İki dünya düşünün, biri çok içimizde biriyse dışımızda. Ayşe Gül Süter Pg Art Gallery’de açılan “Difüzyon” adlı sergisinde bu iki dünyayı mercek altına alıyor. Salt çıplak gözle göremediğimiz bir dünyanın arka bahçesini bizlere sunan Süter, ışığın büyüleyiciliğini ise kullanmaktan geri kalmıyor.
Mikro ve makro düzeydeki görüntülerin bütünleşip tek bir dünya oluşturmasının hikâyesini dinlediğimiz “Difüzyon” sergisi vesilesiyle Ayşe Gül Süter ile buluştuk ve sergi üzerine konuştuk. Pg Art Gallery’de sergilenen “Difüzyon” sergisi dünyaya farklı bir gözle bakmanızı sağlayacak dersek, haksız sayılmayız. Sergi 19 Ocak tarihine kadar görülebilecek.
Öncelikle şunu sormak istiyorum, bir şeylere daha yakından bakma merağınız nasıl doğdu? Daha doğrusu mikro dünya ile nasıl tanıştınız?
Hayatımda ilk defa bir deniz kestanesini mikroskobun altında görünce çok şaşırmış, bakakalmıştım. Renklerin ve dokuların zenginliği, formların senkronize hareketi beni büyülemişti. Animasyon eğitimi almama rağmen farkettim ki en iyi animasyon setleri bile bu kadar hipnotik olamazdı. Hayatımda gördüğüm en sürreal ama belki de en gerçek anlardan bir tanesiydi.
Mikro dünyada tanık olduğunuz gerçekliği makro dünyanın gerçekliğiyle nasıl örtüştürüyorsunuz? İki ayrı dünyanın tek gerçeği mi var sizce?
İki dünyaya da vücudumuzun uzantıları haline gelmiş teknolojik aletlerle bakıyoruz. En temelinde lens ve ışık sayesinde bu dünyalara şahit olabiliyoruz veya olmaya çalışıyoruz diyelim. Erişebildiğimiz mikro ve erişmeye çalıştığımız makro görüşler var.
Peki ışık bu iki dünyanın tam olarak neresinde konumlanıyor?
Çok büyük farklılıklar olmasına rağmen ikisinde de ışık ve yansıma ortak nokta. Enerji kaynağı olmadan, güneş ve ışık olmadan demek istiyorum, bunlara şahit olmamız mümkün değil. Yani olmazsa olmaz denilebilir.
Çalışmalarınız aslında geniş bir yelpazeye yayılıyor. Sadece plastik sanatlar değil; fizik, biyoloji, botonik gibi pek çok alanın dahil olduğu çalışmalarınız var. Bu çalışmalarınız sanatçı kimliğinizin oluşumunda ve üretim sürecinde size neler katıyor?
Laboratuvar ortamlarındaki teknik ekipman ve deneyler beni heyecanlandırıyor. Doğanın kendi üretim sürecine şahit olabiliyoruz. Bu eşsiz bir deneyim. Deneyler sonucu oluşan tesadüfler, her üretimin birbirinden farklı olması ve bilimin sadece kanıtlanabilecek doğruları araştırması sanat ve bilimin hem kesiştiği hem de ayrıştığı noktalar.
Pg Art Gallery’de açılan “Difüzyon” adlı son serginizdeki çalışmalarınızdan bahsedecek olursak, pek çoğunun mikroskop görüntüsünden yola çıktığını söylemek gerekiyor. Böyle bir görüntüyü tekniksel olarak nasıl betimlemeyi tercih ediyorsunuz?
Farklı ölçeklerde büyütülmüş kuş tüyünün mikroskop görüntülerinden başlıyorum. Daha sonra bunları klonlayarak ve kendi ortamından ayırarak başka medyumlara transfer ediyorum. Alandaki ışıkla etkileşime giren kolajlar, ışık sayesinde başka bir medyumda yaşam bulup alanda izleyicinin konumuna göre etkileşime giriyor.
Sergi adını nereden alıyor?
Difüzyon; kimyada maddelerin, göreceli olarak yoğun ortamdan daha az yoğun ortama doğru geçişleri ve burada rastgele yayılmalarıdır. Difüzyon sayesinde daha az yoğun ortam, yoğun ortamdan gelen moleküller tarafından istila edilir ve ele geçirilir.
Ancak sonrasında iki ortam birbirlerini sonsuza kadar değiştirerek adeta bir olurlar. Suyla karıştırılan mürekkep ya da odaya giren, yayılan ve dağılan bir parfüm kokusu gibi. Sergide duyamadığımız hatta hissedemediğimiz mikro düzeyden, makro düzeye doğru gerçekleşen yayılım ışık sayesinde gerçekleşiyor. Bu yüzden, dağılma, yayılma, anlamına gelen “Difüzyon” adını tercih ettim.
Eserlerinizi üretirken ve kurgularken mekân sizin için önemli bir faktör oluyor diyebiliriz o zaman. Son serginizde mekân üretim ve kurgu sürecinizi nasıl etkiledi?
İşleri mekâna yerleştirirken mekâna minimum müdahale etmeyi seviyorum. Dışarıdan günün belirli saatlerinde gelen dikey güneş ışığı veya bulutlu günlerde difüzyona uğramış güneş ışığı mekânla iletişime geçiyor. Böylece rastlantısallıklardan oluşan doğal ve süprizli bir sürece giriyor. Bu yüzden dışarıdan gelen ışıkla en fazla etkileşime girecek Mikroküreler işlerini alanın girişine yerleştirdim. Kontrollü galeri ışıklarımız ve raslantısal dışardan gelen doğal ışık sayesinde etkileşime giren Mikroküreler, günün her saatinde farklı ışık kırılmaları yaratıyor.
Işığın kırılmaları da sergi içerisinde sık sık rastladığımız bir detay. Bunu hem hesaplamak hem de sanatsal yorum katmak zor bir denge mi?
Aslında bence sanatsal her üretimde deneme, yanılma, düzeltme, daha iyisine ulaşma yolculuğu var bu yüzden medyum farklı gibi gözükse de üretim süreci birbirinden farksız.
Özellikle çok etkilendiğim bir çalışmanızdan bahsetmek istiyorum… Dişi ve erkek kozalakların mikro görüntüleri. Bu çalışmanızdan bahseder misin biraz? Nasıl ortaya çıktı, nasıl bir üretim süreciniz oldu?
Deneyler yapabildiğim çeşitli laboratuvarlar var, buradaki olanakları ve önceden başka araştırmalar için hazırlanmış örnekleri veya hali hazırda devam eden araştırmaları incelemek, yaşamla ilgili noktalarda çok ufkumu açıyor. Botanik araştırmaların devam ettiği bir ortamda, çeşitli botanik hücrelere erişme şansım oldu. Değişik ölçeklerde ve mikroskoplarla bunları inceleme fırsatım oldu. Daha sonra bazılarını kendi atölyeme taşıyabildim. Elimde botanik hücrelerden ortaya çıkmış pek çok üretim var. Ama ben “Difüzyon” sergim için sadece dişi ve erkek kozalak hücrelerini koymayı tercih ettim. İnce uzun yerleştirerek, mikroskop slaytlarına gönderme yapıyorum.
Çalışmalarınızda adeta bilim ve sanat ortak bir paydada buluşuyor. Bir laboratuvarda çalışırcasına sanatsal üretimler gerçekleştiriyorsunuz. Bu iki farklı alan sizin iç dünyanızda nasıl kesişiyor?
Sanat atölyelerinde de labarotuvarlarda da çok benzer durumlar var. İkisi de deneysel süreçlerden geçiyor, yanılma, başarısız olma ihtimali yüksek ve iki disiplin de daima bir tutkuyla devam ettiriyor üretimlerini. Her zaman daha iyisini veya gerçeği bulma arzusuyla…
Yakın zamanda başka bir sergi planınız var mı, gelecek projeleriniz arasında neler yer alıyor?
Avrupa’da bir biyomedikal labarotuvarda devam eden proje ve araştırmalara konuk sanatçı olarak katılmak için başvurdum. Umarım bürokratik süreçlerden geçer ve kabul olur, şu aralar beni en heyacanladıran proje bu. Tabii bir yandan grup sergileri ve sanat fuarları devam ediyor.