31 OCAK, PAZARTESİ, 2022

Benimsenmiş Bir İlişki Modeli

Başak Bugay ile izleyiciyi zamansız, bilinçdışı, rüya-gerçek aralığında, içeriyi dışarıdan koruyan alanlarla karşıladığı, kişinin benliğinden ayrılmasına ya da “uçup gitmesi”ne atıfta bulunan çalışmalarından oluşan son sergisi “Füg” üzerine konuştuk.

Benimsenmiş Bir İlişki Modeli

Başak Bugay, Zilberman-İstanbul’daki ilk kişisel sergisi “Füg” ile 16 Aralık 2021-12 Şubat 2022 tarihleri arasında izleyici ile buluşuyor. Çalışmalarında özneye ait ruhsal yapılanmaların, kolektif bilinçdışıyla ilişkisini temsil etmenin yollarını araştıran Bugay, sergisini çoğunlukla ilham aldığı “dissosiyatif füg” üzerinden kurguluyor. Sergide yer alan karışık teknik heykeller ve mürekkep desenler üzerinden kişinin benliğinden ayrılmasını ya da “uçup gitmesi”ne atıfta bulunuyor. Başak Bugay ile Zilberman-İstanbul’da izlenmeye devam eden sergisi “Füg”ün yaratım süreci üzerine konuştuk.

“Füg”ün ortaya çıkış ve oluşum sürecinden söz eder misin?

Dissosiyatif füg, psikiyatrik bir tanı. Kişinin benliğinden uzaklaşması, belleğini kaybetmesi ve yerine başka bir bellek yaratması, kimi zaman kişilik değişimleri gibi belirtileri oluyor. Sebebi, çoğu ruhsal örgütlenmeler gibi, çocuklukta yaşanan travmalar. Çocuk, duygusal ya da fiziksel şiddete maruz kaldığında kendini koruyamıyor, kaçamıyor ve o ana tahammül edebilmek için kendine içinde rahatlayabileceği alternatif bir dünya yaratıyor. Yetişkinlikte ise bazı tetiklenmeler olduğunda bu savunma kullanılmaya devam ediyor. Ne yazık ki işlevsiz, ilkel bir savunma mekanizması bu ve hatta kişinin kendine zarar vermesine neden oluyor. Ben tek başına fügü kelime olarak umutlu ve yumuşak bulduğum ve savunma olarak da ne olursa olsun bir hayat mücadelesi olduğunu düşündüğüm için seçtim.

Aslında yıllardır kurcaladığım meselelerin bir devamı bu sergi. Her sergi tek başına bir proje gibi ama onu tamamlayan bir öncesi var; birbirlerine virgüllerle ekleniyorlar. Bu sergide de yine güvenlik ve şiddet bağlamında her türlü ilişki dinamiklerine ve oluşturdukları fenomenlere yoğunlaştım. Kişinin kendiyle, kişilerarası, toplum-birey, toplum-aile ve hatta maddeler arasındaki ilişkilenmeler bile benim radarıma giriyor. Hem kişide hem de toplumda tarih boyu tekrar eden kalıplar var, öyle ki sözde gelişmiş bir medeniyete rağmen hâlâ ilkel reflekslerle hareket edebiliyoruz. Bu nedenle yıllardır psikoloji ve psikanaliz üzerine yaptığım okumalara arkeoloji ve evrim okumaları da eklendi.

​Fügü özellikle bu coğrafyadaki benimsenmiş zalim/kurban ilişki modelinin izdüşümü olarak yorumluyorum; travmalarla yüzleşmek yerine sırtını dönmek ve hatta yeni bellekler yaratıp bunları hiç olmamış kabul etmek gibi. Dolayısıyla şiddetin her türlü iz düşümünü aradım, gözledim ve işlerime konu ettim.

1. Başak Bugay, Karartma, 2021, Terakota, yağlıboya, stoneware, Değişken boyutlarda, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
2. Başak Bugay, Karartma, 2021, Terakota, yağlıboya, stoneware, Değişken boyutlarda, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
3-4. Başak Bugay, Ben henüz ölmedim, 2021, Erik ağacı, kumaş, dantel örgüsü, gözlük, terakota, yağlıboya, 141 x 71 x 60 cm Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
5-7. Başak Bugay, Uçan balon, 2021, Ahşap, kumaş, elyaf, ip, keçe, terakota, yağlıboya, 88 x 38 x 55 cm Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
8-9. Başak Bugay,  Saat yirmi, 2021, Ahşap, kumaş, elyaf, ip, seramik, terakota, 70 x 79 x 74 cm Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
10. Zincir, 2021, Pirinç kağıdı üzerine mürekkepli, 70 x 54 cm Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
​11. Bitince gelecek serisi II, 2019, Kağıt üzerine mürekkepli kalem, 86 x 27 cm Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Serginin ismi Latince “uçmak” anlamına gelen “fuga”dan türemiş “füg” sözcüğünden geliyor. İsmin arkasındaki hikâyeyi ve sergiyle kurduğu bağı anlatabilir misin?

Fuga evet uçmak, kaçmak demek. Hatta köken olarak girdiği kimi dillerde hem kaçma hem kovalama fiillerinin kökeni. İsim aslında sergi tamamlandığında yerini buldu. İşlerin kendi başlarına varoluşu, birbirleriyle hayali ilişkisi benim için tam olarak füg bağlamına oturuyordu. İkili bir durum vardı, hem şiddetin izlerini taşıyan, gözleri kapalı ve kendini korumaya almış bir içerisi ve yine şiddetin izlerini taşıyan ama gözleri açık bir dışarısı. İçerisi her anlamda mahrem bir alan, kişinin kendisi, aile içi ya da toplum içi... Dışarısı ise zamanın ve gerçekliğin ayaklarını yere bastığı bir mekân. Bu iki alan arasında roller karışıyor; birbirleri arasında kaçınılmaz bir bağımlılık ve etkileşim var. İlişkiyi sağlamak için kullandığım pencere hedeflediğim çoklu perspektifi sağlıyor. İşlerin her birinin bende bir öyküsü var ama bir araya geldiklerinde de bir üst öykü oluşturuyorlar. İzleyicinin de benim sözlü yönlendirmem olmadan işlere ve atmosfere kendi çağrışımlarıyla bir rol atamasını bekledim.

Serginin mekânsal bir kurgusu ve bu anlamda bir hikâye anlatımı var. Bu kurgunun nasıl şekillendiğinden ve kurguda yer alan eserlerin arasındaki ilişkiden söz eder misin?

Sergi her şeyden önce bir mekân duygusuyla başladı. Kafamda uçuşan bazı ışık ve perspektif oyunları serginin de ilhamını oluşturmuş Doğu Anadolu gezimden çıktı. Orada karşılaştığım topografik manzaranın inişleri çıkışları altında yatan tarihsel trajedi ve bugünün sosyal yaşantısıyla zıtlığı çarpıcıydı. Coğrafyadaki anlam ve kalıntılar bir nevi günümüzün ruhsal ve fiziksel inşasını sağlıyor. Örneğin Van’daki Yedi Kiliseler yavaş yavaş yok olmuş ve kalıntılarıyla çevresine köy evleri örülmüş. Bu durum Anadolu’da pek çok yerde yaşanmış-yaşanıyor. İnsanlar bir şekilde ve zor koşullarda hayatlarına devam ediyorlar ama maruz kaldıkları adaletsizliğin ve şiddetin kalıntılarıyla bunu yapmaya çalıştıklarının farkında değiller. Dolayısıyla iyileşmeyen bir tekrar var.

Ailenin, toplumun izdüşümü olduğunu düşündüm ve her şeyin aslında içeride başladığını söylemek istedim. Bu anlamda bir nevi aile evini andıran bir içerisi ve dışarısı olarak iki ana mekânın ilişkisi üzerine kuruldu sergi. Ailede gerçekleşen zorbalığın toplumsal zorbalıklardan farklı olduğunu söyleyebilir miyiz? Sanmıyorum. Nitekim tıpkı bir aile zorbasının kutsal bir figür olarak el üstünde tutulması gibi toplumsal trajediler de yeniden yazılarak yerine kahramanlık hikâyeleri oturtulur.

Sergide yaptığım gezide en çok etkilendiğim Van eski şehir, bir motif olarak tekrarlıyor. Göl kenarında, sırtı kaleye dayalı bu alan 1915’e kadar Ermenilerin yaşadığı tarihi bir şehir. Şu anda çoğunlukla çukurlardan ibaret ve bunların her birinin bir zamanlar ev olduğunu bilmek dehşet verici. Bu alanda yaşadığım deneyim bana kendi zaman ve gerçeklik algımı sorgulattı. Mekânsal olarak kaygım da bu algı farklılıklarını, ikilikleri sorgulatacak, izleyicinin oryantasyonunu şaşırtacak bir alan yaratmaktı.

​Mekânda içerisi ve dışarısı iç içeliğini ya da tezatlığını oluşturabilmek için önce labirent fikrinden hareket ettim. Metaforik olarak da labirent yıllardır kurcaladığım bir yapıdır ki zaten bir önceki sergimde de Minotor adını verdiğim bir işim vardı. Kişi olarak hepimizin bir labirenti olduğunu düşünüyorum; içeriye girmek tehlikelidir, korkunç canavarlarla karşılaşabilir ve hiç çıkamayabilirsiniz. Öte yandan yaşadığınız işlevsiz tekrarların dışına çıkabilmek için de bu labirentte bir yolculuk yapmanız gerekir. Labirent kurgusu giderek evrildi ve bugünkü hâlini aldı. Yine de hâlâ izleyicinin sergi alanındaki konumunu algılamada zorlanabileceği giriş-çıkışlar var. İçeriye giden karanlık ve dar bir koridor, mekânda dışarısıyla ilişkiyi sağlayan oyuk ve pencere labirentin kalıntıları aslında.

Sergiyi kağıt üzerinde ve sonra üç boyutlu bir maket üzerinde düşünerek oluşturdum. Yerleştirme aşamasında ise sevgili Naz Kocadere ve Zilberman ekibinin de çok yardımı oldu.

1-2. Başak Bugay, Eski şehir, 2021, Terakota; 24 adet çömlek ve 350 adet suret figürü, Değişken boyutlarda Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
3-5. Başak Bugay, Ne gülüyorsun?, 2021, Havayla kuruyan hamur, kumaş, ip, ahşap, led ışık, yağlıboya, 71 x 43 x 66 cm Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
6-8. Başak Bugay, Yokuş , 2021, Kumaş, elyaf, terakota, seramik, 237 x 50 x 80 cm Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
​9-10. Başak Bugay, Aphenphosmphobia, 2021, Wood, fabric, terracotta, 36 x 18 x 35 cm Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Sergide izleyiciyi karşılayan Zincir, 2021 ve Bitince Gelecek Serisi II, 2019-21 isimli iki ayrı desen işinin alt metni nedir?

Bitince Gelecek Serisi, bu serginin ilk düşünce notlarıydı; Doğu Anadolu gezisinden döndükten sonra yapmaya başladım. Sanatsal üretimde yeni bir döneme başlamak biraz sıkıntılı oluyor ama desenin bu geçiş için iyi bir hazım aracı olduğunu düşünüyorum. Belli belirsiz fikir ve imgeler nasıl hayata geçecek ve bir bütün oluşturacak konusunda desen benim için iyi bir başlangıç. Noktalar metaforik olarak da özne ya da olgular olarak görülebilir; aynen bunların arasındaki ilişki dinamiklerine baktığım gibi noktaların da bir araya gelmeleri veya ayrılmaları kağıt üzerinde bir sorunsal oluşturuyor. Bu seri bir anlamda sergiyle ilgili dokümanter nitelik de taşıyor. İçeriğinin yanı sıra mekândaki konumu ve ışığıyla da yönlendirme işlevi gördü. İsmi ise aileye ait bir öyküden çıktı; aynı zamanda etkilendiğim coğrafyanın da öyküsünü taşıyordu. Hem öyküye bağlı olarak hem de yapısı gereği iş hiçbir zaman bitmeyeceği için bu ismi seçtim. Gelen giden kimse olmayacak fakat buna rağmen gösterilen bir çaba ve umut var.

Zincir ise, aynı şekilde bir düşünce alanı. İlişkiyi oluşturan olguların birbirleriyle bağımlılığı ve sürekliliği ile ilgili. Tam da füg durumundaki gibi; fügün oluşması için bir zorba gerekli ya da tam tersi. Zincirdeki bu ilişkisel bağlantılar da noktaların yoğunlaşmaları ve ayrışmaları ile temsil ediliyor.

Sergide izleyiciyi karşılayan diğer bir iş ise Karartma, 2021 isimli yerde konumlandırdığın heykel. İşin kavramsal metninden ve serginin mekânsal kurgusunu nasıl şekillendirdiğinden bahseder misin?

Bu iş izleyiciyi iki ana mekâna taşıyan ve arafta kalan birkaç işten biri. Aynı zamanda izleyiciyi karşılayarak sergiye davet ediyor. İçerideki düşmanın dışarıya yansıtılmasıyla ilgili gördüğüm bir rüyadan yola çıktım. Dışarıdaki hiçbir şey insanın taşıdığı kendi canavarından daha korkutucu değil; buna tahammül edemediğimiz için de içeridekini dışarıya yansıtmaya, hatta bu yüzden hayali düşmanlar uydurmaya çabalıyoruz. Hayatta kalmak için en temel duygu korku ve geçerli bir neden olmasa bile insan korkacağı nesnelere ihtiyaç duyuyor. Sosyal yaşantının da en önemli bileşenlerinden biri dışarıdaki tehlikeye karşı dayanışmak. O tehlike olmadığında kişinin benliği ya da toplum birliği paramparça olacak sanki. Karartma da içerideki canavarın dışarıya atılmasıyla ilgili bir temsil.

​İş, galeri alanını bloke eden bir duvarla birlikte izleyiciyi karşılıyor. Bu noktadan sonra sergiyi keşfetmek için bir adım atmak ise izleyicinin iradesine bırakılıyor. Herkes farklı iştahlara sahip; “sergi bu kadar mı” diye soran da oluyor (bana göre gönülsüzlüğün dışavurumu) ya da bir davet ve kapıda kulp olmamasına rağmen kapalı odaya giren de. Ben bu farklılıkların olmasını ilginç buluyorum.

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Sergide arka odaya girmeden bizi karşılayan ve tek başına duran Afenfosfobi, 2021 isimli kadın imgesi sergi içinde hangi olguya işaret ediyor?

Kadın imgesini ele alıp almama konusunda epey ikileme düştüm çünkü yaptığım figürlere kasıtlı olarak kimlik, kişilik hatta cinsiyet atamıyorum. Ama bir yandan Anadolu tanrıça kültü betimlemeleri bende tarifi olmayan bir tekrarlama isteği uyandırdı; tek bir kere de olsa yapmak istedim. Bu figürinlerin aksine ben figürün dişil iktidarını tıraşladım: Oldukça iri bir gövdeye rağmen göğüsleri yok ve duruşu ehlileşmiş durumda. Eserdeki iki öğe arasındaki gerilim, eğimli bir düzlemde birbirini taşıma ve itme olarak ortaya çıkıyor. Arkadaki fallik figür oldukça görkemli, tehditkâr fakat öndeki dişil figür sayesinde ayakta kalıyor. Afenfosfobi, dokunulma/temas korkusu demek. Bağımlı bir ilişkideki birbirini tahrip etme ya da yok etme ihtimalinin gerilimiyle ilgili.

Sergiye girdiğimizde karşımıza çıkan duvarın arkasında yarattığın bir dünya ve o dünyada yer alan birbirinden bağımsız ama bir o kadar da ilişkili figürler var. Buradaki işlerinden ve birbirleri arasındaki ilişkiden bahseder misin?

Bu işler sergiyi oluşturan iki gruptan biriydi. Aklımda bir aile evi, daha çok bir akşam saatinde yemek odası sahnesi vardı. Tek tek işler kişisel olduğu kadar okuduğum klinik vaka örnekleriyle de ilgili. Psikanalitik kuramın klinikten çıkarak bağlama oturması bana büyüleyici geliyor. Atmosferi oluşturabilmeleri ve dışarısı dediğim diğer odayla ilişki kurabilmeleri için küme olarak yerleştirilmeleri gerekiyordu. Figürler birbirleriyle ilişki hâlinde değil, her biri diğerinden izole ama bir arada öznel bir atmosfer oluşturuyorlar. Öte yandan ancak dışarıdan yansıyan ışıkla görülebiliyorlar ki bu da yarattıkları sözde güvenliğin çaresizliğiyle ilgili. Bir önceki sergimin devamı olarak, bu kez izleyicinin mahrem bir alanın içinde gezinmesini istedim. Mekânsal kurgu, işlerin organik dağılımı ve kaide kullanmama tercihim, izleyicinin dahil olabileceği performatif bir alan oluşturma isteği yüzündendi.

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Odaya açılan pencereden baktığımızda yerlere dağılmış 350 adet suret figürü görüyoruz. Bu odadan söz eder misin? Neden ayrı bir odadalar ve pencereden bakıyoruz onlara?

Bu terakota suretler serginin dışarısı olarak yorumladığım alanına ait parçalar. Daha önce de bahsettiğim, doğrudan Van eski şehirden esinlendim. Amacım kişisel olarak da bir fügün dışına çıktığımı hissettiğim bu alanın, gerçekliğin ve zamanın ayaklarını yere bastığı bir temsilini oluşturmaktı. Suretleri, diğer işlerdeki zihinsel içe dönüklüğün aksine gözleri açık yaptım ve bakışları içeriye yönelecek şekilde yerleştirdim.

Bu oda diğerinden farklı olarak dışında kulpu olmayan bir kapıyla kapatıldı. İzleyici kendi iradesiyle karar versin; eğer istiyorsa bu odaya geçip içeriye baksın istedim.

Bu sergi projesi sonrasında yapmayı planladığın farklı projeler olacak mı?

Daha sergi hazırlığı bitmeden ilerisiyle ilgili hayaller kurmaya başladım. Bir aksilik olmazsa yakın zamanda yine bir seyahate çıkacağım ve bana neler getireceğini yolda göreceğim. Bunun dışında Türkiye dışından tiyatro ve performans sanatları alanından iki sanatçıyla bir proje hazırlığına başladık. Henüz başlangıç aşamasında ama farklı disiplinlerle ortaklık kurma fikri bana heyecan veriyor. İşlerimden de anlaşılacağı gibi çağdaş tiyatro sahnesi beni en çok etkileyen alan.

0
6164
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage