Kendi özgün dili ve özellikle iktidar kavramına odaklanarak yaptığı çalışmalarla beğeni toplayan sanatçı Ali Elmacı ile Kadıköy Yeldeğirmeni’nde bulunan atölyesinde çalışmaları, muhalif kimliği, işlerinde sıkça yer verdiği medya dili ve Contemporary Istanbul’da saldırıya uğrayan işi üzerine konuştuk.
Eserlerinde bulunan figürlerin direkt izleyicinin gözünün içine bakmasıyla bir “big brother” etkisi yaratan Ali Elmacı, aslında iktidar ve onun dilini oluşturan medyanın yaptığını tekrar ederek izleyicinin algısını bozacak eserler üretiyor. Sanatçı, bu şekilde içinde yaşadığımız kurgusal dünyayı sorguluyor ve bizi izleyen o gözlerin rahatsız ediciliğiyle seyirciyi de bu sorgulamaya davet ediyor.
İşlerini özellikle iktidar kavramı üzerine kurguluyorsun. Peki kavramsal olarak iktidar senin için ne ifade ediyor? Bu bağlamda kimleri okumayı seviyorsun?
Türkiye’de hep bir kardeşlikten bahsedilir, aslında kardeş olduğumuzdan. “Biz iki kardeşiz ama neden kavga ediyoruz, neden savaşıyoruz”... İşte burada iktidar, üstü kapalı da olsa kardeşlik adı altında bir hiyerarşiyi temsil ediyor. Bence kardeşlik korkunç bir şey, hep bir “ağabey” var. Hatta iktidarın tayin ettiği, sopalayan bir ağabey var. Sözünü dinlememiz gereken bir ağabey... İktidar bana bunu hissettiriyor. Eşitlikten uzak bir şey. Kardeşlik bence eşitlik demek değil. Bu konuda bir çok şey okuyorum aslında ama özellikle Nurdan Gürbilek’i çok seviyorum. Hemen hemen tüm kitaplarını okudum. Ara ara yeniden okuyorum.
Aynı zamanda medyadan ve medyanın kendi çerçevesi içinde yansıttığı politikadan magazine kadar gazete, televizyon ve internette gördüğümüz tüm haberlerden ilham alıyorsun. Medya senin için neden önemli? Çalışmalarının sürreal atmosferini aslında medyanın günlük hayatta fark etmediğimiz sürreal haline benzetebilir miyiz?
Evet benzetebiliriz. Medya iktidarın dilini oluşturuyor. Ben de işlerimde bu dili kullanıyorum. Buradan besleniyorum, çünkü Türkiye’nin çok hızlı değişen gündemi zaten çok absürt. Bunu sunuş biçimleri daha da absürt. Bunu hep sıklıkla söylüyorum; medya iktidar kaynaklı bir durumu bize lanse ederken hep bir filtreden geçiriyor. İktidarın dili tam da bu filtreli dil. Gerçeklikten uzak bir kurgu sunuluyor. Biz, iktidar kaynaklı olan durumlarda, hiçbir zaman net olarak neyin ne olduğunu bilemiyoruz. Ama mesela kriminal bir durumda aynı şey geçerli olmuyor, ben de bunu çok pornografik buluyorum. İstemediğimiz ya da rahatsız olacağımız tüm detaylar saygısızlık boyutuna ulaşan bir biçimde aktarılıyor. Mesela bir adli tıp raporunun tüm detaylarını görebiliyoruz. Ama iktidar kaynaklı bir durumda kesinlikle hiçbir şey bilmiyoruz ve medya bize bunu bir taraftan da unutturmaya yönelik, zihnimizi bulandıracak, dikkatimizi dağıtacak başka şeylerle birlikte sunuyor. Resimlerimde tam da bu dili kullanıyorum. Bir şeylere işaret ederken izleyicinin algısını bozacak ve dağıtacak bir sürü başka şeyi bir araya getiriyorum. Söylediğim şeyin başka bir yerinde izleyicinin algısını bozup onu dağıtmaya çalışıyorum. O yüzden medyanın diliyle kullandığım dil örtüşüyor.
Sosyal medyayı da çok aktif kullanıyorsun. Bunun çalışmalarına nasıl etkileri oluyor?
Yaptığım şeyleri izleyiciye ulaştırmak adına sosyal medya güzel bir araç. Bunu da düzenli olarak kullanmaya gayret ediyorum. İzleyiciyle aramda bir bağ oluşturuyor, bu anlamda önemli. Çalışmalarıma da bu şekilde bir katkısı var.
“Samimiyetle Söylüyorum ki Ümitsiz Değilim”
Türkiye’de sanat şu an nasıl bir noktada duruyor? İktidarı eleştiren bir sanatçı olmak Türkiye’de zorlayıcı bir durum mu?
Bunu sanırım bir on yıl sonra daha net anlayacağım. Şimdi içindeyken bir dışarı çekilip, geri dönüp bakmak gerekiyor. Muhalif biri olarak beni nasıl etkilediğini şu an pek hissedemiyorum. Galeriler ve koleksiyonerlerden destek görüyorum. Ama bir on yıl sonra daha iyi analiz edebilirim. Onun haricinde, bence Türkiye’de çok iyi işler yapılıyor. Her ne kadar iktidarın bir baskısı olsa da sanat çok engel tanımıyor. Türkiye’de dünya standardında sanatçılar var. Kendimizin de farkına varmalıyız bence. Bu farkındalığı dünyaya da hissettirmemiz gerekiyor. Gerçekten çok iyi işler ve çok iyi sanatçılar var. Eminim ki yakın zamanda fark edilecek bu durum. Avrupa ve Amerika’da çok iyi noktalara hep birlikte geleceğiz, ben bu konuda hiç ümitsiz değilim. Çünkü iyi işler mutlaka kabul görüp hak ettikleri yerlere gelecekler. Bir sürü özel müze ve galeri açılıyor, sanata yatırım yapılıyor. Bunların bir karşılığı olacaktır. Bu politik bir cevap değil, samimiyetle söylüyorum ki ümitsiz değilim.
Sanatın eleştiri potansiyelinin dışında dönüştürücü bir gücü olduğunu düşünüyor musunuz? Sanat sadece toplumda var olan gerçekleri yansıtabilen bir alan mı sence?
Dönüştürücü bir gücü elbette ki var. Gezi’de bunun örneklerini çok iyi gördük. Kitap okumak, duran adam, piyano çalmak...
Geçtiğimiz Contemporary Istanbul’da heykellerinden biri saldırıya uğradı ve daha sonra eseri kendi isteğinle fuardan çektin. Bu süreçten bize biraz bahsedebilir misin?
Kapanışa yarım saat kalmıştı, kapanıştan sonra birkaç resmi değiştirecektik, o nedenle orada bekliyordum. Normalde o saate kadar kalmıyordum aslında. Biraz da yorgundum ve oturuyordum, kafamı kaldırdığımda heykelin etrafını sardıklarını gördüm. Sonradan öğrendim, 23 kişilermiş. “Yetkili kim?” diye soruyorlardı, sordukları kız da yabancı olduğu için anlamıyor, beni gösterdi. Gittim yanlarına, buyurun dedim. Önce ne için geldiklerini kestirmek istedim. İçlerinden biri “Bu mankenin üzerinden dedemizin fotoğrafını kaldıracaksın” dedi. “Dedeniz kim?” dedim, Abdülhamit’miş. Neden diye sorduğumda “Hakaret var, palyaço gibi yapmışsın” dedi. Böyle bir kitle işte, bilet alıp girmişler, çoğunun cebinde o bilet parası var mıydı ondan bile emin değilim. Birileri göndermiş, onlar da gelmişler. Bunu yapamayacağımı söyledim, sonra güvenlik geldi, medyaya yansıdı, zaten herkes cep telefonlarına çekip paylaştı.
Eseri o an oradan kaldırmak istedim, çünkü başka bir sürü şey zarar görebilirdi. Saldırgan bir kitleydi. Kaldırdık, bazı eleştiriler aldım kaldırdığım için ama fuarın geleceği, diğer işlerin, galerilerin ve sanatçıların zarar görmemesi adına kaldırdım. O benim kişisel sergim değildi, fuarda yarım saatte bir bile bir iş gidip gelebilir. Orada ısrarla işimi tutmak biraz show’a yönelik bir şey olacaktı, bunu da istemiyordum. Ayrıca çalışmanın amacına ulaştığını düşünüyorum. Ertesi gün bu kişilerin Facebook sayfalarına baktığımda heykelin fotoğrafını paylaştıklarını gördüm. Yer yer blurlamışlar. “Allah’a şükür putu oradan kaldırdık” yazıyor. Biri de altına “Kardeşim oradan kaldırıp buraya koymuşsunuz” yazmış. O zaman dedim ki tamam işte olmuş.
Daha fazla ısrara gerek yok, kaldırmaya karar verdim. Bir taraftan da Türkiye’nin dört bir yanından tehdit mesajları almaya başlamıştım. Hepsi duruyor o mesajların. Belki bir kitapta veya sergide onlara yer vermeyi düşünüyorum. Gerçekten korkunçtu bu durum, nasıl bir kitleyle karşı karşıya olduğumun bir fotoğrafıydı o mesajlar. Biraz uzak durdum sonra, röportaj vermedim, kimseyle görüşmedim o süreçte. Televizyonlarda Ali Elmacı’nın eserini beğendiniz mi diye anket yaptılar, sabah programlarında bir sürü hakaret edildi. “Bu sanat değil” dediler, esere saldıranlar da öyle diyorlardı. Olaylar biraz soğusun istedim, biraz geri durdum. Zaten Türkiye’nin çok çalkantılı bir gündemi var, öyle geçti yani. Ben aslında orada eski Cumhuriyet üzerinden bir siyasal İslam eleştirisi yapmıştım fakat benim eleştirdiğim kesim eski Cumhuriyet’ti. Eğer kızacak olsalardı onların kızmasını beklerdim. Ama anlıyorum, ben siyasal İslamcıların içinde yetiştim sayılır, tabii ki kızdıkları noktaların farkındayım.
Kendine özgü bir dilin olduğunu söyleyebiliriz. Bu dil ve özellikle resim ve heykellerinde kullandığın form ve imgeler sanat üretimine başladığın ilk zamanlardan bu yana nasıl değişti?
Arada neler yapmışım diye, başladığım noktadan şimdiye kadar yaptığım çalışmalara bakıyorum. Bir değişim ve gelişim var tabii ki. Kompozisyonlarım daha cesur mesela. Ama bunu izleyici daha iyi fark eder. Somut olarak bunun cevabı pek yok, ben değiştiğimi düşünüyorum. Bu olumlu bir değişim, bir gelişimden bahsedebiliriz. Günden güne de gelişmeye devam edeceğim. Kazasız belasız yaşarsak bu memlekette on yıl sonra daha da başka bir noktaya gelmiş olabilirim. Heykel yapmaya başladım örneğin, ilk sergimde hiç heykel yoktu. Ama ikinci sergiden itibaren hep heykellerim oldu. Başka disiplinlerde de yapmak istediğim şeyler var, onlarla ilgili çalışıyorum. Fuarda el aynası yaptım mesela. Moda alanında da bir şeyler yapmak istiyorum. Yaptığım çalışmalar şekillendiğinde paylaşırım. Daha ütopik hayallerim de var tabii.
Çalışmalarındaki renk kullanımın, renkli ve/veya muhalif kişiliğinin bir yansıması diyebilir miyiz?
Zaten muhalif olmak renkli olmayı gerektirir bence. Öyle de olmalı, doğru bir tespit bu. Tek renkle muhalif olunmaz. Tabii ki renkli olmayı sadece renk üzerinden söylemiyorum, daha çok yönlü olmak lazım. Biraz delilik lazım. Biraz oyun oynamak ve coşku lazım.
Eserlerinde ayrıca tipografik ögeler de dikkat çekiyor. Yaptığın resim veya desenin üzerine bir şeyler yazma süreci nasıl gelişiyor, doğru kelimelere nasıl karar veriyorsun?
Önce resmi düşünüyorum ama eğer yazıyla birleşecekse, resmi yazıyla birlikte düşünüyorum. Birlikte düşünerek karar veriyorum.
“Resimle Yemek Yapmayı Birbirine Benzetiyorum”
Benim için en dikkat çekici ögelerden biri her karakterin direkt izleyicinin gözünün içine bakıyor oluşu. Bu kimi zaman izleniyor olma fikrinden kaynaklanan bir rahatsızlık hissi verse de; genellikle izleyici ve eser arasında derin bir bağ kuruyor. İzleme/izlenme kavramları üzerinden eserlerini nasıl bir bağlama oturtabiliriz? Eserle izleyici arasındaki bağ insanları düşündürmek ya da sadece birtakım hisler uyandırmak açısından mı önemli?
Her ikisi de geçerli aslında. Ben bütün figürlerimin gözlerini izleyicinin gözüne dikiyorum. Gözlerinin içine baktırmak için özellikle uğraşıyorum. Bunun sebebi tamamen izlenmenin verdiği rahatsızlığı hissettirmek. Çünkü biz böyle bir zamanda yaşıyoruz. Her yer kameralarla dolu. Doğal bir ortamda yaşamıyoruz. Bir kurgunun içindeyiz ve sürekli gözetleniyoruz. Ve izlenmek her zaman rahatsız eder, rahatsızlık versin istiyorum ben de. Bütün amacım bu. Şurada konuşurken bile sürekli gözünün içine baktığımı düşün, ne kadar durabilirsin? Bir süre sonra gözünü kaçırmak durumunda kalırsın. Ben de bu durumu biraz “big brother” üzerinden anlatmak istedim. İlk yola çıktığım yer gözlenmek, gözetlenmek, izlenmek oldu. Bu da bir iktidar tekniği çünkü.
Yıllarca x-ist ile çalıştın. Contemporary Istanbul'a da Isabel Curoxatto Gallery ile katıldın. Şu sıralar yola devam ettiğin bir galeri var mı? Olacak mı, yoksa bağımsız ilerlemeyi mi düşünüyorsun?
Yok aslında böyle gelişti, bu çok planladığım bir şey değildi. Geçtiğimiz Nisan ayında x-ist’le yollarımızı ayırdık. Çalışma hayatımızı noktalandırdık yoksa arkadaşlığımız, dostluğumuz devam ediyor. Fuara da Isabel Curoxatto Gallery ile katıldım. Şu an bağımsız olmaktan memnunum, bir şikayetim yok. Bir sergi anlaşması yaptım, önümüzdeki sezon Ankara Siyah Beyaz’da bir sergim olacak. Memnunum halimden ama tabii ki bu hep böyle devam edecek değil, uygun bir galeri çıktığında birlikte çalışabiliriz. Türkiye’de de çok iyi galeriler var, illa yabancı bir galeriyle çalışma gibi bir derdim de yok.
Hıncal Uluç bir köşe yazısında çalışmaların için çirkin ve itici diyor. Böyle yorumlarla ve eleştirilerle karşılaşmak seni nasıl etkiliyor?
Eş dost arasında geyik yapıp gülüyoruz. Ciddiye alınacak bir yanı yok. Genelde çok olumsuz eleştiriler almıyorum. Belki de bana söylemiyorlar. Çalışmalarımı insanlar beğensin diye yapmıyorum, herkesin eserleri beğenmeme ve eleştirme hakkı tabii ki var. Kimseye zorla bir şey sevdirmeye de çalışmıyorum. Zaten o gazete beni hedef gösteren bir gazeteydi, orada beni övselerdi kötü hissederdim.
Üzerinde çalıştığın yeni bir projen var mı?
30 Mart’ta, Marcus Graf küratörlüğünde O’Art’ta gerçekleşecek “Drawing Today” adlı karma sergide yer alacağım. Yeni sezonda Ankara Siyah Beyaz’da kişisel sergim olacak. Çalışmalarım devam ediyor. Üretim açısından da verimli bir dönem. Bir şeyler üretiyor olmak en iyi mücadele biçimi. Resim yapmak, yazı yazmak, yemek yapmak... Ben resimle yemek yapmayı birbirine benzetiyorum, ikisinde de çok güzel bir armoni var. Armoni oluşturabiliyorsan zaten ortaya lezzet çıkıyor, resimde de bu böyle. Eğer ki resim yapmıyor olsaydım aşçı olmak isterdim.