böylece bu olaylara sağır kalan birçok iktidarın ve Avrupa ve ABD’de iktidarların yer yer bu olaya dair sağırlaşmalarına karşı, içimizdeki umudun devam etmesine dair mesajlardı bunlar. Birkaç kez “keşke yapsaydınız, yapmanız daha iyi olurdu” reaksiyonları da aldık, düşüncelerine saygı duymakla birlikte, teorik ve pratik olarak bunun olanaksızlığı ve hatta anlamsızlığı üzerine kararımızı kolektif olarak vermiştik. 

Bu yıl herhangi bir küratör belirlemeden geniş bir ekiple hatta içine Mardinlileri de dahil ederek yola çıktınız. Kolektif bir yapıyla ilerleyen bu seneki bienal bu tavrı koruyacak mı/ korumalı mı? Şahsen böylesi bir ortaklığın herhangi bir erk yaratmadığı için her zaman daha demokratik olduğunu düşünmüşümdür.

Döne Otyam-Ferhat Özgür: Bu soruya ikimiz yanıt vermek isteriz zira her bienalde modelin nasıl olacağına birlikte karar veriyoruz. Biz kesin, mutlak, kalıcı ve ‘doğrusu budur’ diyen bir model önermiyoruz. Bir sonraki bienal nasıl olacak şimdiden bir şey diyemeyiz. Her modelin eksik tarafları vardır ve hiç biri mükemmel değildir. Sanat sisteminde ‘demokrasi’ teriminin söz konusu edilmemesi gerektiğine inanıyoruz. Sanat gibi sübjektif bir alanda demokrasi terimi bir işe yaramaz. Sözünü ettiğiniz ‘erk yaratmayan demokratik bir model’ de hiç bir bienal için söz konusu değildir. Sadece bu tür işbirliklerine dayanan durumlarda ‘erk’in gücü nispeten eriyip azalıyor ama asla yok olmuyor. Nihayetinde erk yaratmak istencinde olmasak da bizler bir ekip olarak ‘karar verici merciler’e dönüşüyoruz.

Yavuz Tanyeli, son köprü, heykel

3. Mardin Bienali’nin kavramsal çerçevesi Ali Artun’a referans ile “Mitolojiler”. Geldiğimde gördüm ki; bienale katılan tüm sanatçılar, kendi çekmecelerinden çıkardıkları öyküleri Mardin’in ve bölgenin öyküleriyle birleştirmişler. Orada gördüklerim batının sanatının doğudaki misafirliği değildi. Doğunun içindekileri doğuran işlerle, orası hakkında az konuşulan sessiz kalınan sözlerle karşılaştım. Eserlerin seçimi ya da üretimi nasıl gerçekleşti?

Ferhat Özgür: 2014’te Mardin’de, Döne Otyam, ben, Fırat Araploğlu, Claudia Segura Campis, Ferhat Satıcı ve Hülya Özdemir’in de katıldığı kapsamlı toplantımız sanatçı ve yapıtların netleştirildiği bir toplantıydı. Bu toplantıda gerek bienale özel olarak hazırlanacak gerekse mevcut ama kavramsal çerçeveyle bütünleşen yapıtları belirlemeye çalıştık. Aralarında Stuart Brisley, Romain Kronenberg, Thierry Payet, Elena Bajo, Lena Von Lapschina, Hakan Kırdar, Dilara Akay gibi Mardin’de belli sürelerde kalıp araştırma yapma olanağı bulan sanatçıların yanı sıra özel olarak ‘Mitolojiler’ bağlamında yoğunlaşan, Sait Tunç, Özlem Günyol-Mustafa Kunt, Yavuz Tanyeli, Ursula Mayer, Isabel Rocamora ve Aysel Alver gibi daha pek çok sanatçının yapıtları arasındaki organik eklemlenişleri görmek sevindiriciydi. Sanki Mezopotamya’nın büyüsü, söylenceleri, tılsımları ve sözlü tarihi onları birbirine bağlayan kendiliğinden bir güç gibi görünmüştü. Bu sergi bir anlamda öykü ve söylencelere olan doğal ihtiyacımızı Mezopotamya üzerinden görselleştiriyor.  

Mor Efrem Manastırı, Alman Karargahı, Keldani Kilisesi, Mardin Müzesi, Videoist , Açık Hava Sineması (Cun Cinema)  , Mardin Çarşısı gibi mekanlarda gördüğümüz işleri yerleştirirken önceliğiniz ne oldu? Bu soru çok önemli zira işler mekanlarla bütünleşmiş daha önce oradaymış algısı uyandırıyordu.

Döne Otyam: Bunu sizden duymaktan çok mutlu oldum zira gerçekten mekanlarla işler bütünleşti. Yerleştirme için ertelemeden aşağı yukarı 6 ay çalıştık.  Ertelenince de devam ettik ve yerleştirmeye başlayınca çok az değişiklik yaptık. Çok zor mekanlardı. İlk zamanlarda iki ana mekanı birbirine  bile karıştırdığımız oldu kağıt üzerinde çalışırken ama iyice benimsedikten sonra işlere göre titizlikle yerleştirmeleri yaptık. Ekibimizden ve orada yaşayan grafik tasarımcımız Hakan Irmak ve sanatçı Canan Budak’ın katkılarıyla istediğimiz sonuca ulaştık. Mardin’i ve mekanları da çok iyi tanıdıkları için sergileme konusunda son derece yerinde kararlar aldılar. Bazen esere göre mekan bulup ilişkiye geçtiğimiz de oldu. Sergilemede en önemlisi eserlerin güvenliği idi. Bunu da göz önünde bulundurduk ancak Mardin’in büyüsünden olsa gerek ilginç olaylarla karşılaştık. Örneğin Yaygara’nın ‘Kuluçuka’ adlı büyük boyutlu yumurta heykelini mutlaka açık alanda sergilemek istiyorduk. Keldani Kilisesi bu anlamda tam istediğimiz yerdi. Hem de eserin korunması kolay olacaktı. Ancak Keldani Kilisesi’nin tavan taşlarının  yumurta akıyla yapıştırıldığını ve heykelin de paskalya yumurtasına benzetilince işin mekanının kendisini bulduğuna inandım. Yaygara grubu da heykeli kiliseye hediye etti.

Sait Tunç’un çok değerli fotoğraf arşivinden küçük bir bölümünü Alman Karargahı’nda sergilerken de benzer bir olay yaşadık. Biliyorsunuz bu arşiv Mardin eşrafının fotoğraflarından oluşuyor. Neredeyse Mardin’in bir dönemine tanıklık ettiğimiz bu arşivde Alman Karargahı’nın sahibi annesinin fotoğrafını gördü  tesadüfen. Daha ilginci işin koskoca karargahtaki annesinin odasında sergilenmesiydi. Nadi Güler şapkasını pleksi bir vitrinde sergilemek istiyordu. Yine tesadüfen Mor Efrem’de kendisine ayırdığımız odada bulunan çok eski bir askıya asmayı tercih ettik. Video yapıtları izlemek için bazı sanatçılar bank yerine mekanlarda bulunan taşlardan oturma düzeni yaptılar.  Bazen de duvarlarda  var olan çivileri bile kullandık. Deniz Aktaş’ta olduğu gibi. Dilara Akay, Elena Bajo, Juan Del Gado ve Stuart Brisley gibi bir çok sanatçı da taş, kum, moloz, çeşitli atıklar gibi hazır buluntuları da küçük müdahalelerle mekanla ilişkilendirdiler. 

3. Mardin Bienali Mardin Sinema Derneği  tarafından düzenleniyor. Derneğin Bienal ile olan yakınlığından ve katkılarından söz edelim mi? 

Döne Otyam: Mardin Sinema Derneği  birinci bienalden beri bizimle birlikteydi. Bir tesadüfle bir araya gelmiştim ve o andan bugüne kadar zaten hep beraber gerçekleştirdik bienalleri. Birinci bienalde eğer onlarla tanışmamış olsaydım gerçekten bugünlere gelemezdik. Bu tip organizasyonlarda yerel destekleri alamazsanız başarıya ulaşamazsınız. Altı yılda hepimiz artık profesyonelleştik ve bienal artık onların. Bize sadece başta onların bize yaptığı gibi tüm desteğimizi vermek düşüyor. Rollerimiz değişti.

3. Mardin Bienali’nde izlediklerim tüm kentle birlikte okunan, birbirine bağlanan ayrıştıran değil, birleştiren bir geleceği öneriyordu. Yaşanan tüm acılar, ölümler, terk edişler belleğe düşse de; bienal işaretlediği işlerle, zanaatkârlarla, ve yaşamla acıları şiire dönüştürmeyi başarmıştı. Belleğe atığınız bu ilmek çok sıkı. Mitolojiler gelecek için bir umut olabilir mi?

Fırat Arapoğlu: Egemen bienal modelini sorgulayan karşı bir alternatif önerildi burada. Kültürel atmosfer, mimari ve tüm şehre dair detayların geniş ölçekli serginin fonuna indirgenmesine, Mardin halkının onlara dayatılan aslında “kültürel elitist bir” sergiyle aidiyetlerinin kurulmasına, Mardin’in “otokrat” bir küratöryel tasarımla markalandırılmasına karşı çıkıldı ve onun yerine, bienalin bir Mardin şöleni; işbirliğinin temel alındığı zeminde bir festival formunda yaşanması düşünüldü. Bu örgütlenmenin içinde sadece mitoloji değil; güncel tarih, küçük anlatılar, zanaat, aktüel-politika, kültür, cinsiyet gibi konulara dayalı çalışmalar yer alıyor. Mitoloji deyince, güncel-mitos’lar da var, değil mi? Bu bence gelecek için yeterince umut dolu.

0
12054
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage