Abud Efendi Konağı bugünlerde Yaren Akbal’ın küratörlüğünü üstlendiği Uzak Hafıza sergisine ev sahipliği yapıyor. Beatriz Sarlo’nun Geçmiş Zaman kitabındaki: “Anlamak hatırlamaktan daha önemlidir, her ne kadar anlamak için mutlaka hatırlamak gerekse de” sözünden yola çıkan “Uzak Hafıza”, deneyimlenen ve gözlemlenen politik durumlara referans veren üretimlerle kolektif belleği canlı tutmayı amaçlıyor.
Yaren Akbal’ın lisans bitirme projesi olması “Uzak Hafıza”’ya ayrı bir boyut kazandırıyor, Akbal’ın sergiyle beraber bize söylemek istediği çok şey var. Kendisiyle bir araya gelip öğrenci kimliğiyle “Uzak Hafıza”yı nasıl var ettiğini, serginin teması ve sanatçıların bir araya getirilişini, süreç içinde karşılaştığı problemleri nasıl aştığını ve aldığı eğitimi konuştuk.
“Uzak Hafıza”nın var olma sürecinden bahseder misiniz? Her şey nasıl başladı?
Aslında, “Uzak Hafıza” lisans eğitimimden mezun olabilmem için hazırladığım bitirme projem. Sanat Yönetimi Bölümü öğrencileri her sene mezun olabilmek için kendi seçtiği bir sanat etkinliği düzenliyor. Tabii bunu yapmak istemeyenler tez de yazabiliyor. Genelde aldığımız eğitimden dolayı, bizim sanat ortamına dair bir şeyler yapmamızı istiyorlar. Güzel bir başlangıç bubizim için. Fakat doğurduğu sonuçlar, beni hem kaygılandırdı hem de sevindirdi. Bu iki zıt duyguyu besliyor olmak beni çok da mutlu etmiyor. Evrim Altuğ’un Gazete Duvar’da “Uzak Hafıza”ya dair kaleme aldığı yazısı bana tercüman olmuştu. Yazıda şunları söyledi: “Ücretsiz gezilebilen ‘Uzak Hafıza’ sergisi, çağdaş sanatta dayanışma ve ortak dünya görüşünün, kendine bağlı değişim ve paylaşımın, günümüz sanat eğitim sistemi ve piyasasında ‘eski köy’e yeni âdet getirmenin halen mümkün olabildiğini uman, insanî ve kolektif bir çaba. Evet, çünkü iş ne vahim ki, bu ‘barkoda’ ve CV mantığına dayandırılmış, sanatçılık artık uzun zamandır bir kariyerizm – kavga sahasına dönüştürülmüş vaziyette.Aslında tüm rahatsız olduğum şeyleri Evrim yazısında dile getirmişti. Nihayet ki.
Kimi öğrenci film festivali, kimisi seminer, panel, kimisi ise benim yaptığım gibi sergilerinin küratörlüğünü yapıyor. “Uzak Hafıza” böyle başladı benim için. Bir fikir ortaya koyabilmek ve onu var edebilmek için insanın bir “derdinin” olması gerektiğine inanıyorum. “Beni ne rahatsız ediyor?” gibi sorular varoluşu besliyor. Kendime ilk bu soruyu sormuştum. Yaşadığım coğrafyadaki politik sorunlara sürekli tanıklık ediyor olma hâli ve aynı zamanda bunların sonucunda oluşan olumsuz ruh halim de tetikliyordu. Aslında unutmaktı en büyük sorun. Ve hiç yaşanmamış gibi, hâlâ daha yaşanmıyor gibi hayatımıza devam ettiğimiz ve alıştığımız ölüm haberleriydi. Üniversite üçüncü sınıfta Beatriz Sarlo’nun Geçmiş Zaman isimli kitabını okumuştum. Sarlo toplumların siyasi yapılanmalarına örnek vererek kitabın bir yerinde şu sözü söylüyor: “Anlamak hatırlamaktan daha önemlidir, her ne kadar anlamak için mutlaka hatırlamak gerekse de.” Ben de bu sözü kendi coğrafyamda tanıklık ettiğim durumlar üzerine kurgulamak istedim. Sarlo’nun sözü tamamen bir referans oldu diyemem. Fakat bu söz, düşündüğüm ve sergi sürecimde bana eşlik eden bir yardımcıydı.
Hazırlık süreci nasıl geçti? Mekan seçimini neye göre yaptın?
Sergi on aylık bir süreçte hazırlandı ve mekân benim için önemliydi. Belleğin tarihsel süreçte politik sebeplerinden dolayı yaşadığı tanık olma haline uygun bir mekan bulmak istedim. Abud Efendi Konağı’nı da diğer açılan sergilerle tanıdım. Konağın tarihini öğrendikten sonra, kimliğini sergiyle bağlantılı bulmaya başladım. Mekânın politik bir yapısı da var kendi içinde, 1800’lü yılarda II. Abdülhamid döneminde inşa ediliyor oluşu ve 1925’te Genç Hristiyan Erkek Birliği’nin binası olarak faaliyete geçmesi, 1939’larda Amerikan Erkek Lisan ve Ticaret Dershanesi olarak kullanılması ilgimi çekmişti. Amerikalılardan konağa dair pek çok yenilenme var tabii. Spor salonu mesela. İstanbul’un ilk spor salonlarından biriymiş diye duymuştum. Konak 1969’da Yücel Kültür Vakfı’na geçmiş. Vakıf ile görüşmeye gittim ve projeme iki hafta boyunca sponsor oldular. Onlara çok teşekkür ederim. 2017 Haziran’dı. Ve ilk sponsorluğumu sağlamıştım.
Dediğim gibi konumla bütünleşen bir mekân olması benim için önemliydi. Ve tabii sanatçıların üretimleri… Üniversite dönemim boyunca takip ettiğim çokça sanatçı var ve bu proje esnasında tanıştığım kişiler de “Uzak Hafıza”da yer alıyor. İşleri genelinde bu sanatçıları sergide buluşturmuş oldum. Onlar da bu sergiye katılma teklifini kabul ettiler. Onlara teşekkür ederim. Bana güvendikleri için.
Sergide aşina olduğumuz pek çok sanatçı yer alıyor, sanatçılarla “Uzak Hafıza”nın buluşması nasıl oldu?
Bir önceki sorunun cevabından devam edecek olursam dediğim gibi üretimlerini takip ettiğim ve işlerinin konuya uygunluğu açısından sanatçıları bir araya getirmiş oldum.
Sergi doğrultusunda sanatçılar yeni bir üretim sürecinden geçtiler mi, yoksa “Uzak Hafıza” için gün sayan çalışmalardı diyebilir miyiz?
Genelde sanatçılara konuyla bütünleştirdiğim geçmiş işlerinin önerisiyle gittim. Yeni iş üretmek isteyenler de oldu, geçmiş işleriyle katılanlar da. Aslında her üretim bana göre, “Uzak Hafıza”ya gün sayıyormuş. Fakat yeni üretimlerden bahsedecek olursak: Çağrı Saray’ın Tanık, İhsan Oturmak’ın Son Akşam Yemeği, Duygu Nazlı Akova’nın Rorscach Testi, Didem Erbaş’ın Kabuk, Alpin Arda Bağcık’ın Loksapin ve Tayfun Gülnar’ın üç adet desen çalışması “Uzak Hafıza” üzerine üretilen yeni işler. Sanatçıların geçmiş pratiklerinde yapmış olduğu ve hiç sergilenmemiş çalışmaları da yer alıyor. Eda Aslan’ın Her gün ve Sevil Tunaboylu’nun Gelecekte Çakmaklar Hiç Bitmeyecek isimli çalışmaları bu sergide gösterilme fırsatı buldu. Ve yurt dışında sergilenmiş fakat Türkiye’de sergilenme fırsatı bulamamış diğer çalışma ise: Şener Özmen ve Cengiz Tekin’in üretimlerini birlikte gerçekleştirdikleri Saklı isimli video. Aynı zamanda performans sanatçısı Pınar Derin Gencer’in Hafızanın Katmanlarına Yürümek isimli performansı da bu sergi üzerine yeni bir üretim. Tabii, bu sergide bir daha gösterilme fırsatı bulan diğer işleri de söylemek adaletli olur: Cengiz Tekin’in Alçak Basınç, Erdal İnci’nin Taksim Spiral, Duygu Nazlı Akova Kovan, İhsan Oturmak Oynamak İstemiyorum, Metin Çelik Kaos-Kozmos, Pınar Öğrenci Üstümüzden Hafif Bir Rüzgar Esti ve Güneş Terkol’un Holografik Kayıt adlı çalışmaları.
Henüz öğrenciliğin devam ediyor, sergi kurulum sürecinde maddi problemleri nasıl aştın?
Bir sergi yapıyor olabilmek için ciddi bir sponsorluk desteğine ihtiyaç varmış. Normal şartlar altında bir kurumda çalışırken departmanlara ayrılıp çalışacağın birimler vardır. Küratörlüğe yardımcı olan birimler. Finans, sponsorluk, tasarım vb… Fakat bu sergide, bana destek olacak kişiler, kurumlar ve firmalar ile tek tek görüşen biri oldum. Mail attım, maili bekledim. Reddedenler oldu, kabul edenler oldu. Görüşmelere gittim. Bu süreç beni baya bir strese soktu. Örnek vermek gerekirse galeri gibi bir yer olmadığı için spotlar yok. Zaten başından beri galeri mekânında bir sergi açmak istemedim ve bu sergi galeriye sıkıştırılmamalıydı. Amacından şaşardı. Resim, fotoğraf ve heykel için ışık çok önemli. Çoğu iş de onlardan oluşuyor. Bu sebeple görüştüğüm zaman, Tepta Aydınlatma sergiye sponsor oldu. Sergi mekânım olan Abud Efendi Konağı’na da Yücel Kültür Vakfı sponsor oldu. Teknik ekip için ise diğer sanat kurumları destek oldu onların da ismini geçirmek isterim: Salt, Depo, Art On İstanbul, Pilot, Piyatro, x-ist, Kasa Galeri, Rem Art Space’e çok teşekkür ederim. Katalog sponsorum ise Corpus Yayınları’ydı. Serginin katalog ve afiş tasarımı için Ferhat Tunç’a teşekkür ederim. Ve tabii Ömer Özyürek’e de. En büyük destekçim annem ve babamı da anmak istiyorum. Bu saydığım isimler sanatçılar gibi bana güvendiler ve destek oldular. Zaten sergi kataloğumun arka sayfasında teşekkürlerde yer alıyorlar. Beni bir noktada rahatlatmış oldular.
Haziran ayında Sanat Yönetimi Bölümü’nden mezun olacaksın, bu doğrultuda aldığın eğitimi nasıl değerlendiriyorsun? Sergi öncesinde ve sürecinde sana artıları neler oldu?
Bu sergiyi 4 yıl boyunca aldığım eğitim doğrultusunda oluşturdum. Bu yüzden okulumdaki hocalarımı bu anlamda önemli buluyorum. Fakat okul bu süreçte hiçbir destekte bulunmadı.m. Bu durum beni strese soktu ve çok gerdi. Hocalarım sadece bir yere kadar bana yardımcı oldu aslında. O da bu projeyi oluştururken izlediğim yol ile ilgiliydi. Deneyimsizliğime göre büyük bir iş üstlendiğimi düşünüyorum, yapabildim veya yapamadım bilmiyorum, fakat bir şeyleri daha iyi yapabilmek için çaba sarf ettim.
Peki, ilk deneyiminde 15 ayrı sanatçı ile çalışmanın avantaj ve dezavantajları var mı? Söyleyebilir misin?
Böyle çalışmayı ben istedim. İlk deneyimim ve zorlanacağımı da biliyordum. Ancak ilk adımı atınca devamı geldi. Adım atınca derken aslında çok samimiyetsiz bir stratejiden bahsediyorum. Hani yukarıda bir soruda “aşina olduğumuz sanatçılar yer alıyor” dedin ya, evet ilk aşina olduğumuz sanatçılara gittim. Bu çok saçma bir yöntemmiş. Bu yüzden öz eleştiri bile yaptım. Sanat sektöründe hep ahbap- çavuşa dayalı ilişkilerin olduğunu ve buna dayalı sergilerin yapıldığınıduyuyordum. Bu da kendime yaptığım ikinci bir öz eleştiri. Bu sergide birbirini tanıyan veya arkadaş olan sanatçılar var. Belki ben de ilk sergimde bu stratejiyi uyguladım fakat bir dahaki projelerimde bunu yapmamaya özen göstereceğim. Bunu yapmasaydım acaba bu sanatçılar bu projeyi kabul edecekler miydi? Bilemiyorum.Aslında bu sanatçı kadrosu da başlarda değişime uğradı. Düşündüğüm kişiler oldu ama işleri konu bütünlüğünde birleştiremedim. Belki de işlerin bütünlüğü sağlanmıyordu. Bilemiyorum ama bu 15 sanatçının işlerini de bir araya getirmekte çok zorlandım. Ta ki bu kadroyu benimseyene kadar. Bu da sanırım deneyimsizliğimden dolayı. Hepsi ile görüşme sağlamaya çalıştım. Sağ olsunlar dediğim gibi bana güvendiler. Bu ekip daha önce bir araya gelmemiş bir ekip. Bu benim için önemli oldu. “Sanatçıyı mutlu etmek” kelimesi dolanıyor hep ve çok popüler bir cümle, ben o cümleye uymak istemedim. Bu sergi sürecimden hep bir şeyleri sıfırdan var ettim. Bana göre mutlu olması gereken işti. İş nasıl temiz gözükebilir? Sanırım öğrenci olmam ve böyle büyük bir iş altına girmem sanatçıları şaşırttı ve en büyük avantajım da buydu sanırım. Bunu söylerken de içimden gülümsedim.
Son olarak mekâna değinecek olursak sergi,Tarihi Yarımada’da 19.yy’a ait Abud Efendi Konağı’nda yer alıyor, eserlerin ruhu ile mekânın tarihselliğini nasıl ilişkilendirebiliriz?
Sergiden işleri anlatarak bunu açıklayabilirim. Hepsi geçmişle doğrudan ilişkili fakat bütün olarak konağın ruhuna hitap etmiyorlar. Sergi metnimde konak içinde yaşayan bir organizmadan bahsediyorum. Abud Efendi Konağı’nda da bu eserleri izleyiciye sunmak aslında mekânın hafızasını da tekrar canlanmasına yarıyor. Mekân insan zihni gibi. Yaşayabilen canlı ve hafızasını koruyabilmiş bir yapı gibi. Bu bağlamda Çağrı Saray’ın Tanık isimli çalışması mekâna uyum sağlıyor. Konağın çevresinde yer alan atlı meydanda gerçekleşen kanlı bir olaya referans veriyor. Vaka-i Vakvakiye olayı olarak adlandırılan, Osmanlı’da 17. yüzyılda gerçekleşmiş bir döneme tanıklık eden ve kentin bir parçası hâline gelen anonim bir çınar çizimi. Aynı Abud Efendi Konağı gibi tanıklık etme hâlini taşıyor. Konağın geçmişi ile uyum sağlayan diğer bir çalışma ise İhsan Oturmak’ın Aşiret Mektepleri üzerine üretimleri. Aşiret Mektepleri’nin kurulduğu dönem konağın inşa edildiği dönemle aynı tarih. 1800‘lerin sonu. Konağın geçmiş tarihi üzerinden bu iş birlikteliği sağlandı aslında. Aynı zamanda 1939‘da Amerikalı misyonerlerin burada eğitim görmesi ve “Uzak Hafıza” sergisinde azınlıkları konu alan bir işin ayrıca yer alıyor olması da bir bütünlük oluşturdu. Konağı gezenler var ise odaların kapılarındaki sınıf harflerine rastlamışlardır. “Amerikalı misyonerler ve aşiret mektepleri çocuklarına zamanında ne oldu?”, “Ne oldu, nereye gittiler sorusu?” canlandı hep bende.
Pınar Derin Gencer’in bu sergi üzerine kurguladığı ve 1939’larda Amerikalıların yaptırdığı konağın zemin katında yer alan spor salonunda gerçekleştirdiği Hafızanın Katmanlarına Yürümek isimli performansı da konağın ruhu ile bütünleşen üretimlerden biri. Aslında hatırlamak ve anlamak kavramları üzerine işlenen performans, hem konağın geçmiş tarihi üzerinden hem de kendi toplumsal belleğimizde yaşadığımız politik süreçlerin sonunda, hafızamızda yer eden belki de unuttuğumuz veya unutturulmaya çalışılan ölümleri tekrardan hatırlatmayı sağlıyor. Pınar, performansında da un üzerine basıp çıkan ayak izlerini tek tek üfledi yani kaydettiğimiz tüm bu anları yok ederek, aslında toplum olarak hep yaptığımız şeyi yaptı: Unuturdu. Ve yaptığımız bu ayıbı bize hatırlatarak, unutmamayı ve direnmeyi vurguladı. Aslında bu üç sanatçının üretimleri, konağın bilinmez tarihi ve çevresinde yaşanan olaylarla ele alınabilir. Örnek verdiğim bu üç üretim ve sergide yer alan diğer üretimler de kendi coğrafyamızda yaşadığımız, tanık olduğumuz, gözlemlediğimiz, deneyimlediğimiz tüm süreci ele alarak “Uzak Hafıza”ya eşlik ediyorlar.
Abud Efendi Konağı, 3-19 Nisan tarihleri arasında, Yaren Akbal küratörlüğündeki “Uzak Hafıza” adlı karma sergiye ev sahipliği yapıyor.