Rafet Arslan genellikle politik, erotik ve simgesel bir imgelem kullanıyor. Avangardın kafa tutan radikalliğinde; yüksek sanat anlayışının tam zıttında, benzersizliğini mental güç olarak ele alan, genç işleri var. Kendisiyle Atonal9Solo projesi dahilinde açtığı yeni sergisi Verev’den ephemera arşivine, Cyberpunk’la dolu dolu geçmiş gençlik yıllarından sürrealist manifestosuna pek çok şey konuştuk.
Biricikliğin saplantı hâlini aldığı çağdaş sanat dünyasında bir çocukluk rutini olarak hazır nesne estetiğine başvuran bir sanatçı Rafet Arslan. İmgeyi, görüneni ve kavramı minimalizmin konformist tekelinden çekip alan, ephemera ve arşivle desteklenmiş bir üretim pratiği var. Tüm bu bileşenler ile ortaya koyduğu yapım süreci, bir nevi üretiminin kendisini oluşturuyor.
Biz bugün daha çok sanatçı kimliğinizden konuşacağız ama Rafet Arslan dediğimizde pek çok etiket karşımıza çıkıyor; küratör, şair, yazar, editör… Biraz çalışma prensibinizi anlayalım isterim öncelikle?
Bu saydıklarınız vasıflar dışarıdan etiket gibi seçilebilir. Fakat kültür ve sanat menziline 25 sene vermiş bir yaratıcı için bunlar kökleşen süreçlerin uzattığı dallardan ibarettir. Aslolan sanatçının kendi varlığı, Warhol’ca söylersek “yaşam sanatı”dır; gerisi ağacın süreçte meyve çeşitliliğidir.
A-Akademik bir sanatçısınız. Biraz biyografinizden bahseder misiniz? Çağdaş sanat üretimine nasıl başladınız?
Ortaokulda ilk kolaj defterlerimi, ilk şiirlerimi, fanzin denemelerimi yaptım. Onlarla başladım sonra tabii okul, hayat, iş, askerlik derken başından aklımda olan sanat okuma fikrinden de uzaklaştım. Bir süre araştırma sektöründeydim. Çok alt tabakalarda başlayıp Proje Yöneticili’ğine kadar yükseldim. İzmir’de sanatla uğraşmadan önce son bir ortak ofis açmıştık. Bir nevi kurumsal strateji ortaklığı diyebiliriz. Bunlarla uğraşırken sanat üretmeye devam ettim. Gelgelelim İzmir’de 2006 Ocak’ında ilk sergimizi açtık.
Nerede?
İzmir’de Hayalbaz Sanat Derneği vardı. Şu an Karaburun’a taşındı. Yakın zamanda Düş Günleri 2 başlığıyla içinde de sergi de olan disiplinlerarası etkinlik düzenledik. Bir nevi 2006’dan 2019’a bir sıçrama oldu.
Bir inisiyatif olarak mı başladınız yani?
Bizim o zaman “Sürrealist Eylem Grubu” isminde bir kolektif bir grubumuz vardı. İnisiyatifler genellikle bir yerlerden destek alarak ayakta kalıyorlar, biz yaklaşık 10 sene hiçbir destek almadan devam ettik. Öyle ki kendimizi “insiyafit” diye seslendiriyorduk.
Neye göre sürrealist? Yani estetik algınız nasıl şekillendi?
Biz “Düzensiz”i çıkarttığımızda, sürrealizmle sokak sanatı ve performans sanatı gibi güncel medyumlarla yeni bir yorum katmayı hedefledik. Üretim olarak sürrealizme yatkınlığımız sanıyorum 80’lerde izlediğimiz filmler, dinlediğimiz müzikler, okuduğumuz kitaplardan geliyor. Ki ben 14 yaşında bilim kurgu okumaya başladım. O dönem örneğin ilk Mad Max filmini izlediğimizde Cumartesi Çayları adı verilen ve yaşı tutmayanların alındığı partilere giderken filmden esinlenmiş kostümler üretip, gitmiştim. Ben İzmir’de Eşrafpaşa’daki İkiçeşmelik Caddesi’nde doğdum; spotçuların ortasında, komşu yoktu, arkadaş yoktu… Okula başladım arkadaşların mahallelerine gidiyordum ama biraz tekinsiz yerlerdi ve çok da hoş karşılanmıyorduk. Sosyalleşemeyeceğimi anladığımda bit pazarlarına yöneldim. Amerikan bilim kurgu magazinleriyle büyüdüm. Alsancak’taki Amerikan Kütüphanesi’ni keşfettim, estetik algım bunlarla gelişti.
Çeşitli manifestolar yazdınız, fanzinler çıkardınız… Çalışma pratiğiniz nasıl gelişti?
Yaşayarak gelişti. Yaşadım, deneyimledim, öğrendim ve çok çalıştım. Hep çok düşündüm, düşledim ve çok çalıştım.
Ve sürekli beslenmeye devam ettim; şarkılar, filmler, sanatlar ve hepsinden öte kitaplar. Okumayan insanın sanat yapmayı bırak bahsetmesi zordur. Şiirden, hikâye anlatıcılığından, çağıl romandan uzak ve ırak bir sanat pratiği düşünülemez.
Sürece de üretme eylemi kadar önem verdiğinizi görüyorum… Process’te olmak. Disiplin ne olursa olsun üretime hep devam ediyorsunuz. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
Asıl sanat hayatımızdır. Bu açıdan benim yaptığım hiçbir sergileme sadece sergi değildir; olamaz da. Salt çıktıya odaklanacak kadar düşük profilli bir sanat algısına sahip değilim. Önemli olan süreç, akış ve tüm durumların birliği ve biricikliğidir.
Bu bilişten öte algı; vasatla, sıkıcılıkla, kiç ile yolda sık sık rast gelebilir. Bu yüzden ben kendi yolumda ilerlerken hep arka kapıları, gizli geçitleri, dehlizleri seçtim. Ve bu maceranın tümüne sanatım dedim.
İşlerinizi bu şekilde process’e bağlayarak, bir yönden performatif olduklarını söyleyebilir miyiz?
Şamanın davulundan beri sanat bir ritüel, birer arınma ya da coşum ayini olagelmiştir. İşte bu yüzden işlerim de eserlerim de varoluşumda doğal olarak performatiftir. Sahneye çıkan canlı ile sergi yapan, kitap yazan ile sokakta dans eden aynı öznedir.
Sergi oluşum sürecinde internet denizinde serginin aurasının ve ruhunun teaser'ları ya da havai fişekleri olsun diye günlerce/saatlerce fotoğraf, video, ses ve kurgu ile hazırlanan ve sergi alanında olmayacak yan yaratılar "process" dediğimiz şeyin kendisi değil midir?
Şiir ve yazıyla olan ilişkinizi biraz daha kurcalamak istiyorum. Bir şiir kitabınızın ön yazısında modern bir hiyeroglif inşa etmekten bahsediliyor. Bu noktadan bakarsak üretiminizin temel motivasyonunun kendi ifade biçiminizi yaratmak olduğunu söyleyebilir miyiz?
Geçen zaman şelalesinde aralıksız ve kuralsız üretimlerim içinde, zaten kendime ait birçok ifade biçimi icat ettim. Hatta bunların birçoğunu yerinde bırakmadım, yeni level’lara sürükledim. Ama sanatta asıl oyun kitleler ile baştan çıkartmak, sanatı kamusal bir vaka hâline getirmektir. Bu noktada çok ayık ve çapraz düşünen bir kitle dışında, izleyicinin yapıtımın gerisinden geldiğinin bilincindeyim. Ama motivasyon dediğiniz nedir? Bir sanatçı için bundan büyük bir bahis, bir kışkırtma, motivasyon olabilir mi? Kuşkusuz imgelemim delirmeye ve delirtmeye devam edecektir.
Gerçeklikle olan ilişkinizi bu noktada epey merak ediyorum?
Benim kendimi ait olduğum gelenek için gerçeklik tek gerçek değildir, onun ardındaki sırra temas etmelidir; idrak gözü açık özne. Gnostik’lerden Bedredin’e, Hayyam’dan Breton’a uzanan gerçek için gerçekliğe reddiye cephesine biraz yaklaşabildiyse imgem ve nefesimle bahtiyarım. Bu açıdan gerçeklik benim sürekli savaştığım bir simülasyondur.
Yeni açılan solo serginizden biraz bahsedelim. Sergi ismini nereden alıyor?
“Verev” ismi sergiye, Sayın Elfe Uluç’un kısa bir metninden esinlenerek verildi. Gerçekliğe karşı “verev”ine ilerleyebilmek; bazen korksan dahi korkmamayı başarabilmek. Bir nevi çapraz algılar yaratmak, kendi kendini sağlamak ve kafanın dikine gidebilmek. Kuşkusuz bu batini geleneğin tavrı olduğu kadar Punk’ın ve Situasyonistlerin de izidir.
Çok fazla açıklama ve anlamlandırmaya girmek istemiyorum, sizin gözünüzden son dönem üretimlerinizi biraz dinleyebilir miyiz?
Büyük ve kışkırtıcı bir oyun tasarladım, şimdi izleyicinin bu baştan çıkartma girişimini tepkilerini merakla bekliyorum. Enstalasyon, dijital montajlar, resimler, müzik ve video ile onları karşılıyorum.
Serginin kavramsal zemininde beden, tahakküm, et, disiplin, arzu, tutsaklık ve kaçış stratejilerine yoğunlaştım. Burada burjuva sanatın steril, kiç ve otosansürcü konformizmine ve muhafazakâr sansürün kadın bedenini aşağılamasına karşı kadim ve kozmik dişil gücün ruhunu çağırmak istedim. Adlarını iki özel post-punk şarkısından alan No Tears adlı alüminyum blok üzerine yapılan montaj ve karışık teknikle üretilen Flowers of Romance serisiyle canlı birer imgeye dönüştü ve bunun yanında 1930’lu yılların unutulmuş Amerikan pulp dergi çizeri Margaret Brundage’i gün yüzüne çıkartmak istedim. Onun resimlerinde cadıca, vampirce kadın figürlerin gücü beni hep büyülemiştir. O yüzden sergi merdivenlerinin başındaki Margaret Brundage röprodüksiyonu bir tuvalle açılıp bodrumdaki koridor boyunca asılan, sergiye özel 4 renk tasarlayıp bastırdığım özel bayraklarla devam ediyor ve sergi alanının bitimindeki kazan dairesinde Brundage’in yarasa kadınını duvara yansıttım. Böylelikle sergiyi dişil güçle başlatıp dişil güçle kapattım.
Bunun yanında genç sanatçı Kemik ile birlikte “Verev” projesi için Lepistes’in Sol Kroşesi adlı bir ses projesi başlattık, serginin soundtrack’i olarak düşündüğümüz iki kayıt sergi alanına özel bir mekân düzenlemesiyle dâhil oldu.
Ve ilk kez “Verev” sergimde İmge Kitap adını verdiğim ve şu an dokuz adet cilt ve fasiküle ulaşan kitaplıktan iki örnek gösteriyorum. Bu iki kitabın 2 farklı sunumla (Küçük Kırmızı Kitap bir video projesi ve Takınak Kitap reprodüksiyon baskı olarak) izleyici takdiriyle buluşması beni heveslendiriyor.
Ki bunlardan birinde Istanbul Performance Art oluşumu, yönetmen Anıl Çelik ve yaratıcı deneysel müzisyen Can Tan iş birliğiyle 5 dakika 38 saniyelik 44 adlı vidyo/filmi çektik. Bu filmde müzisyen Tuğçe Şenoğul, bizim için çok kritik bir rol olan Pandora’yı canlandırdı. Bu yapım “Verev” sonrası yurt içi ve dışında bazı yolculuklara çıkacak.
Bu topraklarda yaşadığım(ız) sıkışma hâlini özetleyen No Way Out adlı lightbox edisyonlarım ve karşıt-kültüre selam çaktığım ve ilk kez dijital rölyef tekniğiyle alimunyum yüzeye aktardığım üçlü seri de “Verev”de izleyiciyi karşıladığım diğer çalışmalarımdan. Ayrıca uzun süre üzerine düşünülüp taşınılmış bu yeni seri çalışmaların görüldüğü sergimin açılışında, yaşadığımız çağın karanlığı karşısında Pagan’ın karnaval ruhunu canlandırmak için izleyiciyi dansa davet ettim.
İzleyici işlerinizde hazır nesne estetiğine sıkça maruz bırakılıyor. Bunun bir kavramsal bütünlüğü var mı? Yoksa rastlantısal mı?
Kavramsal bütünlük kendi imgelemimdir. Toplamda 20 yılı aşkın emek, 5 kitap, 4 solo sergi, yüzlerce performans ve sunum, koordine ettiğim onlarca sergide somutlanan kendi kavramsal bütünlüğüm içinde ve tutarlılığında sanatımı icra ediyorum.
Rastlantıdan kasıt Sürrealist otomatizm ise son süreç üretimlerimde bu tip bir rastlantısallıktan bilinçli olarak uzağım. Ama kastınız doğaçlamaya ve flux’lara açık olmak ise aylarca ve saatlerce titiz ve takıntılı tasarlanmış, index’lenmiş ve haritalandırılmış imgelerin, üretim süreçleri içinde doğaçlamaya ve akışa açık olduğunu da söyleyebilirim.
Buna bağlı olarak biriciklik ve yüksek sanat anlayışına karşı olduğunuzu söyleyebilir miyiz? Bir çeşit savaş hâlinde olduğunuzu?
Yüksek sanat bir burjuva vodvilidir ve hiçbiri sıkı bir çizgi romana (Misal eski Conan ciltleri, Sandman ya da denizci Corto gibi) ya da bir buçuk dakikalık bir punk şarkısının estetiğine yaklaşamaz. Burjuva kültüre savaş açmak, nacizane parçası olduğu avangarT geleneğin temel işidir. Bu Rimbaud’dan ve hatta modernin ilk eleştirmeni Baudelaire’den beri böyledir.
Kitap/defter/fanzin üretimini biraz açmanızı istiyorum. Orada beni çok heyecanlandıran işler var çünkü…
Defter yapmaya uzun bir ara verdim, defter keyif işi ve ne yazık ona bu süreçte vaktim yok. Fanzin aşkı bende 90’larda başladı yer yer ve zamansız nükseder. 2014 yılı başından beri adına İmge Kitap dediğim bir seriye yoğunlaştım. Ki bu kitaplık şimdiden dokuz rakamına ulaştı. Kimi cilt, kimi fasikül, kimi de mini görsel öykü kıvamında ilerliyor.
Önce kitaba evrilecek kavramları yaratmak, sonra eldeki arşivi kontrol etmek ve arşive gereken takviyeleri sağlamak; dil ile sözcüklerle nasıl bir ilişki yaratılacağını seçmek ardından fikri-imgeyi taşıyacak kitabı sahada bulup onu kapatmak ve dönüştürmek…
Kitaplarda yazı / kolaj / imge bu üçünü bir arada görüyoruz. Bunları bir çeşit zihin güncesi olarak görebilir miyiz?
Mutlaka; İmge Kitaplar loş bilinçaltı koridorlarımın robot resimleridir. Ve gelecekte kitaplarımla daha çok haşır neşir olacağımı, farklı yöntemlerle okutacağımı söyleyebilirim.
Ve çok teşekkür ederim, bu incelikli suallerin için.
"Kozmik kutsallığın dişil bedenlerinde
Yıkılmış kentlerin gölgesinde
Çapraz giden filler adına
Verev!
Tüm tanrısal küpleri ying&yang diye bölen
Heraklitosçu nehirlerde sürüklenen
Gnosis’i aniden kuşanan
Aniden bir kuş olup uçan
Verev!
Boşlukta büyüyen kitaplıklarda
Dudak kenarından sızan yarada
Aşkın büyüttüğü korkunç sevinç ya da acıdan ölümlerde
Ruhların tek tek bu diyardan göçündeki
Verev!
Benim resmim..”
Rafet Arslan, 2019
Sergi 17 Kasım tarihine dek Barın Han’da görülebilecek.