Tesadüf eseri başlayan ve devamlı yeni arayışlarla devam eden bir sanat serüveni. Emre Namyeter’in 2010 yılından bu yana gördüğümüz işlerindeki sanatsal yaklaşımını kısaca bu şekilde özetleyebiliriz. Okul projesi için fotoğrafla uğraşırken çektiklerini kanvasa aktaran, sonrasında ışığın, aynaların farklı medyumlarla buluştuğu işler ortaya koyan Namyeter, Pi Artworks İstanbul’da açılan “Now I See or Do I?” sergisinde de isminden mütevellit algılarımızı, görüşlerimizi sorguluyor.
William Blake'in "Eğer algı kapıları temizlenseydi, her şey insana olduğu gibi görünürdü; sonsuz..." sözünü şiar eden Namyeter, izleyicinin renk, ışık, ayna gibi algılarıyla oynuyor. Bazı işleri direkt olarak izleyiciyi şaşırtıyor, bazılarının kıymeti ise baktıkça, daha fazla baktıkça ortaya çıkıyor. Namyeter’le sanat anlayışını, görmeyle olan ilişkimizi, algı kapımızı kapatan etmenleri, çıkış yollarını ve gelecek planlarını konuştuk.
Öncelikle sanatsal çalışmalarına nasıl başladığını öğrenmek istiyorum. Bilgi Üniversitesi’nde reklamcılık ve fotoğraf eğitimi aldın, sonra özgün çalışmalarına başladın. Bu süreç nasıl gelişti?
Okulun son senesinde bir proje için çektiğim fotoğrafları bilgisayarda photoshoplarken “şu fotoğrafın resmi güzel olurdu” ile başlayan bir macera benimkisi. Çektiğim fotoğrafları ilk önce kanvas, daha sonrasında ahşap ve metal gibi farklı materyallere bastırdıktan sonra üzerlerinden boyayarak başladı ilk resim tecrübem. İnanılmaz bir haz alıyordum yaptığım işten ve kısa süre sonra evimi resim atölyesine dönüştürdüm. Yedi senelik üniversite hayatımın sonunda fotoğrafçı olmaya hazırlanırken radikal bir karar alıp resme yoğunlaşmaya karar verdim. Artık resimler evimden taşmaya başladığı sürelerde bunun eğitimini almalıyım diye düşünerek soluğu Avusturya Salzburg’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nde aldım. Dönüşümde katıldığım karma sergiler ve sanat fuarları beni daha da kamçıladı ve atölyemi büyüttüm. Yine aynı sene bir galeri ile anlaştım ve ilk solo sergim oldu.
Ağırlıklı olarak deneysel çalışıyordum ve yavaş yavaş heykele de merak salmaya başlamıştım. Sonunda heykel eğitimi almak için San Francisco’ya Academy of Art University’e gittim. Son üç senedir oradaydım, şimdi ise Kanada’da olan Concordia University’ye Elektronic Arts okumaya gidiyorum.
İşlerinin temelinde görsel algılamaya dair meseleler yatıyor. Nedir bu görmeyle olan ilişkimiz? Senin görsel algını ve bu konudaki düşüncelerini şekillendiren etmenler neler?
Duyularımız sayesinde etrafımızda olup bitenlere bir anlam veririz, en etkili olan ve en çok kullandığımız da hiç şüphesiz görsel algımız. Algı farklılıkları ve olayları nasıl kişiden kişiye farklı yorumladığımız kendimi bildim bileli ilgimi çeken bir konu oldu. Zihin haritamız doğduğumuzda boştur ve zaman içinde aile, çevre, eğitim, kültür ve geçmiş deneyimlerimiz gibi etkenler bunun şekillenmesini saglar. Algımız üzerinde de minik manipülasyonlar yapıp olaylara farklı anlamlar vermeye eğilimli hale getirir.
Sergi metninde William Blake’ten bir alıntı yapmışsınız. “Eğer algı kapıları temizlenseydi, her şey insana olduğu gibi görünürdü; sonsuz…” Sence algı kapılarımızı kapatanlar neler? Ve nasıl temizleyebiliriz?
İnsan doğası paradigmalarla şekillenir ve bu da algımızın önüne filtreler ve kapılar koyar. İnsanın dünyayı algılamak için kabul ettiği doğrular sistematiği olan paradigmalar bakış açımızı ve davranış biçimlerimizi yönetir. Bu nedenle olayları olduğu gibi değil kendi olduğumuz gibi görüp, yorumlamaya başlarız. Temizlemenin keşke basit bir yöntemi olsaydı. Bu konuda benim uyguladığım şey sürekli kirleten şeylerden uzak durmak, televizyon gibi…
İşlerine ilginç bir şekilde fotoğraf ve ışığa dair tartışmaların yansıdığını düşünüyorum. Fotoğraf ve senin yaptığın işler arasında nasıl bir paralellik kurarsın?
Fotoğraf kesinlikle çok yardımcı bir eleman diyebilirim. İlk resim çalışmalarıma başlamama nasıl yardımcı olduysa bu son sergimde de üretim kısmında karşıma çıkan engelleri aşmama aynı şekilde yardım etti.
Resim, heykel, ligthbox gibi farklı medyumları kullanıyorsun. İş ve medyum arasındaki bağı nasıl kuruyorsun? Medyumu nasıl belirliyorsun?
Eğitim hayatım boyunca hep farklı medyumlarla çalıştım ve bundan inanılmaz keyif alıyorum. Sergide hangi medyumlarla çalışacağım, o serginin hikayesine bağlı olarak, en iyi hangi medyumla mesajımı izleyiciye aktarabileceğimle doğru orantılı olarak ilerliyor.
Yeni sergin “Now I See or Do I?”a gelelim. Nereden yola çıktın? Nasıl bir hazırlık süreci geçirdin? İşlerinin zanaat kısmını da merak ediyorum. Buradaki işler nasıl hazırlanıyor?
Bu sergide bugüne kadarki en zorlu hazırlık sürecini geçirdim diyebilirim. Resimlerime önceki sergilerimden farklı olarak heykel ve lightbox’ların da eklenmesiyle çalıştığım medyumların sayısı oldukça arttı. Bu da farklı zorlukları beraberinde getirdi. Zanaat kısmına gelince, resimlerimi kendi hazırladığım boyalarla, ahşap üzerine farklı dökme teknikleriyle yapıyorum ve kurumaları bir aya yakın sürüyor. Dolayısıyla bu sergiye hazırlanmaya ilk olarak resimlerle başladım.
Heykellerimde ise yaptığım resimler pleksi üzerine basıldıktan sonra lazer kesim ile katmanlar haline getiriliyor, daha sonra bana birleştirmesi kalıyor. Lightbox’ların yapımında ise pleksi, alüminyum, cam ve ayna gibi birçok farklı materyalle çalışıyorum. Bu da üretim kısmını daha komplike ve daha keyifli hale getiriyor benim için.
Sergide duvara asılı bir yerleştirme/heykelle izleyiciyi şaşırtarak karşılıyorsun ve bu iş bence serginin algılara dair önermelerini de vurguluyor. Bu işi hazırlarken neler düşündüğünü merak ediyorum.
İlk resim sergimden beri hedefim hep izleyicinin görsel algısıyla oynamaktı. Resimlerimde kullandığım ve kendi yaptığım boyaların bir özelliği farklı ışıklarda, farklı renklere dönüşmesiydi. Heykellerde de bu görsel algı oyununa devam etmek istiyordum. İzleyiciyi içine çeken ve interaktif olan bir çalışma yapmak istedim. İlk bakıldığında duvarda asılı duran bir resim gibi dursa da yaklaştıkça katmanlar halinde ayrılmış ve tavandan asılı bir heykel olduğunun farkına varılıyor.
Bu serginde aynalar da önemli bir yer tutuyor. İşlerinde ışık, ayna ve görme üzerine nasıl paralellikler kuruyorsun?
Algı üzerinde manipülasyon yapabileceğim malzemeleri düşünürken aklıma ilk ayna ve ışık gelmişti. Bu aynı zamanda lightbox serisinin de başlangıcı oldu bir bakıma. Kullandığım çift taraflı ve normal aynalarla ışığı birleştirmek lightbox’ların içinde kullandığım resimlerimin izleyicinin bakış açılarına göre değişim göstermelerini sağladı. Bu da algıyla oynamam icin mükemmel bir kombinasyon oldu benim için.
Salzburg, ABD gibi farklı ülkelerde eğitim aldın ve sanatsal çalışmalarını gerçekleştirdin. Bu ülkelerle Türkiye sanat hayatını karşılaştırırsan neler görürsün?
Yurt dışında sanata erişilebilirlik çok daha kolay. Salzburg ve San Francisco ufak şehirler olmasına rağmen sanata duyulan ihtiyaç ve ilgi oldukça yoğun. Dolayısıyla bu da sanata teşviğin ve etkinliklerin bir hayli fazlalaşmasını sağlıyor. Galeri ve müze sergileri dışında birçok alternatif sanatsal oluşuma rastlıyorsunuz. Benim en çok ilgimi çekenler sokak ve kamu sanatının fazlalığı ile sanatçıların açık atölye haftalarıydı.
Bundan sonra ne tarz çalışmalar yapmayı düşünüyorsun?
Eğitimimi Kanada’da Elektronic Arts bölümünde sürdüreceğim. Resim ve heykeller tabii ki devam edecek ama hedefim onları elektronik sanatla birleştirmek. Hiçbir zaman kendimi bir medyum ile kısıtlamadım, kendimi ilgimi çeken her tarzda geliştirip eserler ürettim, böyle de devam edeceğim. İlk başladığımdan beri multidisipliner bir sanatçı olmak istiyordum, yolu yarıladım diyebilirim.