Antik Aztek ve Maya kültürünü çağdaş sanat formlarıyla birleştiren Marion Verboom ve Eva Nielsen, “Cosmovisions” isimli ortak bir sergiyle The Pill’de sanatseverlerle buluşacaklar. 14 Eylül’de açılacak olan sergi, Verbon ile Nielsen’ın Meksika yolculuğundan izler taşıyacak. Resim ve heykel formlarından oluşan sergi, 11 Kasım’a kadar ziyaret edilebilecek.
Sanatçı Marion Verboom ile Eva Nielsen, antik sanat ve antropolojik ögeleri çağdaş sanat içinde ele alıyor. Çağdaş sanatı Meksika kültürüyle birleştiren Luis Barragán’ın mimari anlayışı, Nielsen ve Verboom’u çıktıkları Meksika yolculuğunda büyülüyor. Barragán’ın stilini çalışma pratiklerine uygulayan Nielsen ve Verboom’un eserleri, 14 Eylül’de sergilenecek. Ev sahipliğini The Pill’in yapacağı “Cosmovisions” başlıklı sergi hakkında Eva Nielsen ve Marion Verboom ile konuştuk. Sanatçıların antik kültür ve çağdaş sanata olan ilgilerini, ele aldıkları konu ve formlar üzerinden dinledik.
Marion Verboom
Sanatçı kimliğiniz ve sanat disiplininizden bahseder misiniz?
Zaman ve mekânı sorgulamaya iten heykellerle ilgileniyorum. Stüdyomda, daimî olarak malzemelerle oynuyor, onları inşa etme ve bir araya getirmenin yollarını arıyorum. Müze ve kütüphanelerde devamlı olarak arkeoloji ve antropoloji konuları üzerine araştırma yapıyorum, fırsat bulursam da farklı araziler ve el yapımı malzemeleri inceliyorum. Amacım, zaman ve coğrafya üzerinden malzeme, form gibi yapıların nasıl değiştiğini anlamak. Bu benim atölye çalışmalarımı besleyen, yaratıcılığımı ateşleyen bir şey. Bu anlamda yaptığım her şey birbiriyle bağlantılı diyebilirim.
Antropomorfik, fosiller ve maskelerle iç içe geçen yapılar oluşturduğunuz görülüyor. Kullandığınız formlar, ele aldığınız konuya nasıl bir yaklaşım getiriyor?
Kullandığım materyallerin nereden geldiğini, neyden yapıldığını hatta bu hâle gelmeden önce nasıl olduğunu merak ediyorum. Şekilleri için de geçerli bu, politik bir amaçla kullanılıp kullanılmadığını sorguluyorum. Maskeler kesinlikle politik bir amaç taşıyor mesela, madenler ise çeşitli materyallerin bir araya geldiği heykeller gibi.
İhtiyaç duyduğum bilgileri edindiğimde ve belirli bir form ya da materyalle ilişkilendirdiğimde, onları nasıl şekillendireceğim üzerine düşünmeye başlarım. Malzemeleri, alışılmış kalıpların dışına çıkarır ya da bana yeni bir şey öğretebileceğini düşündüğüm bir yöntemle sergilerim. Örneğin; Achronies isimli serimde bedenin sonsuzluğu üzerine çalışıyorum. İlk olarak önceden hayran kaldığım, âşık olduğum objelerin birçoğundan ilham alarak modellediğim şekilleri bir araya getiririm. Yarattığım kurgu, sonrasında farklı renk ve şekillere dönüşmek için beni takip eder. Kurgulama ve yaratım sürecinin ardından bir materyalin şekli ya da yapısındaki değişimi gözlemlemek beni hayrete düşürür ve adeta büyüler. Sonrasında ortaya çıkan şekiller topluluğunu bir araya getirerek yeni bir yapı inşa ederim. Eserlerim, alfabe kullanmadan yarattığım cümleler gibi, yazılmaya devam eden bir kitaba kendi yarattığım cümleleri ekleyerek devam ederim.
Çalışmalarınızda modern ve antik sanat arasındaki ilişkiyi nasıl yansıtıyorsunuz?
İncelediğim antik sanat eserlerinin fonksiyonel, politik, dekoratif ve dinsel yönleriyle ilgileniyorum. Çağdaş bir sanatçı olarak yaptığım şey ise bir oyunda kartların yerini değiştirmek. Eselerim beşikteki bir bebek gibi. Bu bebeği farklı dillerle ilişki kurabilmesi ve onlarla oynayabilmesi için beşiğinden çekip çıkarıyorum. Eserlerimin mutasyon, permütasyon ve melezleşme süreçlerini sergileme ihtiyacı hissediyorum. Bu süreçlerden ilham alıyorum ancak önemli bir nokta bulunuyor. Sergilediğim süreç, eserlerimde ilham aldığım ögeler ile ona eklediklerimin karışımından oluşuyor. Örneğin, Henri Laurens’in heykelinden ilham aldığım bir bakirenin temsiliyle bir Amazon’un dişlerinden yapılan gelin bileziğinin bir araya gelmesinden oluşan bir işim var. Bir araya gelen ve bir sütunu dolduran iki materyal, bir hikâyenin kapılarını aralarken yoruma açık bir söylem de içeriyor.
Geçici – anıtsal, melez – mutasyon gibi zıt kavramlara yöneldiğinizi görüyorum. Bu kavramlar ele aldığınız konuya nasıl bir yaklaşım getiriyor?
Mutasyon, permütasyon ve melezleşmeden ilham alıyorum ancak önemli bir nokta bulunuyor. Bu birleşim hepsinin karışımıyla şekillenirken, eklediğim ögeler sahip olduğu fonksiyonlarından kurtuluyor. Bu da plastik bir zemin üzerinde onlarla oynayabilmemi sağlıyor. Bu, bende mükemmel bir duygu uyandırıyor.
Eva Nielsen ile yaptığınız Meksika yolculuğundan bahsedelim. Antik Aztek, Maya ve Meksika mimarisini, çağdaş mimari ile birleştirme süreci nasıl oluştu?
Kolomb öncesi sanat beni her zaman büyüler çünkü modern ve postmodern sanatın temel taşı olduğunu düşünürüm. Bu dönemin sanatçıları kullandıkları malzemelerle, mistik duygulara uzanan saf eserler yaratmak için çok çeşitli düzenlemeler denemişlerdir. Eva ve ben, Luis Barragán’ın evinde gördüklerimizden çok etkilendik. Barragán, bizim de ilgilendiğimiz Xochicalco gibi Aztek ve Theotihuacan bölgelerinin mimarisiyle modern mimariyi birleştiren sembol bir isim. Onun çalışmaları ikimizde de bir kıvılcım yarattı.
The Pill’de gerçekleşecek “Cosmovisions” serginizde nelerle karşılaşacağız?
Suela Cennet, galeri içinde özel bir fresk bölümü yaratma fikriyle Marianne Derrien ile beni davet etti. O dönem galerideki diğer resim ve heykellerim sergilenmiyordu. İşin aslı, bu tarz teklifler geldiği zaman kendimi çok şanslı hissediyorum çünkü çalışma pratiğimi belirli alanlarda düşünmeyi eğlenceli buluyorum. Şu anda bu alanda çalışmaya devam ediyorum ancak Eva ile Luis Barragán’dan etkilendikten sonra odaklandığım şey, küratörlüğünü Marrianne Derrien’in üstlendiği ve Nicolas Guenieau ile tasarladığı yeni alanı şekillendirebilmek, farklı renk ve katmanlardan bir duvar örmek. Tüm seri, Eva ile yaşadığımız coğrafyada yer alan mekân ve heykelleri nasıl algıladığımızı anlatan bir ping- pong maçı gibi olacak. Sergide, ek olarak seramikten oluşan üç yeni heykel de sergileyeceğim. İçlerinde Achronies’ler ile sanatsal araştırmalarımın temelini oluşturan ve Rennes Bienali’nde gösterilen daha eski bir çalışmam da yer alacak.
Geçmiş, gelecek, natüralizm, üsluplaştırma ve benzeri kavramlarla kurduğunuz ilişkiyi eserlerinize nasıl aktarıyorsunuz?
Özellikle seramik fırın aldığımdan beri, stüdyomu ısıtan ateş geniş ufuklara uzanan merakımı körüklüyor. Ancak çalışma pratiğimi tüm teknik ve materyal çeşitleriyle devam ettirmek istiyorum. Son olarak, Chloe’nin sanat yönetmeni Natasha Ramsey Levi’nin yönettiği özel bir komisyon kapsamında Louis Vuitton ve Corian’ın bir araya geldiği son işimde, ascetate gibi yeni materyaller keşfettim. Araştırmalarıma devam etmek ve yeni keşifler yapmak için sabırsızlanıyorum.
Bu aralar üzerinde çalıştığınız, geleceğe yönelik projeleriniz neler?
The Pill’deki sergimin ardından Paris ve Lizbon’daki sergim için bazı araştırmalar yapmak üzere Yunanistan’a gideceğim. Lectio difficile potior adını verdiğim figüratif çalışmalarıma devam edeceğim. Lectio difficile potior’u basit olarak tanımlarsak: “En kısa yol en etkili olan değildir” anlamına geliyor. İçgüdüsel olarak izinden gittiğim bir tür felsefe diyebilirim.
Eva Nielsen
Sanatçı kimliğiniz ve sanat disiplininizden bahseder misiniz?
Ressam ve fotoğrafçı kimliğini bir arada taşıyorum. Çalışma pratiğim de her ikisinin karışımı. Fotoğraflardaki çalışma pratiğimin, bir anlamda gezinmek ve seçim yapmakla ilintili olduğunu fark ettim. Çekimlerim, karar verme ve harekete geçmenin birleşimi diyebilirim. Medyanın limitlerini göz önünde bulundurarak birbirlerinin içinde nasıl eridiklerini ya da birbirlerini nasıl ittiklerini test etmeyi seviyorum. Bir yağlı boyanın iki saniyede bir frame’e nasıl dönüştüğünü, yapısının nasıl değiştiği sorusu beni büyüleyen bir şey. Yağlıboya, ipek baskının limitlerini belirliyor ve oluşan gerilim en az maddesel olduğu kadar görsel olarak da cezbedici bir hâl alıyor. Heyecan verici bulduğum şey malzemeler arasındaki gerilim. Etrafımızdaki her şey bu şekilde ilerliyor. Çalışmalarım ton, şekil ve konunun açığa çıkmasına olanak sağlayan her bir ögeyi birbiriyle kıyaslamak gibi.
Alternatif coğrafyalar-suni mekânlar, yeni inşa edilen yerlerle serigrafi arasında kurduğunuz ilişkiden bahseder misiniz?
“Dönüştürülmüş mekânlar” üzerinden ele aldığım başlıkta anlık bir kesit, geçmişin devamı ve olası bir gelecek arasında geçiş yapabileceğimiz sınırlarla ilgileniyorum. Bu sınırda her şey mümkün ve bir döngünün içinde birbiriyle bağlantılı. Resimlerimi şu anı düzenleyen bir döngü, özel bir zamana odaklanma olarak değerlendiriyorum. Kurduğum ilişkide hissettiğim şeyler var ancak bugün bile tam olarak anlamlandıramıyorum. Bende yarattığı güç ve canlılık gerçekten ilham verici.
Cennet – dünya, resim – imaj, deneyim – yeniden yaşam gibi zıtlıklar ele aldığınız konuya nasıl bi yaklaşım getiriyor?
Temsil sorunu ve soyutlama, resim ve görsel arasındaki gerilim çalışmalarımda ele aldığım konular. Araştırmamın yapı taşlarını ise ufkumu şekillendiren düşünceler, yeniden tanımladığım alanlar ve kompozisyonlarım oluşturuyor. Son yıllarda, işlerimde açığa çıkan konu başlıklarını geliştirdim. İşlerim, insanoğlunun yaptıklarından etkilenen doğa ve insanların icat ettiği şehir hayatı üzerine çalışmaya benziyor. Çalışmalarımı oluştururken ilgimi çeken şey, eserlerdeki baskı iziyle aynı eserde yer alan görsellerin yansıttığı jestler arasındaki çelişki.
Eserlerinizdeki zaman belirsizliği ele aldığınız konuya nasıl bir yaklaşım getiriyor?
Zaman ve ses kavramlarını sorgulamak işimde önemli bir öge. Zurbaran’ın, Fra Filippo Lippi’nin ya da Hollandalı usta ressamların eserlerini izlediğimde, resimlerinde yarattıkları o hava beni her zaman büyüler. Bununla beraber izleyiciler o eserleri gördüğü an zaman kavramının içinde tamamen kaybolur. Nerede ya da hangi zamanda olduğunu kestiremez. Resmin kendi kurallarını yaratma gücüne sahip olduğunu düşünüyorum. Bu durum asla sona ermeyecek.
Marion Verboom ile yaptığınız Meksika yolculuğundan bahsedelim. Antik Aztek, Maya ve Meksika mimarisini çağdaş mimari ile birleştirme süreci nasıl oluştu?
Marion ile Luis Barragán’ın evini ziyaret etme şansı elde ettiğimizde, işleri karşısında büyülendik. Oldukça ilham verici bir yerdi. O an, Aztek ve Maya kültüründeki yaklaşımı sanatçının kendi gerçekliğiyle kombinlemesinin ne kadar önemli olduğunu anladık. Agustin Hernandez’in çalışmalarıyla da yakından ilgileniyorum, kendisi modernizm ve sürrealizmin bir araya geldiği muhteşem binalar tasarlamıştır.
Bu aralar üzerinde çalıştığınız, geleceğe yönelik projeleriniz neler?
Marion Verboom ile oluşturduğumuz sergi için yaptığım son araştırmalar beni Archiheadrchihead isimli yeni bir seri yaratmaya yöneltti. Bu seri mimari yapılar, mekânlar ve psikolojik bir öge olan pareidolia ile ilgili. Evlerde ve kayalardaki antropomorfik yaklaşımları görmek her zaman ilgimi çekmiştir. Büyüleyici bir yer olan Meksika ise bu duygularımı tetikledi diyebilirim.