2014 yılından beri Hane serisine odaklanan heykel sanatçısı Pınar Yılmaz, hane içerisinde bizi rahatsız eden şeylerin ifade edilememesini anlatmaya çalışıyor ve bu his üzerine yoğunlaşıyor. Sanatçıyı yine aynı seriden bir başka eser ile Elgiz Müzesi’nde, “Başka Bir Tepeden” konulu Teras Sergisi’nde izleme fırsatı buluyoruz.
Son yıllardaki çalışmalarında evdeki kayıp olgusu üzerinde duran ve bunu bir seri olarak devam ettiren Pınar Yılmaz ile güzel sanatlar yolculuğundan başlayarak çalışmalarını ve bugünlerde Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’nde seyirciyle buluşan hanenin zemini ile oynayarak içeride duyduğu huzursuzluğu gözler önüne seren eserini konuştuk.
Güzel sanatlar yolculuğun ve sonrasında gelen heykel tutkun nasıl başladı?
Çocukluğumdan beri resimle iç içeyim. İlk resim dersime beş yaşındayken başladım. Aslında annem ilgimi fark etti. Evde devamlı resim çizen bir çocuktum. Çocukluğumdan hatırladığım vapura binip annemin beni resim dersine götürdüğü.
Esasen heykele olan ilgimin başlamasını büyüdüğüm mahalle ile de ilişkilendiriyorum. Çünkü sokaklarımızın her birinde bir ustanın atölyesi mevcuttu. Ahşap ve metal ustalarının atölyeleri benim oyun alanımdı. İçten içe farkında olmadan beslendim bu atölyelerde. Evde kendi kendime doğadan parçaların maketini yapardım. Çimenlerin, bulutların...
O dönem ailem ve çevremden dayatılan bölümler iç mimarlık, endüstri tasarımı gibi popüler bölümlerdi. Fakat ben en başından beri heykel bölümünde okumak istiyordum nitekim iç sesimi dinledim ve tercihimi bu yönde kullandım.
Lisans ve yüksek lisans eğitimimi Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde, özel öğrenci statüsü - sanatta yeterlik eğitimimi ise Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde tamamladım.
Eğitim sürecinde Seyhun Topuz, Fatma Akyürek ve Rahmi Aksungur gibi kıymetli hocaların atölyesinde yer alma şansın oldu. Onlarla beraber atölyenin tozunu yutmak nasıl bir deneyim?
Nilay Kan Büyükişleyen, Nilüfer Ergin, Nurettin Bektaş, Fatma Akyürek, Rahmi Aksungur ve Neslihan Pala gibi hocalarım deneyim kazanma fırsatı bulduğum atölyelerdi. Hepsi çok kıymetlidir. Her birinin odak noktaları farklıydı. Bu sayede kendimi çok yönlü geliştirebildim.
Ancak hayatımın en büyük şansı Seyhun Topuz ile bir araya gelmekti diyebilirim. Ben bu kadar mükemmel bir kadın hayatımda görmedim. Tüm yaşantısıyla tam bir sanatçı. Her zaman öğrencilerine karşı çok net ve dobra bir hoca olmuştur. Yaptığımız çalışmayı beğenmiyorsa öyle tatlı bir dille söyler ki olumlu bir hırs yaratır.
İki sene Seyhun Hoca’nın metal atölyesinden ders aldım. Minimal anlamda benim okuldan sonraki çizgimi belirleyen, bakış açımı, malzemeyi nasıl kullanmam gerektiğini, bir fikri en yalın nasıl anlatabileceğimi, gösteren kişi olmuştur. Hâlâ kapısını çalar, maketlerimi gösteririm. Beni eleştirir, yeri geldiği zaman över. Hoca öğrenci ilişkimiz devam eder.
2009’dan beri seni karma sergilerde görüyoruz. Şu sıralar ise Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’nde devam etmekte olan Teras Sergi’sinde seni izleme fırsatı bulduk. Söz konusu serginin sürecinden ve çalışmalarından bahseder misin?
Bu yıl 10’uncu kez düzenlenen Teras Sergisi’nin konusu “Başka Bir Tepeden”, benimse üçüncü kez katılma fırsatı yakaladığım bir sergi. Heykel dalının kendi içerisinde özgün işlerle katıldığımız ender yarışmalardan. Genellikle başka disiplinlerin de dahil olduğu açık çağrılı yarışmalar oluyor.
Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’nin düzenlediği bu heykel yarışmasını çok önemsiyorum. Atmosferi çok keyifli bir ortam. Kurulum günü katılan tüm heykeltraşlar ve jüri ile birlikte güzel bir gün geçiriyoruz. Açık alanda sergilenmesi de önemli ona göre malzeme seçimi, dayanıklılık vb. konuları göz önünde bulundurarak iş üretiyoruz. Bu da başka bir deneyim kazandırıyor.
İlk olarak 2013 yılında terasta yer alan havalandırma sistemlerine profil demirden oluşan bir yerleştirmemle katıldım. Mekâna özgü bir işti. Havalandırma sistemlerini daha görünür kılmayı hedefliyordum.
2014 yılında ise Hane Serisi adında bir seriye çalışmaya başladım. Bu seride bir evdeki kayıp üzerine odaklandım. Serinin bir parçası olan Perde isimli çalışmamı, ilk olarak 2016 yılında Elgiz Çağdaş Müzesi “Kaçak Gölge Teras Sergileri”nde uygulama fırsatım oldu. Perde aslında evimizin basit bir parçası gibi görünür. Fakat dışarıdan baktığımız zaman evdeki yaşamı belirtir. Doluluk hissi uyandırır. Bu çalışmada içi boşaltılmış duvarlar söz konusu ama yine de perdesi olan bir hane yaparak var gibiyi yansıtmak istemiştim.
Bu yıl katıldığım “Başka Bir Tepeden Teras Sergisi”nde yine Hane Serisi’nden bir işim var. Bu sefer bir hanenin zemini ile oynamak istedim. Hane içerisinde bizi rahatsız eden şeylerin ifade edilememesini anlatmaya çalıştım ve bu his üzerine yoğunlaştım. Bir haneye girersiniz, sizi rahatsız eden bir şeyler vardır, ama hiçbir şekilde ifade edemezsiniz. Bu koltuk olur, perde olur, sıradan bir bardak olur, yeri gelir kusursuz zemin ayağınıza batmaya başlar. Kayıpla ilişkilendirdiğiniz her şey olabilir. Bu düşünde ile heykelimi tamamladım.
Bu seri daha devam edecek mi?
Yaptığım heykelleri içselleştiriyorum. Heykel yaparken kendimi çok özgür hissediyorum. Hesap vermediğim yer olarak görüyorum ve “benim” diyorum. Benliğimi en çok, en yoğun yaşadığım yerlerden. Hane serisi ne kadar sürer bilmiyorum, ama demek ki bitmedi. Belki de yaşadığım kayıplarla paralel bir süreç gelişecek. Meselem değiştiği zaman belki hane serisinden de sıyrılacağım.
İster istemez sorguladığım, odaklandığım problemler çalışmalarıma üç boyutlu olarak yansıyor. Kalben yaşadığım, hissettiğim her neyse kaçınılmaz olarak dışarı çıkıyor. Dört senedir bunun üzerine yoğunlaşıyorum.
Peki, malzeme tercihini nasıl kararlaştırıyorsun?
Benim işlerimde boşluk ağırlıklı. Doluluktan çok boşluk ve çizgisellik ön planda. Bunu minimal bir şekilde ifade ediyorum. Belki taşla da ifade edebilirim ancak zihnim metali çağırıyor.
Belki meselemle beraber malzememin de değiştiğini süreç içerisinde görebiliriz. Meselem neyse ve bende hangi malzemeyi uyandırıyorsa; taşsa taş, ahşapsa ahşap, metalse metal, çamursa çamur olacak.
Eserinin sergilenmesini hayal ettiğin, evet benim çalışmam burada yer almalı dediğin bir mekân var mı?
Geniş iç mekânlarda düşünebiliyorum. Heykellerim ve mimari yapılar arasında yakın bir bağ kuruyorum ve mekâna özgü işler yapmayı daha çok seviyorum. Mekânın belleğinden beslenmeyi de önemsiyorum.
Son olarak, önümüzdeki süreçten bahsedecek olursak…
Uzun bir süre Hane serisi devam edecekmiş gibi duruyor. Çünkü kendimi çok özgür hissettiğim ve konuştuğum bir seri. Minimal çalışmaya devam edeceğim. Çok hikâye anlatmayı sevmiyorum, azla çok şey anlatmaya çalışacağım.
“Başka Bir Tepeden” 28 Ekim tarihine dek Elgiz Müzesi’nin terasında görülebilir.