Bize kısaca kendinden bahseder misin?
Franfurt’da doğdum ve büyüdüm. İrlanda’ya taşınmadan önce kısa süreliğine Capetown’da yaşadım. Altı yıl tam zamanlı bir işte çalışarak İrlanda'nın Cork kentinde yer alan Crawford College of Art & Design'da Güzel Sanatlar okumak için para biriktirdim.
2008-2009 öğrenim yılında İrlanda Güzel Sanatlar Konseyi'nin Seyahat ve Eğitim Bursu ile Berlin'de Kreuzberg bölgesinde bir sanatçı davet programını kazanarak buraya taşındım. Aynı dönemde bir sanatçı asistanlığı işi de bulduğum için çok mutluydum. Bu durum sanatçı olarak üretimimde devamlılığı sağladı. Ayrıca Berlin UDK'da Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde yüksek lisans programında eğitimime devam ettim.
Hem Alman, hem Türk sanatçı olmak nasıl bir his?
Hem Alman hem de Türk sanatçı olmak bir kazanç. Kültürel ve alışkanlıklar açısından iki seçenek sunuyor; kendinize en uygun olanı seçebilme şansı veriyor. Ancak dezavantajları da var tabii; kendinizi çoğu zaman açıklamak zorunda kalabiliyorsunuz. Örneğin yeni bir ortama girdiğinizde bu çok sık karşınıza çıkabiliyor. Biraz süreğen, atlı karınca döngüsü gibi bir durum bu. Hem burada hem orada, heryerde.
Berlin sanatçı davet programın sırasında bir sanatçı olarak İstanbul'da olmak nasıl bir duyguydu?
Öncelikle bu çok onur vericiydi, İstanbul'un kültürel yönleri ve sanat ortamı hakkında bilgi edinmek çok heyecanlandırdı beni. Daha önce burada uzun bir süre yaşama, çalışma ya da çok fazla Türkiyeli sanatçıları tanıma imkanım olmamıştı.
Gezi oldukça olumlu bir şekilde etkiledi beni. Sistemin daha önce hiç anlayamadığım kadar tutarsız ve bozuk olduğunu anladım. Bu sadece Türkiye için geçerli değil. Kültürel değişim programımın iki ayını kalacağım yerde yapılan tamiratların bitmesini beklemek için Mezopotamya dağlarında geçirdim. Daha sonra farklı sorunlar oldu ve döndüğümde kendi evimi tutmak zorunda kaldım. Ne olursa olsun, Berlin – İstanbul köprüsünün hala devam ediyor ve benden sonra gelenler için düzgün bir şekilde işliyor olması beni memnun ediyor.
Bu süreçte İstanbul beni evsiz bıraktı, pek çok kez çok gerildiğim oldu, daha da cesaretlendim, çok küstum ama daha hırslı hale geldim. Bu durum daha önce sahip olduğumu bile bilmediğim sınırlarımı zorladı, daha çok çalıştım ve sonrasında olaylara çok farklı bakmaya başladım. 'Bozuk sistemleri eleştirebilir misin?', 'Senden daha üst bir pozisyonda birine bunu yaparsan sonuçları ne olabilir?' gibi sorular üzerine düşündüm. Bu cesareti göstermek ve bu riskleri almak da sanat pratiğinin önemli konuları…
Ama genel olarak İstanbul'da ve Fırat kıyılarında çok iyi vakit geçirdim. Hiçbir şekilde pişman değilim. Beni hayal edemeyeceğim ölçüde eğiten bir deneyim oldu. Daha fazla ait olduğumu hissettirdi ve bunun için çok minnettraım.
Sanatçılar için İstanbul ve Berlin arasındaki farklılıklar hakkında bize neler söyleyebilirsin?
Berlin'de çok daha fazla sanatçı, alan ve alternatif proje var. Bu durum İstanbul'da tam tersi. İstanbul'da sanat ortamlarının büyük boyutlarda olmamasını seviyorum. Mevcut olanlar sizinle tanışmaya ve sizi tanımaya çok açık. Sanatçıların ortak yaşadığı, paylaştığı büyük evler burada yok. Herkes aşağı yukarı tek başına çalışıyor, Kadıköy'deki Yeldeğirmeni’nde yer alan Don Kişot İşgal Evi dışında. Benim bildiğimden çok daha fazlası olduğuna eminim, bulmak, keşfetmek zaman ve sabır istiyor. Şu an olmasa bile zamanla olacağına eminim.
Sanatçıların kiralayabileceği devlet destekli ucuz atölyeler ya da özel mülkiyet stüdyolar İstanbul'da yok. Ayrıca İstanbul'da disiplinler arası sanat üretimi için hızlı bir geçiş ortamı da yok, en azından yeni gelenler için. Berlin'de bu alana erişim özellikle yeni gelenler için daha kolay.
Tabii ki pek çok paralellik de var. Berlin'de pek çok bölge kentsel dönüşüme/ soylulaştırmaya uğruyor. Deneyimli bağımsız sanatçılar belli bölgelerde toplanıyor. 500 sanatçıdan oluşan AbBA adında yeni bir grup oluştu. Bazı stüdyo binaları belli sürelerle devlet tarafından desteklenen indirimlerle kiralanıyor, ancak tabii ki yeterli sayıda çalışma alanı yok. Goldrausch Künstlerinnen IT yalnızca kadın sanatçılara açık, profesyonellik kazandırmayı amaçlayan bir yıllık bir eğitim programı. İstanbul'da böyle bir program var mı emin değilim.
Burada pek çok sergi alanı ve bienaller bankalar tarafından destekleniyor.
56. Venedik Bienali’nde yer alan Almanya Pavilyonu da bir banka tarafından destekleniyor. Bu Almanya'da daha az olan bir durum ama prensip aynı işliyor. Sanat pazarı ve sistem hem burada hem de Berlin'de çok güçlü bir yarış duygusu yaratıyor. Bu tutarsız bir durum ve sanatçılar arasında dayanışmayı önlüyor.
Video, kolaj ve baskı gibi farklı medyumlar kullanıyorsun. Bunları nasıl bir süreçte üretiyorsun?
Resim yapmaya benziyor. Hata yapmaktan korkmuyorum. Başarısızlıklar sanatımı dönüştürüyor. Video serilerinin çıktılarına baktığında kültürel anlamda portremin yer değiştirdiğini görürsün.
2009/2010 sürecinde Hito Steyerl'in bir Backyard Stüdyo Alanı'nda alternatif İşçi Punk Sanat Okulu'na katıldım. Eğitim ücretsiz olarak verildi ve herkese açıktı, Hito'nun bağımsız olarak düzenlediği pek çok seminer, konuşma ve ders yapıldı. Bu süreçte görsellerle denemeler yapmaya başladım. Tiyatro oyunu/ serbest performans yazmaya göre daha az "süper entellektüel" bir yaklaşımdı benim için. Bu çalışmalardan dört insan-hayvan karakter doğdu. Herbiri kriz, ahlak, politika ve eleştiri alanlarını temsil eden dört karakterdi. Bu insan-hayvanlar birer kafa heykeli olarak oluşturulsa da İrlanda'da olduğum dönemden bu yana kafamda daha küçük kolajlar vardı. Sonunda bu insan-hayvanlar bir çocuk parkında kurulu tiyatral bir alanda bir devrim planından bahsederler. Devrim hakkında "ütopik" naif ve ironik bir fikirdir bu; bir devrim olarak ütopya. Geçmişle bağlarımızı koparma ve yeni bir başlangıç yapma arzusu yaratan şiddetli bir döngü.
Bu performans soyut bir performans ve hali hazırda gelişmeye devam ediyor. Yaşam ve ölüm döngüsüne olan ilgimi, görsel olarak doğaya dönmedikçe her şeyin anlamını ve formunu değiştirdiği, yalnızca döngünün tam olarak sabit kaldığı, form ya da anlam değiştirmediği bir Atlı Karınca ile dile getiriyorum. Büyük sözcükler içinde değilseniz ve doğal olarak gerçekleşmesini beklemiyorsanız üzerinde düşünmesi çok zor şeyler. Bu sözcükleri farklı formlarda görmeye çalışmak, doğrudan birebir sanata dönüşmesi kadar zor.
2013-2014 sürecinde ilk fikri geçmişten, daha eski geçmişten hatırlayıp ve oradan çıkarıp aldığım, o zamanı belirsiz bir insan-hayvan üzerinde anlatmaya çalıştığım, kağıt ve kolaj çalışması yaptım. Bu çalışmada 1920'lerin naif yumuşak porno görsellerini buluntu hayvan görselleri ile kullandım. Bütün insanların kendilerine sakladıkları hayvani ve vahşi tahmin edilemez bir yönlerinin olduğu düşüncesi bu çalışmalarımın arakasında yer alıyor. Bu insandan hayvana türsel geçişi aynı zamanda yaşamın döngüsü.
İstanbul'daki kaos bana önce sanat pratiğimi hatırlattı; işlerken içinde değilsen takip etmesi zor, büyük bir yapboz resme benzeyen, kendi içinde tamamen işleyen, ama sonunda bir araya gelip domino etkisi gibi devam eden bir yapı ile koca bir kaos.
Sanatsal üretimini nasıl bir süreçte ortaya çıkartıyorsun?
Dijitalin hayatımıza fazla girmesiyle birlikte, daha fazla analog iş yapmak gerektiğini fark ettim. İşlerimde bir ileri, bir geri gitmeyi seçtim ve böylece dengeyi sağladım. Dijital işler daha belirli. İkisi olmadan da yaşayamam.
Geçen sene İstanbul’da geçirdiğim süre boyunca birçok pratik sanat becerisi gördüm. O an İrlanda’yı ve sanata başladığım dönemleri hatırlattı. Video veya analog tarzda konseptli çalışmak, bir soruyu beraberinde getiriyor. Başlangıçtaki fikir ile çalışarak sonuca ulaşmak, belki de sıfıra kazınmış bir anlayış ile mükemmel bir biçimde tasarlanarak sonuç verir. Ayrıca Berlin’de okuduğum sırada eğitici bir oturumda Çinli sanatçı Zhang Peili ile tanışma şansı yakaladım. Sanat üretimi konusunda kavramsalcı bir yapı ile sezgileri buluşturunca kendi ortaya çıkarmak istediğim özgün dili yakaladım. Kişisel deneyimlerini veya karşılıklı kültürel özgeçmişi görsellere taşımak, sanatı siyasetle veya tam tersine otomatik olarak herhangi bir baskı olmadan düşünmeye iter.
İlerleyen günlerde yeni bir proje veya sergi var mı?
Kaybettiğim zamanı telafi etmeye çalışacağım. Serigrafi baskı atölyesinde bir ay boyunca çalıştım. Bir dahaki sefere Salt Galata’daki mekan arşivini kullanmayı istiyorum, keşfedilmesi gereken çok şey var. Mayıs ayında Berlin’deki, Berlin – İstanbul 2 programında VJ for DJ İpek İpekçioğlu için ilk defa bulundum. Şu an için bu kadarını paylaşmak istiyorum. Bu durum her an değişebilir.
Tek kesin plan Berlin’e döndüğümde sanatıma devam edeceğim. Tabii ki önümüzdeki Eylül ayında İstanbul’a tekrar gelmeyi planlıyorum.