Elinde balonuyla, sandalye üzerinde poz veren takım elbiseli küçük bir çocuk; muhtemelen bir doğumgünü çocuğu… Evlerinin terasında, yetiştirmekte olduğu bitkinin yapraklarını hafifçe tutan çömelmiş bir kız; muhtemelen okuldan eve yeni dönmüş… Açıklık bir alanda, bir eli cebinde, bir arabanın kaportasına dayanmış gençten bir adam; muhtemelen araba kendisinin değil… Birinin kucağında keman, diğerininkinde akordiyon, objektife gülümseyen iki adam; muhtemelen az sonra sahneye çıkacaklar… Zamana direnen ama insanlara ya da yaşam koşullarına direnemeyip sahaflara düşen anı fotoğraflarını sahiplenen ve başkalarının hafızalarına ortak olarak bu fotoğrafları ahşap mdf parçalar üzerine yeniden nakşeden Gülşah Bayraktar’ın resimlerinden bahsediyorum.
Anı fotoğrafları kişisel hafızayı oluşturan ve onu canlı tutan en önemli unsurlardan biri. Sadece kişisel değil, ailevî hafızayı, arkadaşlar arasındaki hafızayı, ait olunan sosyal gruba dair hafızayı ve daha geniş anlamıyla toplumsal hafızayı da… Fotoğraflara konu olan kişilerin yanı sıra arka planda çekildiği dönemin yaşam tarzını, moda anlayışını, alışkanlıklarını ve toplumsal tercihlerini çoğu zaman bilinçli olmadan kayda alan anı fotoğrafları, bu nedenlerle ilerleyen dönemlerde hem birer belge olarak değer kazanmakta hem de nostaljik bir unsur olarak hafızalarımızı tazeleyici bir rol üstlenmekte. Bundan 15-20 yıl öncesine kadar her ailenin misafir odasındaki çekmecelerin vazgeçilmezi olan fotoğraf albümlerinde saklanan anı fotoğrafları, son yıllarda mekân değiştirip cep telefonları ve bilgisayarlardaki sanal galerilere/albümlere hapsolmuş olsa da anı fotoğrafı çektirmek çoğumuzun günlük ritüellerinden biri olmaya devam ediyor. Fakat buna rağmen, pek çok insan için hafıza işlevi görmeye devam eden anı fotoğraflarının bir kısmı, ait oldukları evler dağıldıkça veya fotoğraflardaki kişiler öldükçe kimi zaman zorunluluktan kimi zaman da önemsenmemekten ötürü ya çöpe gidiyor ya da bir sahaftaki mukavva kutunun içerisinde kendileri gibi gözden çıkarılmış diğer anı fotoğraflarının arasında kendine yer buluyor.
Son yıllarda buluntu fotoğraflardan, özellikle de buluntu anı fotoğraflarından yola çıkarak işler üreten, kitaplar yayımlayan pek çok isim var. Bu konuda aklıma gelen ilk isim Erik Kessels. Bit pazarları ya da sahaflardan bulduğu fotoğraflardan yola çıkarak yayımladığı ‘In Almost Every Picture’ serisi, tam anlamıyla buluntu fotoğraflara yönelik bir saygı duruşu niteliğindedir.
6 Şubat-22 Mart tarihleri arasında ‘Kendine Yakın’ sergisiyle Mixer’de izleyicilerle buluşan Gülşah Bayraktar da buluntu fotoğraflardan beslenen isimlerden biri. 1979 İzmir doğumlu Bayraktar, sırasıyla Dokuz Eylül ve Marmara üniversitelerinde lisans ve yüksek lisans eğitimlerini tamamladıktan sonra halen Hacettepe Üniversitesi’nde doktorasına devam eden bir ressam. Son dönem çalışmalarında sahaflarda bulduğu siyah beyaz anı fotoğraflarını temel alıyor ve bu fotoğraflardan yola çıkan işler yapıyor. “2011’in başlarında sahafları dolaşıp siyah beyaz fotoğrafların peşine düşmemle başladı her şey. Sahaf sahaf gezmem bende mevcut olan ancak bu süreçte fark ettiğim bazı ilgi alanlarımın ortaya çıkmasına ve üretimime yansımasına olanak sağladı. Anne ve babamın aslında sürekli topladıkları eşyalarla aynı evi paylaşıyor olmam ve bunlarla büyümemde etkili oldu diye düşünüyorum. İçten içe bende eski objelere ve anı imgelerine sempati besleyerek büyümüşüm. Resimlerimde hep bir nostaljik detay olmasını buna bağlıyorum. Yaşanmışlık ve hikâyeler…” (*)
Bayraktar, sahaflardan bulduğu fotoğrafları adeta kendi ailesinin fotoğraf albümündeki fotoğraflar gibi sahipleniyor, hiç tanımadığı insanlarla bir yakınlık/empati kuruyor ve o yabancı insanlara dair hikâyeleri, sanki onları birinci elden yaşamış ya da dinlemiş gibi resmediyor. Bayraktar’ın resimleriyle karşı karşıya kalan izleyici, ilk bakışta bunların sanatçının kendi ailesinin hayat hikâyesinden veya anılarından yola çıkan resimler olduğunu sanabilir. “Bire bir kendi anılarımdan yola çıkarak ürettiğimi söyleyemem ancak zaman zaman bazı figürlerin veya mekânın öznel belleğimdeki anılarla çakıştığını hissediyorum. Bir başkasının belleğine ilişkin imgelerin görsel kaydını plastik bir dille tutmaktan keyif alıyorum. Ötekinin hafızasına ortak olmak, onun hikâyesini paylaşmak anlamına geliyor benim için; işlerimdeki samimiyeti de bu şekilde yakaladığımı düşünüyorum.” (*)
Bayraktar’ın resimleri tıpkı referans aldığı eski anı fotoğrafları gibi, hatta onlardan da küçük boyutlu. Mixer’in büyük mekânına tezat bir şekilde geniş siyah paspartular içine konuşlanan bu küçük resimler, bu yönüyle de izleyiciyi yakından bakmaya teşvik edip içine çekiyor ve detayları keşfetmesini sağlıyor. Fotoğrafları büyük bir incelikle yeniden resmederken kimi detayları renklendiren kimi detayları şeffaf bırakarak ahşap malzemenin dokusunu ortaya seren bir plastik dil geliştiren Bayraktar, bu sayede tonlar aracılığıyla da resimlerdeki nostalji duygusunu artırmayı başarıyor. Bu resimleri kuvvetli kılan bir diğer özellik de ana öğeler dışındaki fazlalıklardan arındırılmış, dingin bir anlatıya sahip olmaları. Bayraktar, fotoğraflarda yer alan kimi unsurları, ana hikâyeyi ön plana çıkarmak ve o döneme dair hissiyatın altını kalınca çizmek adına ayıklıyor ve duru bir görsellik yaratıyor. Böyle yaparak da izleyicinin resimlerde anlatılanlarla kendi hafızasındaki bir anıyı özdeşleştirmesini kolaylaştırıyor.
Bakalım “Nostaljik imgelerin birbiriyle olan benzerliklerini işlemeye devam etmeyi, sonrasında günümüzle ilişkilendirerek bugüne ait imajlardaki çeşitli benzerlikleri işlemeyi düşünüyorum.” (*) diyen Gülşah Bayraktar, yeni çalışmalarında izleyicisini cezbetmeye nasıl devam edecek...
(*) Mixer’in internet sitesinde yer alan Gülşah Bayraktar söyleşisinden, Eylül 2014 http://mixerarts.com/roportaj/gulsah-bayraktar-2