"The Art of Banksy” dünya prömiyerini Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla ve Beyoğlu Belediyesi’nin destekleriyle İstanbul’da Global Karaköy’de gerçekleştirildi. 1 Mart’a kadar görülebilecek sergi açıldığı günden beri sanat dünyasının gündeminde ve daha da çok konuşulacak gibi görünüyor.
Bu yazıya nasıl nereden başlasam bilemedim. Konumuz Banksy ve İstanbul’daki büyük ve gösterişli Banksy sergisi: “The Art of Banksy”. Ben de herkes gibi daha sergiyi görmeden büyük bir handikapla karşılaşmıştım. Sokak sanatçısı Banksy sergi salonuna kapatılmakla kalmamış, bir de üstüne ‘kapitalizm-karşıtı’ sanatçının sergisi için 35 lira giriş ücreti isteniyordu. Olacak iş değildi. Sponsorları ve düzenleyicileri de, en belirgin damarı tüketim-karşıtlığı, şirket-karşıtlığı ile bilinen Banksy için ayrı bir şaka gibiydi.
Bilet meselesini davetiye vesilesiyle es geçtikten sonra, kafamda zaten dönüp duran şüpheci sesle sergi mekânına ulaştım. Ve sonrasında gördüklerim akıl alır gibi değildi. “Banksy’nin yapmaya çalıştığı ve temsil ettiği ne varsa tam tersini yapalım” başlığı altında toplanmış bir garabetler dizisiyle karşılaştım. Eleştirel bir gözle bakılamayacak kadar abes, aslında mantığın kendisini çökerten bu acayiplikler dizisini tek tek açıklamaya çalışayım.
Daha girişte trajikomik bir anti-Banksy hamlesi olarak ‘kırmızı halı’ beni karşıladı. Bir sokak sanatçısı, olduğu yerde durmaması gereken, ‘yeraltı’nda hareket eden, kanunların illegal ilan ettiği ve bu yüzden de yüzünü bile gösteremeyen bir sanatçının sergisinde kırmızı halıda boy göstermek ve dahi durup poz vermek ne demek? Kötü ve amatör bir şaka gibi. O halı üzerinde yürüyen davetliler hakikaten ya tam bir bilgisizlikten (kim bu Banksy?) ya da tam bir umarsızlıktan (Banksy de kimmiş?) muzdaripler. Hangisi daha fena bilemedim.
Serginin ikinci şakası, yine girişte bizi karşılıyor: “Bu sergi gizli ve kapalı kamera sistemleriyle (CCTV) izlenmektedir”. Banksy’nin CCTV Altında Tek Bir Millet (tek-bayrak-altında-tek-millet şiarına gönderme) işini bilmiyor mu bu sergiyi düzenleyenler? Banksy gözetim sistemlerini eleştirmek için duvara devasa harflerle bunu (One nation under CCTV) yazmıştı zamanında. Bir an baktım hakikaten, acaba ironik bir gönderme olabilir mi diye. Hayır efendim, bu uyarı levhaları büyük bir ciddiyetle, Banksy’ye hakaret eder gibi serginin iki üç farklı noktasına yerleştirilmişti. Bir sanatçının fikriyatı ve pratiğine ancak bu kadar ters bir hamle yapılabilirdi.
Serginin hemen girişinde bir şaka daha vardı. Hangi akla hizmet bilinmez ama, sergiyi düzenleyenler Banksy’nin stencillerindeki figürleri ‘canlandırmaya’ karar vermişler. Bunlardan ilk gördüğüm figür London Maid adlı stencildeki hizmetçi kızdı. Banksy’nin eleştiri mahiyetinde ürettiği bu duvar işi, bir kızcağız tarafından sergiyi gezenler fotoğraf çekebilsin diye canlandırmış. Elinde süpürge faraş, duvar kenarında bir ‘süpürme pozu’ veriyor. Olacak iş değil. Ama gelin görün ki sergiyi dolaşanlar bu fikre bayılmıştı, kızcağızın yanında fotoğraf çektiren çektireneydi. Bu canlandırma komedisi devam ediyordu: Banksy’nin yine tabii ki bir eleştiri ürünü olarak yaptığı ‘gülen suratlı, eli silahlı asker’ stencilinin önünde elinde silah, askeri kostüm giymiş biri duruyordu. Bu anti-militarizm işinin adeta militer bir performansa dönüşmesi, hakikaten düşündürücü.
Devam ediyoruz: Bu sefer sıra ‘kucağında bomba taşıyan kız’ stenciline geliyor. İnanılmaz ama gerçek. O kızın replikası elinde bir bombayla salonda dolaşıyor, insanlar da kendisiyle ‘hatıra fotoğrafı’ çektiriyor. Gösteri kültürünün siyasal eleştiriyi içerip, etkisizleştirmesi mi dedi biri? Alın size dört başı mamur bir örnek. Bu performans şakalarından sonuncusu daha da vahim. Banksy’nin yaptığı ‘çiçek fırlatan eylemci’ (Flower Thrower) stencili, yine müthiş bir hayalgücü örneği olarak birebir canlandırılmış. Çiçek atılmıyor, o kişi de eylemci değil. Siyasi içerik, sanatsal estetik vesaire yerle yeksan olmuş, can çekişiyor. Ancak bir komedi olabilecek bu performansların bir ‘komedi’ öğesi olarak sunulmadığını da söylemek lazım. İyi ki bu arkadaşlar Banksy’nin ‘Napalm’ adlı işini canlandırmaya kalkmamış. Napalm bombasından kaçarken görülen kız çocuğunun (Kim Puch’un) yanına bir McDonalds bir de Disney kuklası yerleştirmişti Banksy. Bu tezatla korkunç bir hakikate işaret ediyordu.
Bütün bu performanslara maruz kaldıktan sonra, bilin bakalım sergiyi hangi bölümden geçerek terk ediyorsunuz. Bir ipucu: Banksy’nin çektiği bir ‘mocumentary’ (sahte-belgesel) vardı, adı da Exit Through Gift Shop’tu (Çıkarken Hediye Dükkanından Geçiniz). Bunu da birebir uygulamayı ihmal etmemişler, serginin son durağı hakikaten (ironik falan değil, gerçekten) ‘hediye dükkanı’! Ve bu dükkanda türlü çeşit Banksy objeleri (kurabiyeler dahil) gayet yüksek fiyata satılıyor. Tam artık başka şaka olamaz derken, sergi son bir sürpriz daha yapıyor: Sergiden çıkanları Londra’daki otellerden çıkma gibi görünen kırmızı takım elbiseli, melon şapkalı görevliler uğurluyor. Peki Banksy ve eleştirel düşüncesi vesaire nerede? Namevcut. Bir Banksy karikatürü, bir Banksy parodisi büyük bir ciddiyetle bir Banksy sergisi diye sunuluyor.
Tabii böyle bir sergiden sonra insanın aklına ‘iyi de Banksy buna nasıl izin verir?’ sorusu geliyor. Hadi bunu yapanların kendi trajikomik şuursuzluğu dedik geçtik, ya o siyasi ve alternatif gönüllere taht kurmuş Banksy? Bu yazı bu sorunun da üzerinden gidecekti ama Sanatatak’tan Ayşegül Sönmez’in röportajı sağ olsun, cevabı öğrendik: Banksy’nin bu sergiden haberi yokmuş! İşte size mantığı çökerten bir şaka daha! Meğer efendim Banksy’nin eski ‘temsilcisi’ olan şahıs Banksy’den habersiz bu sergiyi organize etmiş. Nasıl olabiliyor böyle diye sormuyorum çünkü Banksy’nin ‘gerçek kişiliği’ bilinmiyor, ‘tüzel kişiliği’ de sallantıda. Aslında burada daha temel bir sorun var: Nasıl oluyor da varlığı ve sanat pratiği ‘illegal’ sayılan biri sergi açabiliyor? Banksy bir yandan sergiler açıp işlerini satarken, bir yandan da illegal sokak sanatı yapma aurasından, karizmasından ve bunun yarattığı gizemli personadan faydalanmaya devam ediyor. Yani dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir ‘Banksy’ sergisi olmasının kendisi sorunlu ve kısmen samimiyetsiz bir durum. Banksy eleştirisine böyle devam edilebilir ama asıl konumuza, sergiye dönelim.
Bu sergi, kapitalizmin sanatın muhalif damarını ve içeriğini yok etmesi meselesinin çok uç ve trajikomik bir örneği. Jameson gibi düşünürlerin yaptığı ‘kapitalizmin her yeri saran kolları sanatı da sarmalayıp yok ediyor’ türünden eleştirilerini tekrarlamaya gerek yok. Serginin davetlileri arasında mevcut Cumhurbaşkanı’nın kızı da varmış. Buyurmuş gelmiş. İşleri de çok sevmiş. Güler misin ağlar mısın? Kendisinin Banksy’nin homofobi, militarizm ve kapitalizm karşıtı işler yaptığından haberi var mı acaba? Ya da doğayı ve düşünce özgürlüğünü savunduğundan? İşte burada çok büyük bir paradoks var. Banksy’nin eleştirdiği her şey (vahşi kapitalizmden milliyetçiliğe, homofobiden militarizme kadar her şey) Türkiye denilen garabetler ülkesinde ziyadesiyle sergilenirken, Banksy’nini sergisine devlet katından (devlet ailesinden diyelim) temsilciler çağrılıyor ve bu bir tepkiye bile yol açamıyor.
Türkiye’ye hoş geldin Banksy ama sen değil, parodin geldi. Burada hiçbir taşı yerinden oynatamadın, devlet erkânı bile seni sevdi. Banksy’yi tanıyan bilen biri varsa söylesin, hemen gelip o serginin yapıldığı binanın üstüne sağlam bir stencil yapmalı. Holdingler ve devletler tarafından sahneye çıkarılmış, eli kolu bağlı, uysal bir Banksy portresi iyi olur mesela. İnsanın aklına Otomatik Portakal’ın Alex’inin akıbeti geliyor.