Merkezine sapyoseksüellik kavramını alarak, kavramı öncesi ve sonrasıyla araştıran, ana kurgusunu akıllı hayatlarımızdaki “aklın” rolünü gözlemleme üzerine kuran “Love Over Entropy” karma sergisini küratörü Ayça Okay ve koordinatörü Lal Batman ile konuştuk.
Anna Laudel İstanbul’un ev sahipliğinde sanatseverlerle buluşan “Love Over Entropy” karma sergisi “akıl” unsurunun potansiyeli ve yarattığı hazza gönderme yaparak dikkatimizi sapyoseksüellik kavramına çekiyor. Kişilerin birbirlerinin zekasına, entelektüel oluşuna ve aklına çekim duyması anlamına gelen bu kavram kendini eserler üzerinden görünür kılıyor. Küratörlüğünü Ayça Okay’ın ve koordinatörlüğünü Lal Batman’ın üstlendiği sergi Ahmet Sel, Aybala Yalçın, Bahadır Çolak, Büşra Çeğil, Dinçer İşgel, Zeren Göktan, Halil Vurucuoğlu, Fırat İtmeç, Elçin Acun, Fırat Engin, Hande Şekerciler, Kadriye İnal, Lal Batman, Mert Özgen, Furkan Temir, Nejat Satı, Sinan Logie, Serra Duran Paralı ve Volkan Kızıltunç’un fotoğraf, enstalasyon, video, plastik sanatlar, heykel ve neon işleri dahil olmak üzere farklı tekniklerdeki üretimlerinden, disiplinlerarası bir seçkiden oluşuyor.
“Love Over Entropy”yi ortaya çıkaran ana fikir nedir? Serginin kavramsal çerçevesinden bahsederek başlayalım isterim.
Sergimiz, bir sistemdeki rastgelelik ve düzensizlik olarak tanımlanan “entropi” kelimesine vurgu yaparken, aynı zamanda “evrende var olan her şey bir gün yok olmaya mahkumdur” önermesinden yola çıkarak, içinde bulunduğumuz dinamiklerin, geçmişten gelen kavram ve değerleri hızla değişime uğratması ya da terk etmesi ile oluşan yeni toplum tasarımları ve beraberindeki ilişkiyi ele alıyor. Bu değişimin temelinde ise akıllı olana duyulan ihtiyaç ve iştah var.
Bugün geldiğimiz toplum tasarımı içerisinde, bir zamanlar hayal etmesi güç olarak betimleyebileceğimiz akıllı iletişim araçları, akıllı evler, akıllı şehirler ve beraberinde akıllı hayatlarımızdaki ikili ilişkilerimizde, aklın rolünü gözlemlediğimiz bir ana kurgu mevcut.
Aklı mercek altına almayı amaçlayan sergide özellikle neden “sapyoseksüellik” kavramını odağa yerleştirdiniz?
Günümüz toplum tasarımlarında aklın ne denli önem arz ettiğinin bilincindeyiz. Hemen hemen hayatımızın her noktasında akıl ya da akıllılık kavramı ile olan flörtümüzün yansımaları var. Hayatımıza bu kadar derinlemesine nüfuz eden bir düzende, ikili ilişkilerimizde de aklın dinamiğini sorgulamamak olmazdı. Ancak bunu yaparken tabii ki salt akıl veya akıllık perspektifinden inceleme yapmadık. Geçmişten günümüze tüm dinamikleri değerlendirebilmek için en önemli ölçütlerimiz arasında aklın yanı sıra, hafıza ve bellek ile toplum arasındaki ilişkileri dinamikleri de vardı. Bu geniş bakış açısı ve değerlendirme, bütünselliğe ulaşmamızı sağladı. Sergide sapyoseksüelliğin bu denli merkezde olmasının sebebi de sapyoseksüellik kavramının aslında geçmişte dar çevreler olarak nitelendirilebilecek bir grupken günümüzde çok daha geniş kitlelerden oluşması. Bu kavramı incelerken geçmişine, dinamiklerine, karşıladığı alt anlamlara derinlemesine odaklandık. Böylelikle serginin merkezine yerleşmiş oldu.
Serginin isminden de bahsedelim isterim. “Love Over Entropy” ismini aynı adlı elektronik bir müzik parçasından alıyor. Bunun hikâyesi nedir? Bu isim sergiye nasıl bir zemin oluşturdu?
Entropi yasasına göre, “evrende var olan her şey bir gün yok olmaya mahkumdur”. Böylelikle var olan değerlerimizin yerine hayatımıza yeni değerler, yeni düzenler girecektir.
Eskiden hayatımızın merkezinde olan değerlerimizin değişip, hayatımıza günümüz dünyasında yeni değerlerin gireceğiyle ilgili izleyicilere ipuçları verdiğimiz sergimiz ismini, sevdiğimiz bir elektronik müzik parçasından alıyor. İlk başta serginin kavramsal çerçevesine dair daha açıklayıcı ve tahmin edilebilir bir başlık ile yola çıkacaktık, daha akla dair. Ancak tesadüfi olarak sevdiğimiz bir elektronik müzik parçasının isminin, serginin kavramsal çerçevesiyle köprü oluşturabilecek bir anlamı kucaklamasıyla durum değişti.
Salgının devam ettiği, kısıtlamaların arttırıldığı bir zamanda hazırladınız “Love Over Entropy”yi. Hazırlık süreciniz nasıl geçti?
Yaklaşık altı aylık bir zaman diliminde sergimizin kavramsal çerçevesini, kürasyon sürecini planladık. Pandemi koşullarına rağmen planlı ve yeni iletişim araçlarımız sayesinde sanatçılarımızla iletişim kopukluğu yaşamadan, sergimizi hayata geçirdik. Açıkçası zorlu ancak bir o kadar keyifli bir süreçti bizler için.
Dönem açısından bir araya gelen sanatçı ve eser sayısı da bir hayli fazla. Sergide 19 sanatçının farklı tekniklerle ürettiği eserler bir araya geliyor. Bu seçkiyi oluştururken nasıl bir yol izlediniz?
Sergimizde, yeni medya ve plastik işlerin bir arada olduğunu görüyoruz. Farklı disiplinlerin iç içe oluşu, disiplinler arası kurduğumuz zengin diyaloğu gözler önüne seriyor. Kürasyon dahilinde oluşan disiplinlerarası dil, sergimizin kavramsal çerçevesiyle de örtüşüyor. Sergimiz mikro gözlemlerin ve araştırmaların farklı ölçütler ile değerlendirilerek bütünselliğe ulaşmasını içeren bir kurguda. Sanatçı ekibimiz üstün gözlem yeteneği olan, tartışılmaz özgünlükte, deneyselliği benimsemiş kişilerden oluşuyor. Bu süreçte kurduğumuz yakın diyalog hemen hemen her soruyu beraber cevaplayabilmeyi ve bu sorulara farklı bakış açıları ile bakabilmeyi sağladı.
Farklı bakış açılarından kastınız nedir? Sergi bağlamında birbirinden farklı medyalarla üretilmiş bu eserler odağınızdaki meselelere hangi noktalarda temas ediyorlar? Farklı formlarla ele aldıkları konular arasında nasıl bir ilişkiden söz edebiliriz?
“Love Over Entropy”’nin kürasyon sürecini şekillendirirken, serginin kavramsal yapısına sadık kalarak plastik ve yeni medya araçlarıyla yansıtılan işleri seçtik. Kabullenilmiş ve alışılmış gerçekliklerin yanı sıra, geçmiş ve geleceğin bir bütün olarak tüm dinamiklerini ve yapılarını konu olarak ele alınan işler mevcut ve farklı noktalara temas ediyorlar. 19 sanatçı arasından örnek vermek gerekirse: yerleştirmeleri ile mekânı bütün olarak ele almayı seven, aynı zamanda akademisyen olan sanatçımız Fırat Engin’in küratöryel metni okuduktan sonra ilk aklına gelen birtakım soruları akıl perspektifinden cevaplaması ve bunu yaparken ki toplumsal ve sosyal gözlemciliğinin sonucunda neon tipografi kullanması; mimar kökenli bir sanatçımız olan Sinan Logie’nin şehrin entropi seviyesini içselleştirdiği bir soyutlama ile üretim sağlaması; Serra Duran Paralı’nın gündelik meseleleri ve kent-insan ilişkisini konu alan videosu ve Bahadır Çolak’ın kullandığı malzeme dili ile mekân algısına müdahale etmesi gibi serginin kavramsal çerçevesini özgün şekilde yorumlamaları örnek verilebilir.
Seçkideki bazı eserler sergiye özel üretildiğini biliyoruz. Bu eserlerden bahseder misiniz? Bu eserlerin üretim odakları nedir?
Sergimizde yer alan sanatçılarımızdan, Fırat Engin, Serra Duran Paralı, Kadriye İnal, Lal Batman, Fırat İtmeç, Mert Özgen sergiye özel iş ürettiler. Serginin alt metni ve çıkış noktasıyla sanatçılarımız kendi bakış açılarıyla tekrar değerlendirip kendilerine yakın hissettikleri, yoğunlaşmak istedikleri konular üzerine üretim süreçlerini tamamladılar. Son derece günümüze odaklı, gerçekçi, sorgulayan ve sorgulatan, deneysel ve yeni malzemeler kullanmaktan çekinmeden üretilmiş eserler görüyoruz.
Günümüze odaklıdan kastınız nedir? Sergiyi oluşturan bu katmanlı yapı bugünün dünyasına nasıl bir yerden temas ediyor?
Geçmişte belki hayal dahi edemeyeceğimiz toplum tasarımları içerisinde yaşıyoruz. Pandemi ile birlikte çok daha iyi anladığımız nitelikli ve akıllı olanın yaygınlaşması durumu söz konusu. Serginin kavramsal çerçevesi bu noktada güncel olana çok yakından temas ediyor. Ancak bunu yaparken geçmişteki değer ve kavramlara, değişen düzenlere genel bir bakış atarak süzgeçten geçiriyor. Bugün hayatımızın meselesi olan hemen hemen her şeyi akıl ve akıllılık perspektifinden inceleyerek rutinimiz, iletişimimiz, kent ile olan diyaloğumuz, ekolojik dengeler, duygusal ilişkiler, teknoloji gibi hayatımızın hemen her alanındaki olgulara köprü oluşturuyor.
Sergi Anna Laudel açısından da farklı bir deneyim sunuyor. Biçim ve içerik bakımından galeriyle nasıl bağlantı kurdunuz? Bu durumu hem kurulum hem de mekân adına nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yeni medya ve plastik işlerin denge kurduğu bu sergide, iki disiplin de bir arada zengin bir bağ kurdu. Anna Laudel yapısı itibari ile yenilikleri yakından takip eden, güncel olanla ilgilenmeyi seven, disiplinlerarası iletişime önem veren üretimlere ev sahipliği yapan dinamik bir sanat alanı. Bu doğrultuda “Love Over Entropy”’nin kimyası ile doğrudan örtüştü. Entropi aynı zamanda düzen içerisindeki düzensizlik anlamına da geliyor. Bu düzensizlik her zaman olumsuz olarak nitelendirilmemeli. Bizim sergimiz baştan beri çok sesli disiplinlerarası kurduğu diyalog ile entropisi yüksek bir sergiydi. Eserler bize göre başarılı şekilde fiziksel alana eklemlendi kendiliğinden bir ahenk oluşturdu. Nitekim ziyaretçilerden aldığımız geri dönüşler de bu durumu onaylatan cinsten.
Son olarak “Love Over Entropy”nin ziyaretçisinde nasıl bir karşılık bulmasını istersiniz? Buradan hangi sorularla ya da cevaplarla ayrılmalı?
Gelişen, değişen yeni dünyamızın getirilerini gözler önüne serip, onlara içinde bulunduğumuz eski ve yeni arasında kurulan bugünümüzün değerleri hakkında fikir sahibi olmalarını hedefledik. İzleyici sorgulamalı, yorumlamalı, tebessüm etmeli, kaygılanmalı, bazen provoke olmalı yani aklı mercek altına alarak yorumlarda bulunmalı. Ve biz ziyaretçilerin bu sergiden kesin bir sonuç veya görüş ile ayrılmamasını isteriz. Bu sergi daha farklı tartışmaların açılması için bir basamak niteliğinde olursa, bizleri memnun eder.
“Love Over Entropy” sergisi 29 Nisan 2021 tarihine kadar Anna Laudel İstanbul’da ziyaret edilebilir.