Ticari galerilerin yanı sıra tasarım ve mimarlık stüdyolarını ve hatta bu alanlarda çalışan yazılım ve teknoloji firmalarını projenin içine çekmeyi arzulayan bu etkinlikler, yeni medya kültürünün müşterekler lehine yayılmasına da aracılık ediyor.
Contemporary Istanbul Fuarı dahilinde ayrıca 42Maslak Art!Space’te 13 Kasım – 11 Aralık tarihleri arasından düzenlenen ve yeni medya kültürlerine eğreti bir bakış sunan “Bilinmeyen Kod” başlıklı bir sergi de bulunuyor. Fotoğraf ve video çalışmalarıyla dijital teknoloji toplumlarını yansıtan Mehmet Çeper ve Mehmet Ali Boran’ın çalışmaları dijital teknolojilerle birlikte yaşarken ortaya çıkan ironiyi ve gündelik paradoksal halleri yakalayabilmesi nedeniyle dikkat çekiyor.
Bugün yeni medya teknolojilerini kodların hayatımızı nasıl dönüştürdüğünü ve bizi nasıl belirlediğini bilmeden kullanmaktayız. Bu tehlikeli bir durum olabilir. Artık oyunun kurallarını tamamen kavrayamıyoruz. Kodları yazmadan ve bilmeden yaşıyoruz.
Her ne kadar teknikle ilgili birçok karar almak zorunda kalsak da, ne dijital teknolojilerdeki kodlarla tam olarak ne oynandığını, ne de onlarla birlikte tam olarak neyin dönüştüğünü kavrayabiliyoruz. Teknolojik dönüşümün ve bu teknolojik dönüşümle ilgili yönetim zihniyetinin yol açtığı sonuçların giderek bizim sorumluluğumuzdan uzaklaştığını hissediyoruz.
Birebir gündelik gerçeklikte teknolojik, siyasi, ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin uzun vadeli sonuçlarının ne olacağını ayırt edemiyoruz. Bu, bizim için bir bilinmeyen kod. Bugün zamanımızın dilini tam olarak bilmeden yaşıyoruz.
Bilinmeyen Kod, dijital teknolojilerin yüceleştirilmesini içselleştirerek gerçekçi bir yaklaşım öneriyor. Haneke’nin başyapıtlarından biri olan “Bilinmeyen Kod: Bazı Gezilerin Tamamlanmamış Hikayeleri” (2000) adlı filmden ilham alan sergi, gündelik hayatın içindeki mikro-zamanlara ve mikro-mekânlara sızmış çelişkili durumların nasıl deneyimlendiğine odaklanıyor.
Kod yaratmak, toplumsal ve iletişimsel bir eylem. İşbirliği, uzlaşma ve sorun çözme süreçlerini içeriyor. Kodların nasıl çalıştığını bilmediğimiz takdirde işbirliği, uzlaşma ve sorun çözmeye dair çağdaş süreçlerin nasıl işlediğini kavrama ve bu süreçleri yaratma yöntemlerimiz de kısıtlanıyor.
Tam olarak bilmediğimiz ve ancak yaparken deneyimlediğimiz güncel yaşamın akışında, “Bilinmeyen Kod", tamamlanmamış hallere odaklanıyor. Nitekim bu tamamlanmamışlık halleri, bugün ancak birbiriyle ilişkiye geçtiğinde başkalık yaratma potansiyelini harekete geçirebiliyor. Bu yüzden bir diğeriyle nasıl etkileşime geçtiğimizi belirleyen kodlar ile kodların nasıl yazıldığını ve çalıştığını bilmek önemli.
Sergideki sanatçılar, işte bu bilinmeyen kodlar üzerine kurulu güncel yaşam fragmanlarını ancak birinin diğeriyle karşılaşarak başka bir şeyi açığa çıkardığı anlık durumlarla kesiyor. Böylelikle sergide, bilinmeyen ancak tam da sanatsal eylem koşuluyla izi sürülen siyasi, ekonomik ve toplumsal kodlarla birlikte çalışılıyor.
Günümüz koşullarında bilgi-iktidarın nasıl yeniden üretildiğini, hatta kalmaya çalışanların ve hatta kalamayanların eylem yolları izlenerek keşfedilmeye çalışılıyor. Sanata, sanatçıya ve sanat eleştirmenine atfedilmiş güncel işlevler güncel kodlarla yeniden sorgulanıyor.
12-13 Kasım'da, Haliç Kongre Merkezi'nde, Turkcell Teknoloji Zirvesi ile aynı anda yapılacak ilk Istanbul Mini Maker Fuarı ise “kendin yap” kültüründen beslenerek çalışma üretenleri bir araya getiriyor. Bir ilk olması nedeniyle de önemli bir etkinlik olarak not edilmeli. Dijital sanatların belki de en demokratik boyutlarından birini hayata geçiren Maker hareketi, gelişen teknoloji ile beraber, insanın yapma, üretme ve paylaşma içgüdüsünü kolayca tatmin etmesi ile ortaya çıkan ve adı her geçen gün daha da fazla duyulan bir hareket.
Dünyada yeni medya sanatıyla ilgili oluşmuş bir pazar olup olmadığına bakacak olursak, giderek hızla değişen bir trendin olduğunu kavramak zor olmaz. Güzel sanatlar çevresindeki koleksiyonerler, her ne kadar işlerin sergilenme, saklama ve arşivleme sorunlarının yanı sıra özel mülkiyetle ilgili meselelerin nasıl çözüleceğini kestirememekten dolayı, dijital sanat işlerini almakta bugüne kadar çekimser kalsalar da, güncel ekonomik modellerle işin içinden çıkmaya başladılar.
Malum, denklemin ekonomik tarafını değiştirebilirseniz, işlerin rengi de değişmeye başlar. Örneğin İskele47’nin atölyenin çıktılarını sanat ve ticaret dünyası ile buluşturan Erdem Dilbaz’ın kurucuları arasında yer aldığı Nerdworking, bunu sağlayan önemli aktörlerden biri.
Diğer bir örnek ise eserlerin satışına yönelik çevirimiçi müzayedeler ile ilgili. 2011 yılında kurulan Undeterred, Paddle8 adlı çevrimiçi bir müzayede evi, geçtiğimiz yıl ilk kez yalnızca dijital sanatlara ayrılan bir müzayede gerçekleştirdi. Bu etkinlikte 16.000 dolara satışı yapılan en yüksek fiyatlı iş, bu yılki müzayedede yaklaşık 3 katına çıkarak dijital sanatlarda yükselen ivmeyi bize bir kez daha gösterdi. Michael Staniak’ın 1982 tarihinde yaptığı IMG-885 (holografik) adlı iş, grafik arayüzlere sahip dokunmatik ekranlı araçlar, akıllı telefonlar, kişisel bilgisayarlar ve internet gibi dijital teknolojilerin estetiği ile resim sanatını birleştiren bir niteliğe sahip. “Kendimi internette gezinme eylemi ve internet estetiği ile iş üreten bir internet-sonrası sanatçısı olarak görüyorum” diyen sanatçının işi, dijital ve fiziksel arasındaki ayrımın giderek ayırt edilememesi üzerine kurulu.
Dijital efektleri, dijital olmayan unsurlarla yeniden üreterek dijital sanat estetiğini oluşturan Ayşe Gül Süter’in son dönem çalışmalarında da bu simülasyona dayalı ışık, hareket, ses ve yansıma gibi temel unsurlarla oynandığını görüyoruz. Son olarak farklı kuş sürülerini anımsatan 2 boyutlu animasyonları yerleştiren Süter için dijital sanatlar, her ortama uygulanabilirliğinden dolayı giderek daha fazla ilgi çekiyor ve genel izleyiciyle buluşuyor.
2012 yılında Ozan Türkkan ile birlikte Akbank Çağdaş Sanat Atölyesi’nde gerçekleştirdiğimiz “Yeni Medya Sanatları Nasıl Okunabilir?” başlıklı atölye çalışması ve seminerde de dijital sanat işlerinin satışı ve arşivlenmesi konusuna bir gün ayırmıştık.
İnteraktif işlerin alınıp satılması, bireysel koleksiyonerler için hala epey zor ve meşakkatli. Bu konuyla ilgili bilgi edinilmesi gerekiyor. Kurumsal firmalar bu işlere daha çok ilgi gösteriyor. Turkcell, Vestel ve TTNET gibi kurumlar ARGE ve pazarlamaya yatırım yaparken henüz bu sanatların önemini kavrayamamış gibi duruyor. Öte yandan, 42Maslak gibi bir kurum, dijital sanatlara ilgi duyan ve bir dijital sanat koleksiyon oluşturmayı talep eden yegane aktörlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Türkkan, 2015 yılından sonra İstanbul’da dünyanın diğer ülkelerine göre yeni medya sanatıyla ilgili eserlerin daha çok alınıp satılacağını öngörüyor: “Burada sermaye kesiminin de yeni medya sanatlarına ilgili göstermesi dikkat çekici. Önceden sadece elit kesim bu işlere ilgi gösterirdi. Bugün ise bu alanda üretenler giderek artıyor. Bir de şu çok etkiliyor. Büyük dijital projelerin sahipleri de yeni medya sanatıyla ilgili işlere yönelmeye başladı.”
Ancak sanatçılar, küratörler ve kurumlar arasında ilişkiler ve b(ağ)lar Türkiye’de hala gelişmeye çok açık. 2000’lerin başında yakalanan ivme hız kesiyor ve bireysel çabalara terk ediliyor gibi duruyor. Kurumlar ve kurumların başındaki kişiler hala çekimser sayılabilir. Klasik sponsorluk ve isminin gözükmesi peşine takılmış miyadı dolmuş bir zihniyet, bu değişimi nasıl yutacağını ve hazmedeceğini bilemiyor gibi duruyor. Oysa dijital sanatlar, paylaşıma ve etkileşime açık bir yapıya sahip. Tek gereken teşvik, vizyon ve özgüven.
Yine de daha somut sorunlar halen merak konusu. Örneğin dijital sanat işlerinin nasıl satılabileceği ve arşivlenebileceği ile ilgili. Türkkan bu konudaki süreci şöyle açıklıyor: “Burada işin ilk önce kaç edisyon olacağına karar veriliyor. Ayrıca eserlerin sertifikalarını hazırlıyoruz. Bu sertifikaların tekil olmasına özen gösteriyoruz. Sertifikada kaç edisyon olduğu, muhafaza etme koşulları ve alıcının ismi gibi bilgiler yer alıyor. Son olarak da, sanatçının imzası bu sertifikada bulunuyor.” Koleksiyoner, cebinde bu sertifika ve minik bir USB bellek ile evine dönüyor. ABD’de ise dijital sanat eserlerini arşivleyen sivil toplum kuruluşları var. Sanatçılar eserlerini bu kuruluşlarla paylaşarak eserlerinin saklanabilmesini ve farklı formatlara aktarılabilmesini güvence altına alarak kalıcılığı sağlıyor.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, dünyada yükselen dijital sanatların Türkiye’de bir pazarlama ve tanıtım aracı olarak görülmekten çıkarak, açık fikirli ve yenilikçi büyük şirketler ile üniversitelerin faaliyetleriyle iç içe geçmesi gerekiyor. Dijital sanatların ve ilgili sanatsal, bilimsel ve teknolojik etkinlikler ile bilgi üretiminin kurumların yatırımıyla büyümesi önümüzdeki adımlardan biri. Ve bunu ancak gerçekleştirirken ve yaparken deneyimleyebiliriz.