Bilim merakı, bu meraktan doğan okumaları ve ortaya çıkan sonucu biçim bakımından izleyiciyi çevreleyen, içerik bakımından sorgulatan eserlerin üreticisi Ayşe Gül Süter. 1982 İstanbul doğumlu. New York Üniversitesi Tisch School of Art’ta animasyon ve dijital sanatlar eğitimi aldıktan sonra İstanbul’a dönüyor. İstanbul’da yaşıyor ve üretiyor.
Ayşe Gül Süter’in eserlerinde belki de en baskın öge mekânın kendisi. Eserlerini çoğunlukla sergileyeceği mekâna göre kurguluyor. Mekânın sadece duvarları, yatay ve dikey düzlemlerini değil, izleyici ile eser arasındaki hava boşluğunu bile kullanıyor. Bu sayede bütün çevresel alan bir sergi mekânına, bir gösteriye dönüşüyor. İzleyiciyi algısal olarak saran eserler sayesinde mekân beyaz küpten, salondan arınarak eserin kendisine dönüşüyor.
Mekân içindeki izleyici de eserin bir parçası, belki de ana unsurlarından biri haline geliyor. The Bathroom Installation bir sanat eserinin mekân içindeki sınırsızlığının en açık şekilde görülebilen örneklerinden biri. Ziyaretçi mekânı bir yandan bütünsel olarak bir sanat eseri olarak algılarken öte yandan mekânın neresinde olduğunu unutarak benliğinden kısa bir süre için vazgeçmek zorunda kalıyor.
Süter’in sanatsal merakını en çok cezbeden unsur da işte bu izleyici ile sanat eseri arasındaki ilişki. Bu ilişkisi içerisinde en önemli yardımcısı hareket. Süter eser üretmekten çok eser-ziyaretçi ilişkileri ve eser mekânları yaratıyor. Kendi değimiyle “her yüzeyi tuvale çevirmeye” çalıştığını söylese bile ürettiği eserler bir tuvalin sınırlarını aşıp geçiyor. Böylece sanat eserinin görsel bir hoşluk olarak asıldığı duvardan indirip izleyicinin algısı içine yerleştiriyor.
One Aging Tree isimli video enstalasyonda izleyici ölmekte olan bir ağacın ruhuyla yüzleşmek zorunda. Ruh bir koridorun sonuna yansıtılmış olan görüntünün içinde hapis. İzleyici koridor boyunca yakılan ağıtların içinden geçerek ruha ulaşırken içinde bulunduğu rahatsız ortamı sonuna kadar hissediyor. One Aging Tree izleyiciyle hem görsel, hem işitsel iki kanaldan doğrudan iletişim kuruyor.
Süter’in ışık ve ses kullanımları ve bu ikisinin mekân üzerine yansımaları kurgusal oluşuyor. Doğadan aldığı ışığı, sokaklardan çaldığı sesi insan algısına etkileyecek şekilde izlettiriyor. İzlettirmeden öte yaşatıyor. Ancak bu kurgusallık keyfi bir şekilde örülmüş değil. Eserlerinde yer alan yalın kurgusallığın arkasında yoğun, karmaşık bir araştırma süreci yer alıyor.
Her ne kadar eğitimi sanat üzerine olsa da bir bilim insanı titizliğiyle kimi zaman dünyanın manyetik alanına kimi zaman da mikroskobik canlıların hareketlerini inceliyor. Süter’in biyolog Dr. Joseph A. DeGiorgis ile yürüttüğü seyahatler ve araştırma projeleri sonucunda oluşturduğu The Invisible Motion çıplak gözle görülemeyen mikroskobik canlıların hareket, renk ve dokuları arasındaki farkları inceliyor. Bu araştırma sonucunda izleyici rengârenk fotoğraf kompozisyonlarıyla karşılaşırken sanatçı yalnızca eser ile izleyici arasındaki sınırları değil birbirinden çok farklı olarak algılanan bilim ve sanat arasındaki sınırları da kaldırmaya çalışırken karşımıza çıkıyor.
Ayşe Gül Süter ya sergi mekânının dışında kalan dünya ile sergi mekânını aynı düzleme getirmek istiyor ya da içinde bulunduğu dünyadan kopmaya çalışıyor.