Sanatçı Gökçen Ataman ile kişisel hafızayla toplumsal hafızanın kesiştiği noktaları eğip büktüğü işlerinden oluşan “Güzel Ankara” başlıklı sergisinden yola çıkarak yer değiştirme meselesini ve üretim sürecini konuştuk.
Sabahattin Ali’nin sonbaharın kokusunu üflediği Ankara semaları, Adalet Ağaoğlu’nun kömürden oduna geçişi ya da tavşan uykusundan ayı uykusuna geçişi, daracık bir zamanı ince ince aralayarak anlattığı Ulus’u, Yenidoğan’ı, Cebeci’si. Sevgi Soysal’ın yokuşları ve virajlarıyla köşe başında bir hayalet gibi göz göze geleceğinizi bildiğiniz Ulus-Kızılay hattına dair adımları. İçine Ankara giren bir metin nostalji değeri nasıl kazanır? Nostaljisi bir ucundan bir ucuna öyle ya da böyle devam eden şehrin ve bir de bu nostaljiyi devam ettirenlerin bildiği en iyi şey nostaljinin sürekli yer değiştirdiğidir. Ankara gibi şehir kültürü, mimarisi, mekânları, yolları, köprüleri, parkları, bahçeleri düzenli olarak değişen bir şehirde hafızayı takip etmek tam olarak neyi takip etmeye karşılık geliyor?
Londra’da yaşayan Gökçen Ataman’ın Çankaya Belediyesi Fikret Otyam Sanat Merkezi’nde 1 Şubat-1 Mart 2024 tarihleri arasında ziyaretçileriyle buluşan “Güzel Ankara” başlıklı sergisi kişisel hafızayla toplumsal hafızanın kesiştiği noktaları eğip büken, bunu yaparken müthiş bir mizahla göz kırpan işlerden oluşuyor. Sanatçıyla üretim süreci ve yer değiştirme meselesi üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Çok yakın zamanda Türkiye’den ayrılmış ve İngiltere’ye yerleşmiş bir sanatçısın. Bir yandan şu an bir galeriye iş hazırlıyorsun. Oradan geri dönüp baktığın zaman Türkiye’deki üretim sürecine dair ne söylersin?
Bu işleri hazırlarken aslında henüz taşınmamıştım ama taşınma aşamasındaydım. Sergiyi planlama süreci de geriye doğru bir yıla uzanıyor. Daha o dönem metinlerle ilişkilenen bir sergi yapma fikrim vardı. Bu yer değiştirme meselesinin ve sergiyi buradan kontrol etmemin zor olacağını bildiğim için her şeyi önceden peyderpey hazırlamaya gayret ettim. Bütün işleri Ankara’da depoladım. Ardından buraya geldikten sonra işlerin grafik tasarımlarını yapmaya başladım. Doruk’la konuşarak metinleri yazdık. Planlama kısmını buradan yani Londra’dan yürüttüm. Burada yaşamaya başladığımda “Acaba bu sergiyi burada yapabilir miyim?” fikrini de çok düşündüm. Ama yapamam diye karar verdim. (Gülüyor) Çünkü, burada İstanbul ya da Ankara’da geçirdiğim gibi bir zaman geçirmemiştim. Bu tarz bir iş çıkarabilmem için gerçekten o şehri yalayıp, yutmuş olmam gerekiyor. Bir yabancı olarak bunu yapmak mümkün değil. Burada bir yirmi yıl yaşadıktan sonra belki mümkün olabilir. Umarım zamanı gelir de, şimdi yaşadığım yer üzerine de bir şeyler yapabilirim. Ama ilginç olan şey şu: Burada yaşamaya başlayınca fark ettim. Ben yirmi sene önce kurmaya başladığım evimi, içindeki her şeyi sattım, birilerine verdim ya da bağışladım. Kalan şeyleri üç, dört karton kutuya koydum. Ankara’da depoya kaldırdım ve resmen yepyeni bir eve geldim. O karton kutuların taşınması, bende uyandırdığı şey, bir şeylerin yer değiştirmek üzere paketlenmesi, aynı zamanda o sırada bir sergi açmaya gayret etmek bir yandan çok trajikomikti. Çünkü, o an kendimde bakmadığım bir şey gördüm. Aslında nomad ruhuna sahip olmayan ben şu an tam da oradaydım.
Aslında soracağım şeylerden biri buydu. Gündelik hayatında nasılsın?
Hiç öyle değilim. Ama buraya gelmek hep aklımda olan bir şeydi. Buraya eğitim almaya gelmiştim. Ve hep çok sevmişimdir. Öte yandan çocuğu olan bir insanın paniğiyle hiç yapmayacağım bir şeyi yapıp anında oradaki evimi kapatıp, önemli şeylerimi ayırıp, resmen “hadi yallah!” diyerek geldik. Oldukça zor bir seyahatti. Yerleşmek çok zor oldu. Ama eğlenceli ve rahatlatıcı bir tarafı da vardı: Bir günde toplanabileceğimi gördüm. Hayatımda lüzumsuz olan hiçbir şey yok ve her şey ihtiyaç dahilinde. Sadece biri diğerinden daha önemli olan şeyler var. Hepsi bu. İyi hissettiriyor çünkü sürdürülebilir yaşamaya çalışan bir insanım. Yazdığım şeylerin, yaklaşımımın ve işlerimin de bu anlamda sürdürülebilir olması önemli. Çok fazla tüketmemek, çok fazla yayılmamak, yettiği kadar ve makul şekilde yaşamanın önemli olduğuna inanıyorum. Her gün yeniden kavradığım bir şey bu.
Ne kadar sürdü peki? Hep istediğin bir şey olduğunu söyledin ama fikrin tam olarak yerini bulduğu ve yer ettiği o an ne zaman?
Her şeyimi herkesle paylaşan biriyim. Bunun gerçekleşeceğini gördüğüm an herkesle paylaştım. Bunu paylaşmamın arkasındaki temel noktalardan biri de sanatçı dostlarımın kendi yolculuklarına başlarken daha temiz bir yoldan ilerlemesini istemem. Yer değiştirmek ve gittiğiniz yerde kabul görmek, şartları sağlamak çok zor. Bazen bir kelime hatası bütün yolculuğunuzu başlamadan bitirebilir. Ben son on senedir bu fikirle yaşıyor gibiyim. Son bir yıldır artık iş ciddiye binmiş gibiydi. Vizem çıktı ve ben gidiyorum. Koşarak, başka bir tabirle topuğuma vura vura geldim. Öyle söyleyeyim. (Gülüyor) O kadar büyük bir heyecan. Zor bir süreç. Belki de benim hayata karşı mutlu ve enerji dolu yaklaşabiliyor olmam bir miktar bu aralığı rahatlattı.
Bu kısmı açmamın bir sebebi de yer değiştirmenin koşulsuz şartsız zamanı ortadan ikiye bölmesi. Senin de söylediğin gibi bir yer hakkında bir şey söylemek ya da oraya dair bir şeyler üretebilmek, bir sözcü ya da ulak olabilmek için gerçekten orada vakit geçirmek gerekiyor. O aidiyeti nasıl ve nereden kuruyorsun?
Burada bunu kurmak benim açımdan zor değil bence. Yedi buçuk aydır buradayım ve gözlemlediğim şey, burada orada olmak istediğin bir yer var. Türkiye’de hiç hissetmediğim bir şey bu. Gerçekten doğası, hayvanları, mimarisi, kültürü gurur duyulan bir şey olarak veriliyor. Tabii ki ben böyle hissetmiyorum; bu sadece bir gözlem. Ama bunu gerçekten büyük bir dikkatle izliyorum. Bu benimseme o yerin korunması için de bir neden sunuyor yaşayan insanlara. Bir su kenarının yanından geçiyorsun ve gerçekten enfes kokuyor. Bir insanın bu denli o bölgeyi temiz tutması, koruması için gerçekten sevmesi gerekiyor.
En başa hızlı bir dönüş yapıyorum şimdi. Türkiye’de yeniden seni görecek miyiz ve en önemlisi üretim sürecin nasıl olacak?
Elbette üretmeye devam edeceğim ama şu an açıkçası biraz hayat şartlarımı devam ettirme sürecinde olduğum için ilk sırada üretime dair öncelik yok. Benim bir çocuğum var ve onun da bu yeni hayata uyum sağlaması gerekiyor. Minik adımlarla üretmeye başladım ve devam ediyorum. Ama özel olarak Türkiye için bir seri yapayım gibi değil de gördüğüm şeyleri üretmek üzerine yol alıyorum. Söyleşide bahsettiğim taşınmak, karton kutular, köklenme, o kökleri özgür bırakamama duyguları üzerine yoğunlaşıyorum. Bir yandan Türkiye’deyken sırtımı yaslayıp, düşündüğüm şeyleri bir araya getireyim hissi hiç gelmezdi. Yani o aşamaya gelemezdim. Deprem korkusu, ekonomik belirsizlik gibi kaygılarım vardı hep. Hâlâ o kaygılar var. Göç benim ele aldığım konulardan biri değil. Çalışmalarımı geldiğim nokta itibariyle göç alanına doğru kaydırmayı düşünüyorum. Bunda etken sadece Türkiye’den gelmiş olmam değil. Şimdi yaşadığım yerin de garip durumları olduğunu bilmem. Onları fotoğraflamaya başladım bile.
Londra’dasın şu an ve bulunduğun kent bundan yirmi beş yıl önce de neredeyse aynıydı. Avrupa’nın kültürel dokusu bir anlamda sabitlenmiş gibidir. Pek çok şehirde şehrin dinamiğinde büyük değişimler olmaz. Ama Türkiye üzerine konuştuğumuz zaman durum bambaşka. Bugün üretilen bir yapı iki gün sonra anı değeri kazanan bir şeye dönüşebiliyor.
O sergide (Güzel Ankara) yapmak istediğimiz şey biraz buydu. Aslında ben bu sergiyi kurarken zaman çizelgesi üzerinde dün ve bugün arasında bir örüntü kurmak istedim. Ankara Saat Kulesi bu nedenle zaman çizelgesinin dışında kalıyor. Çünkü yapıların belirdiği aralık Cumhuriyet’in ilanı sonrasıyla başlıyor. Bir de Melih Gökçek’in sonrası diye bir aralık var. Benim çocukluğum ve şimdiki arasında bir dilim bu. 1928’de planlanan çizimler üzerinden şehir öngörülemeyen bir biçimde o kadar genişlemiş ki artık o planın bir hükmü yok.
Ankara’da şehir planlaması resimde çok güzel ama beşeri planlama asla yapılamadığı için mevcut şehir planları işlevini kaybediyor. Büyük şehirlere yoğun bir göç dalgası olması hâlinde bir B planı yok hiç olmamış.
Zaten tam olarak bu yaşanıyor. İşlerin durduğu yer olması istenenle olan şey arasındaki trajikomik hâl. Bağlılık asla kurmuyorum. Kendi nostaljimi uygulamaya başlıyorum. Çocukken Kolej - Güvenpark arası yürürdüm. Güvenpark’tan dolmuşa biner ve eve gelirdim. Gözümün önüne gelen şey bu sergide bu anılar. O anılarda yakaladığım şeyler. Şimdi o mekânları, çocuk benin içinden geçtiği hâlleriyle yan yana koyuyorum. Ama hiçbir şey aynı kalmıyor ve inanılmaz garip detaylar var şehirde. Garipliğin ve absürtlüğün sabit kaldığını görüyorsun. İlginç olan şey işte bu.