Ekim ayı birçok New York’lu için sürprizlerle dolu ve şahane, dünyanın geri kalanındaki bizler içinse New York sokaklarında olabilmeyi dileyerek geçti. Kamusal alan sanatı deyince akla gelen ilk isim olan, ve yakın gelecekte sanat tarihinin dönüm noktalarından birini gerçekleştirmiş olacağından emin olduğum Banksy, Better Out Than In projesiyle Ekim ayı boyunca her gün yeni bir kamusal iş üretiyor.
Sokak sanatı veya kamusal alanla ilgisi olmasa bile birçok insanın ismine, işlerine aşina olduğu bir isim Banksy. Hikayesiyle daha haşır neşir olmak isteyenler ve sokak sanatçılarının sanatsal pratiğini yakından tanımaya can atanlar için Exit Throught the Gift Shop önerisini de hemen yapayım. Banksy karakteri, birçoğumuzun hayatına Wall and Piece ile, elindeki çiçekleri fırlatmaya hazırlanan bir direnişçi stencil’iyle girdi; bu işin alt metni o kadar bizden ve içimizdendi ki gördüğümüzü bir daha unutamadık, araştırdık, sevdiğimiz ne kamusal alan sanatı varsa altından kendine Banksy adını vermiş, onun dışında kendiyle ilgili hiçbir bilgiye sahip olamadığımız bir dahi çıktı. Çevremin bu işten bir gelir elde etmem konusundaki ısrarlarına rağmen ürettiğim işleri kim isterse hediye etme içgüdüsüne sahip olan beni kitabının ilk sayfasındaki kitap bilgileri kısmına ‘’copyright is for losers’’ (telif zavallılar içindir) cümlesini yazarak mest eden bu adam, aynı kitabın arka kapağına, ‘’There is no way you’re going to get a quote from us to use on your book cover,’’ (Bizden kitabının kapağında kullanmak için bir alıntı almanın hiçbir yolu yok) yazıp Metropolitan polis departmanı olarak imzalayan adam.
1990’larda kariyerine bir serbest çizim yapan bir graffitici olarak başlayan Banksy, sene 2000’e geldiğinde stencil tekniğini benimsedi. Savaş, kurum ve kapitalizm karşıtı işleri fareler, İngiliz polisleri, askerleri, Mona Lisa’yı, zekice kullanılmış sözleri, gaz maskelerini içeriyor; bunun yanında genel olarak sanatı, sanat kurumlarını, sokak kavramını ve beyaz kübü sorguluyor. Londra ve Bristol çevresinde her yerde karşımıza çıkan işleriyle aslında dünyanın büyük bir bölümünde karşı karşıya gelebiliriz. Müzeler dahil.
Kendisi ve sanat kurumlarına olan tavrıyla ilgili daha iyi fikirlere sahip olmamız için The Guardian’dan, Richard Jinman’ın sözleri ve Evren Dağlıoğlu’nun çevirisinden bir alıntı yapmak istiyorum:
‘’Brooklyn Müzesi’ne astığı, elinde sprey boya ile “savaşa hayır” duvar yazısı önünde duran, kolonyel döneme ait bir asker portresiydi. Modern Sanatlar Müzesi’ne, üzerinde Tesco etiketi bulunan kremalı domates çorbası konservesinin Warhol tarzı baskısını, Metropolitan Sanat Müzesine ise, gaz maskesi takmış bir kadının küçük altın çerçeveli portresini astı. Doğal Tarih Müzesi’ne ise duvara içerisinde jet uçağı kanatları, füzeler ve uydu anteni ile donatılmış bir böcek bulunan cam bir muhafaza astı.
Metropolitan’daki görevliler 13 Mart’ta Amerikan kanadına asılan yeni eseri ‘dakikalar içerisinde’ keşfederken Brooklyn’dekilerin istenmeyen sanat eserlerini fark edip kaldırmaları 16 Mart'ı ve Modern Sanat Müzesi’ndekilerin ise 17 Mart'ı buldu.
Peki bu sakallı adam kim ve neyin peşinde?
Olayın üzerindeki gizem, sokak sanatıyla ilgili woostercollective.com sayfasında İngiliz grafiti sanatçısı Banksy’yi eylemini gerçekleştirirken gösteren fotoğraflar yayınlandığında aydınlandı.
Bu sokak sanatçısı kaçamağını gerçekleştirebilmek için kendisini ‘emekli bir İngiliz’ olarak gizlediğini iddia etti. Fotoğrafların yanında yayınlanan ifadesinde Banksy “Bu tarihi fırsatın, nihayetinde güzel sanatlar kurumu tarafından yakalanmaktan ziyade takma bıyık ve biraz kuvvetli bir yapıştırıcının akıllıca kullanımıyla daha çok ilgisi vardır. Bunlar oralarda bulunabilecek kadar iyiler, öyleyse neden beklemem gerektiğini anlamadım.” ‘’
Sanat üretimlerinin değeri, yüzyıllardır tartışılan bir kavram. Bu değeri kimlerin, hangi olguların ne oranda belirlediği, sanatın ne olduğu sorusundan ortaya çıkan ve global sanat ortamında yıllarını geçiren eksperlerin bile zaman zaman kuşkuya düştüğü bir konu. Bir işi sanat eseri yapan, fiyatını belirleyen tam olarak nedir? Veya bir üretimin fiyatı mı onu takdir edilen bir sanat eseri yapar? Sanat profesyonellerinin, bir müzenin o üretimi kabul etmesinin, bir koleksiyonerin o üretime sahip olmak istemesinin mi, yoksa sadece belirlenmiş ekonomik bir değerinin olması ve bir şahsa/kuruma ‘’ait’’ olması mı sanat eseri markası taşımasına yeterlidir? Bütün bu sorular, konu kamusal alan sanatına gelince anlamsızlaşır. Çünkü ara kamusal alanlarda karşımıza çıkan ‘’sanatlar’’, şehre ve insanlarına aittir ve bunlara ekonomik bir değer biçilemez. Teliften bağımsız, bizim olmuşlardır. Banksy’nin işleri ise bu tanımlamanın dışında bir noktada duruyor. Çünkü onun işleri, kendi içinde bir değer yarattı. Dünyanın en önde gelen koleksiyonlarına milyon dolarlarla giren, duvarlardan bilinmeyen şahıslarca sökülüp müzayedelere sokulan işleriyle bir değer çatışması yarattı. Ilk olarak bir karşı sanat olarak doğan bu altyapı, kendi değerini ve sanat piyasasının değer yargılarını dönüştürdü.
Bütün bu alt metinlerden sonra, günümüze gelmek istiyorum. Ekim ayının başında Banksy’nin banksyny.com isimli internet sayfasında, New York şehri kapsamında her gün bir sanat üretimi olacak şekilde Better Out Than In isimli bir projeyle karşılaştık. Hiçbir Banksy işiyle kanlı canlı karşılaşmamış bir birey olarak onlardan daha heyecanlı olabileceğimi kabul ediyorum.
Ilk gün, The Street is in Play ile karşılaştık Manhattan’da. Birbirinin üstüne çıkmış ve ‘’graffiti is a crime’’ (grafiti bir suçtur) yazan bir tabeladaki sprey boyayı almaya çalışan iki erkek çocuğunu gösteren bir stencil bu. Ayrıca internet sayfasına girerseniz, müzelerdeki audio guide’larla dalga geçen, işi ve teknikleri mizahi bir şekilde anlatan sesli rehberleri dinleyebilirsiniz. Sevgili New York sakinleri, işin yanına spreylenmiş bir telefon numarasını arayarak da aynı mesajı ücretsiz olarak dinleyebiliyorsunuz. Ilerleyen günlerde ise rastgele grafitilere bir Broadway soluğu katan işler, Sirens of the Lambs isimli New York’un kasap bölgesinde dolaşan, bağıran peluş hayvanlarla dolu bir mezbaha kamyonu, Brooklyn’de üstü yarabantlarıyla kaplı fakat hala uçmaya devam eden yaralı bir kalp, Lower East Side’da yine çok tatlı bir ses eklentisiyle izleyebileceğimiz, siyah beyaz bir çatışma sahnesi bulduk. Banksyny.com’da insanların kendisini kalitesiz alıntılar kullanmakla suçladığını söyleyen ve buna Kelly Rowland’ın bir sözüyle karşılık veren bir notla paylaşılmış, Gladyatör filminden bir alıntının yer aldığı Queens’teki işi ise 14 Ekim’de hayatımıza girdi.
Bütün bunların en yankı uyandıranları ise Shoeshine ve Banksy işleri satan sokak standıydı. Shoeshine, dünyada İsa heykelinden sonra en çok replikası yapılan karakter olan, McDonald’s fast food zincirinin maskotu Ronald McDonald’ın fiberglas bir replikasının ezici bakışları altında ayakkabısını parlatan gerçek bir insanı içeriyor. 16 Ekim’den itibaren her gün başka bir McDonald’s restoranının kaldırımında her alacak olan iş, belirtmeme gerek olmasa da kapitalizm ve ağır işçilik kavramlarını gözümüze sokarak irdeliyor. 13 Ekim’de Central Park’ın ortasında yaşlı bir adamın başında durduğu, hepsi Banksy tarafından imzalı ve sadece 60 dolar olan stencil işlerin satıldığı stand ise ayrı bir eğlence konusu. Inanması zor ama, çok ilgi görmemiş. Değer karmaşasının bir örneğini daha izliyoruz burada: 60 dolara bir standda mı, teliften bağımsız sokakta mı, yoksa milyon dolara bir müzayedede mi? Bırakalım tarih karar versin.
Bu arada, yine Banksy’nin yaptığına şahsen emin olduğum, Banksy’nin işlerini haritada gösteren ve ‘’Get it before MoMA gets it!’’ (MoMA almadan siz alın!) sloganıyla oradan satışa sunan stealbanksyny.com’u da ziyaret etmenizi öneririm. New York’un doğusunda ortaya çıkan son Banksy işinin önünü kapatıp, insanların görebilmesi için herkesten 5 dolar talep eden bir grup insanın varlığı da belirtmeye değer. TrustoCorp’un banka temalı, Banksy’i bir multimilyoner olarak tanımlayarak hala anarşist işler yapmasını eleştiren işlerini de buradan görebilirsiniz. Önümüzdeki birkaç günde ortaya çıkacak olan yeni Banksy işlerini ise heyecanla bekliyoruz.