Geçtiğimiz Ekim ayında BAUART’ta hazırladığın “Backstage” başlıklı sergi senin için nasıl bir tecrübe oldu?
İstanbul Berlin Sanat Köprüsü direktörü ve aynı zamanda BAUART’ın küratörü olan Jochen Proehl bir sergi yapmayı isteyip istemediğimi sordu. O zamanlar üzerinde çalıştığım birkaç proje daha vardı ve Jochen seçimini çizimlerden yana kullandı. Akademi’de heykel bölümünde eğitim görmüş olsam da her zaman çiziyor ve resim yapıyordum. Ama kendimi bir ressam olarak tanıtmaktan kaçınıyorum. Çünkü yaptıklarım bana daha çok taslak çizimler (sketch) olarak görünüyor. Gerçi babam beni “resim yapıyorsun, o zaman ressamsın” diyerek ikna etmeye çalışıyor (gülüyor). Sergiyi neredeyse dokuz ayda hazırladım ve bütün pratiklerimi birleştirmeyi başardığım ilk sergim oldu. İşleri sergi mekânıyla bütünleştirebilmek beni çok mutlu etti. Çünkü işlerin yerleşimi ve sergileme şekli üzerinde de uzunca bir süredir çalışıyorum.
Evet, gerçekten etkileyici görünüyorlardı. Mekândaki yerleştirmede resimlere boş çerçeveler de eşlik ediyordu. Peki bunu hangi amaçla kurguladın?
Yaptığım çizimler ve yerleştirme şeklim bir tiyatronun sahne dekorlarını ve sahne arkasını andırıyor. Sergiyi hazırlarken bunu hep aklımda tuttum. Aslında resimleri yapmaya başlarken bile bu şekilde sergilemeyi düşünüyordum. Ayrıca boş çerçeveler çizdiğim kalabalık sahneler için birer rahatlama alanı oluşturuyor.
Peki bu sahneler bütününün seyirci için bir öyküye dönüşmesini istedin mi?
Resimleri yaparken genellikle benim aklımda öyküleri oluyor. Fakat bunu insanlarla paylaşmayı tercih etmiyorum. Çünkü her ne kadar verdiğim isimler bir sıralamayı çağrıştırsa da, izleyicilerin kurgulayacağı sonsuz olasılıkların önünü kapatmak istemiyorum. Kimileri çizimlerdeki mekânları –tahminler hep yanlış çıksa da- bir yerlerden hatırladıklarını söylüyor. Bunun genel bir his olması hoşuma gidiyor.
BAUART’ta sergilediğin işlerden bazıları şimdi Manzara Gallery Lounge’daki serginde yer alıyor. Bu farklı sergileme şeklinin işlerinin üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsun?
İşlerim Manzara Gallery Lounge’da tuval üzerine yapılmış resimler gibi duruyorlar. Konsept dışı görünmelerine sebep olsa da bence bu, bütün resimlerin genel problemi. Resimlerin sergilendikleri yere göre kendi konseptlerini oluşturmaları gerektiğini düşünüyorum. Manzara Gallery Lounge’da daha önceden birçok sergi hazırladığım için mekânın kullanımı hakkında tecrübeliydim. Ayrıca çizimlerimin mekânın sade ve hazır mimarisi ile uyumlu olduğunu düşünüyorum, özellikle de kalın çerçeveli olmaları mimariyle bütünleşmelerini sağlıyor.
Aynı zamanda hem renkleri hem de boyutuyla çizimlerin galeri ziyaretçileri için sanki birer arka plan oluşturuyor, onları içine dahil ediyor.
Evet, aslında doğru uzaklıkta durunca izleyici dışarıdan resmin bir parçası olarak gözüküyor. Kullandığım renkler de bunu destekler nitelikte. Sadece mimariyi değil, bir durumu, o sahnedeki bütün parçaları, hepsine aynı önemi vererek göstermek istiyorum. Çizimlerimden birini yolda yürürken gördüğüm bir protesto sahnesinden ilham alarak yaptım ve doğal olarak insanlar da oradaydı. Neredeyse çizdiğim her sahnede insanlar da var. İstanbul’da yaşayınca insanların her yerde olduğunu fark ediyorsunuz, boş yer bulmak adeta imkansız.
Ne zamandır İstanbul’da yaşayıp çalışıyorsun?
2007 yılında Düsseldorf Sanat Akademisi’nden mezun olduktan sonra İstanbul’a geldim. Bir yandan sanatsal çalışmalarımı sürdürürken diğer yandan Christina Kramer’la beraber birçok sergi hazırladım. Daha sonra Manzara Perspectives’le tanıştık ve orada da pek çok serginin hazırlığında yer aldım. Ayrıca okuldan mezun olduğumdan beri Nüans adında bir sanatçı inisiyatifinin üç üyesinden biriyim. Hepimiz Düsseldorf Sanat Akademisi’nden mezunuz. 2007’den beri hem Almanya’da hem de burada Nüans ve diğer sanatçılarla beraber grup sergilerine katılıyorum.
Peki İstanbul senin sanata bakış açını ve pratiğini nasıl etkiledi?
Düsseldorf’ta yaşarken Türkiye’deki sanat ortamını ve sanatçıları çok merak ediyordum. Buradaki sanatın daha anlatımsal (narrative) ve politik olmasını seviyorum. Daha cesur ve hayata yakın duran bir dil olduğunu düşünüyorum. Çağdaş sanatta hayatın ve sanatın birlikte olması gerektiğini fikrindeyim.
Manzara Gallery Lounge’daki sergi 5 Ocak’ta bitiyor. Peki sonraki planların neler?
Ocak ayında sergi bittikten sonra Berlin’de, Nüans’la yaptığımız ortak filmi göstereceğiz. Filme eşlik eden kitabı Revolver yayınladı ve onların showroom’unda gösterilecek. Belki de kitaba, filmin çekiminden sahne arkası çizimleri de eşlik eder. Aynı zamanda Veronika Helvacıoğlu’yla beraber bir proje üzerinde çalışıyoruz. Güvenlik kemerlerinden ördüğümüz halıları önümüzdeki aylarda sergileme planımız var.