Burcu Perçin ile küratörlüğünü üstlendiği, insanın doğa ile olan ilişkisini temel alan “Varoluşa Saygı” sergisini ve sanatçının kamusal varlığı üzerine konuştuk.
Alper Aydın, Ahmet Duru, Burcu Perçin, Evren Sungur, İrem Tok, Serkan Demir, Sibel Horada, Sinem Dişli, Yusuf Sevinçli ve Yüksel Arslan’ın eserlerinden oluşan, Burcu Perçin’in küratörlüğünü üstlendiği “Varoluşa Saygı” sergisi, geçtiğimiz haftalarda MERKUR’de izleyiciyle buluştu. “Uzun zamandır bir arada olmanın gücünü kullanmaya ihtiyacımız var.” diyen Perçin bu sergide on sanatçının farklı medyumlardaki eserlerini bir araya getirdi. Ayrıca sergiden edilecek gelirin bir kısmı, deprem felaketinden etkilenen insanlar için bağışlanacak.
“Varoluşa Saygı” başlıklı karma sergiyi 1 Nisan’a kadar MERKUR’de ziyaret edebilirsiniz.
Burcu Perçin’i sanatçı olarak tanıyoruz. Küratöryel bir proje hazırlama fikri nasıl çıktı? Sanatçı kimliğinizle araştırma alanınız arasında bir ilişki var mı?
Bu benim ikinci küratöryel deneyimim. Bir önceki 2019’da Artweeks Akaretler’de gerçekleşti. O zaman kurguladığım sergiye, ortak geçmişim, dostluğum olan sanatçıları davet etmiştim. 12 sanatçıydık, güzel geri dönüşleri olan bir sergiydi. Yeni grup sergi projeleri yaratmak istiyordum fakat önceliğim 2022’nin başında açtığım 11. kişisel sergimdi. Bu süreçte Instagram’da çevresel sanat adında açtığım bir sayfa oluşturdum. Sanırım iki yıla yaklaşıyor. O sayfada kendi dünyama yakın hissettiğim, çevre sorunlarına yönelik, onu geliştirme, iyileştirme niyetinde olan sanatçılara yer veriyorum. Bu anlamda hem çevresel farkındalığımıza katkıda bulunmak istiyorum, hem de dünyada bu yönde iş üreten sanatçıları tanıyarak besleniyorum. Bir nevi arşiv oluşturuyorum. Aslında tüm bu süreç beni bu sergiye hazırladı diyebiliriz. Hatta daha öncesine gidersek, 2017’de İstanbulArtNews’ün bir sayısında "Sanatçının Çevreye Bağlılığı” başlığında bir yazım yayımlanmıştı. Yazının içinde, sanatçılarla bir araya gelerek çevre temalı projeler üzerine sergiler gerçekleştirmek için bir çağrıda bulunmuştum. Uzun zamandır bir arada olmanın gücünü kullanmaya ihtiyacımız var. Türkiye’de son yıllarda çevre tahribatları giderek arttı, doğal kaynaklarımız, cennet ülkemizdeki tüm güzelliklerimiz yok ediliyor. Çevremiz için sanatçı ya da birey olarak sorumluluklarımızı birlikte düşünmeli ve tartışmalıyız; beraber yeni yollar bularak değişime daha güçlü katkıda bulunabiliriz. Hepimiz kendi özelimizde çevresel konuları irdeliyoruz ama bunları bir araya getirmek çok daha güçlü bir ses doğurur. Şu an zaten her anlamda birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olma zamanı…
Sürdürülebilirlik, iklim ve su krizi gibi konular odak meselelerinden biri güncel sanatın. Ancak genellikle didaktik ve sorunlara odaklanan çalışmalar görüyoruz. “Varoluşa Saygı” sergisi, bu anlamda insan/doğa ilişkisi olarak ne vadediyor?
Evet, sanatçılar 1960’lardan itibaren çevre üzerinde işler üreterek bu konulara dikkat çekiyor. Kimileri doğal dünyayı işleyerek, güzellikleri betimleyerek baştan çıkarmayı hedefliyor, kimileri insanın doğadaki yıkıcı etkisiyle yüzleştiriyor, kimileri de sizin söylediğiniz gibi daha didaktik bilimsel bir araştırma ile konuya dikkat çekiyor, bu da karmaşık bilgiler içerebiliyor. Hepsi gerçekten çok değerli. “Varoluşa Saygı” sergisi de bu anlamda bize geniş bir yelpaze sunuyor. Örneğin bazı sanatçılar çevresel bilinci, geçmiş kültürler üzerinden; arkeolojik değerlendirirken, bazıları ise güncel travmatik durumların metaforunu yapıyor. Ve çok farklı disiplinler, teknikler bir arada sergileniyor. Ona rağmen eserlerin birbirleriyle tematik ilişkisi, görselliği ve duygusu bütünsel oldu.
Bu sergi, geçmişten bugüne insanın doğa ile olan ilişkisini sorgulayan, eleştiren, yüzleştiren, önemini hatırlatan, öneriler getiren duyarlı yapıtları bir araya getiriyor.
Sanatçı olarak kullandığınız üretim pratiği, küratöryel metodunuza etki etti mi? Sergiyi nasıl bir metotla hazırladınız? Mesela işleri sizin gözünüzden birbiriyle nasıl ilişkilendirebiliriz?
Ana üretim pratiğim resim biliyorsunuz. Heykel, fotoğraf gibi farklı disiplinlerde iş üretsem de temel pratiğim tuval resmi. Bu anlamda serginin geneline baktığınızda resimsel bir dil söz konusu. Bilinçli, belki bazen de bilinç akışı seçimler, kurgularla güçlü bir renk ve biçim uyumu oluştu.
Bu anlamda sergide aynı alanda bulunan Alper Aydın ve Sibel Horada’nın eserlerinden söz etmek isterim. Alper Aydın, deniz kenarında bulduğu inek kemiklerini, Kibele heykeline benzeterek, onları renklendiriyor ve Ankara’da 14 bin yıllık özel bir mekâna yerleştirerek fotoğrafını çekiyor. Sibel Horada ise Marmara ve Karadeniz kıyılarındaki ıssız kumsallardan kurtarılan renkli strafor parçalarından bir yerleştirme yapıyor. Her ikisinde renk seçimleri ve formlar görsel bütünlük oluştururken, birinde bir canlının diğerinde insan yapımı bir nesnenin suyla birlikte dönüşümü aktarılıyor.
İşlerin birbiriyle ilişkisini sergiyi gezerek anlatmayı daha verimli buluyorum. Her ziyaretçiye, gruplara çok keyifle anlatıyorum. Hepsini burada aktarmam mümkün değil ama bir örnek daha vermek isterim. Sergiye hazırlanırken ilham almak için, benim çok sevdiğim bir yazar, filozof, doğa bilimci ve ilk çevreci olarak bilinen Henri David Thoreau’un bir kitabını okuyordum. O sırada araştırmalar yaparken, Yüksel Arslan’ın bu yazara atfettiği bir serisi olduğunu fark ettim. Herkesin çok bilmediği az sayıda doğa betimlemelerinden biri olan Yüksel Arslan’ın bu resminin Papko koleksiyonunda olduğunu öğrendim ve Öner Kocabeyoğlu ile iletişime geçerek, sergileme iznini aldım. Gerçekten büyük bir şans oldu benim için, ilk çevreci yazara atfedilmiş bu resme yer verebilmek... Eseri sergileyebileceğimi öğrenince, İrem Tok’un o resimle müthiş uyumlu olan bir kitap işini yanına asmaya karar verdim. İrem Tok eserinde kitabın sayfalarını kazarak, doğal malzemeler kullanarak bir doğa betimlemesi oluşturuyor. Ve kitap yazarıyla sanki bu sergide buluşuyor.
Elbette bu sergi için çok çalıştım. Sanatçıları seçmek, tanımak, görüşmek, işlerine karar vermek, sergiyi kurgulamak, bununla birlikte davetiye tasarımından, pdf dosyasının hazırlığına kadar her şeyi bizzat ben yapmak istedim. Sergiyi önce photoshopta yerleştirdim. O yüzden galeride eserleri asarken her şey zihnimde netti.
Yakın zamanda ülkemizin 10 ilinden fazlasını etkileyen büyük bir deprem felaketi yaşadık. Bu deneyimle sergiyi nasıl okuyabiliriz?
Çok önemli bir soru, teşekkür ederim. Depremin öncesinde, sergi boyunca satışlardan elde edilen gelirin bir kısmını çevreci sivil toplum kuruluşlardan birine ayırmaya karar vermiştik. Serginin konseptinin bir yönü de buydu. Fidan bağışı gibi somut bir eylem içermesini istedim. Fakat bu süreçte 11 ilimizde gerçekleşen hepimizi derinden üzen çok büyük deprem afeti yaşanınca elbette bağışımızı depremden etkilenen insanlara aktarmaya karar verdik. Sergiyi iki hafta erteleyerek 14 Mart’ta izleyiciye açtık.
Diğer taraftan sürdürülebilir bir çevre oluşturmada afet zararlarının ve risklerinin azaltılması için ciddi çalışmalar yapılması gerekiyor. Hafriyatın ayrıştırılması, bölgedeki insanların sağlığına zarar vermeyecek şekilde bertaraf edilmesi gerekiyor. Maalesef şu anki süreç böyle ilerlemiyor…
Bu deneyimle sergiye baktığımızda, daha da güçlü bir şekilde toplumda çevresel bilincin oluşması için sanatın gücünü daha çok kullanmamız gerektiğine inanıyorum. Hepimize önemli sorumluluklar düştüğü kaçınılmaz bir gerçektir. Deprem bölgesinde toplumsal hayatın tekrardan en güvenli şekilde kurulması için hepimiz elimizden geleni yapmalıyız. Stk’larla iş birliği içinde olmalıyız. Unutmamak gerekir ki sadece oradaki insanların bize değil, bizim de onlara çok ihtiyacımız var.
Bu sergi ve araştırmalar bir sonraki süreçte nereye gidecek? Geçirdiğimiz zorlu süreçte kolektif olmak adına ne gibi istekleriniz var? Bizlere burada neler düşüyor?
Bir arada hareket etmenin gücünü kullanmanın merakı ve heyecanı içinde bu sergiyi güzel bir başlangıç olarak görüyor, önümüzdeki süreçte büyüyerek devam etmesini arzu ediyorum.
Daha çok sanatçının katılımıyla, bağımsız büyük mekânlara yayılan, yurt dışından sanatçıları davet ettiğimiz, onlarla ve sivil toplum örgütleriyle, bilim insanlarıyla, mimarlarla iş birliği içinde hareket ettiğimiz sergiler düzenleyelim istiyorum. Bu şekilde Türkiye’de ve dünyada bu konuya daha çok dikkat çekerek değişime katkı sağlayabileceğimize inanıyorum.
Böylece daha güçlü bir şekilde örgütlenebilir, ülkemizde ve dünyada yaşanan sosyal ve çevresel sorunlara birlikte dur diyebiliriz.