Bünyamin Özgültekin’in ve son 50 yılda onun çalışan 50 öğrencisinin eserlerinden bir seçki sunan “50+1” sergisi üzerine bir yazı.
Her sanatsal ilerlemenin ve profesyonel kariyerin başlangıcında, sanat ve kültüre ilişkin yoğun bir öğrenme süreci ile dünyanın iç ve dış meselelerinin bütünsel olarak deneyimlenmesi, bir eserin gelişiminin temelini oluşturur. İster sanat akademisinde olsun ister yaşam yolculuğunun sayısız rotasında olsun, çok yönlü ve çok disiplinli eğitim, sanatçılar için büyük rol oynamaktadır. Sanat, alternatif bilgi biçimlerinin üretimi ve paylaşımı açısından güçlü bir alan olduğundan, yaşam boyu öğrenme kavramı güçlü ve anlamlı bir sanatçı olmanın ön koşuludur. Bir sanatçı ancak sürekli olarak deneyim, deney ve analiz kavramları arasında geçiş yaparsa sürekli sanatsal gelişim gerçekleşebilir. Eğitim sürecine öğrenmenin ve öğrenmemenin de eklenmesi, bilinenin ötesine geçmeye yönelik kişisel ve mesleki ilerlemenin hızını tetikler. Konfor alanımızın dışında kalan yabancı topraklara yapılan her yolculukta olduğu gibi, bu heyecan verici ama zorlu arayış sırasında, uzmanlar ve liderler bizi hedeflerimize daha kolay ve daha hızlı yönlendirebilir. Bu bağlamda elbette her lider bir öğretmendir ve her öğretmen de bir lider olmalıdır.
Öne çıkan sanatçıların başarılı kariyerlerine dönüp baktıklarında, dünyayı ve sanatçının eserlerini sonsuza dek değiştiren etkili bir öğretmenle erken tanışmışlardı. Herkes hayatında bu tür kilit kişilerle tanışır. Nadirdir ama ara sıra yollarımız kesişir. Elbette öğrencinin ve öğretmenin birbirini keşfetmesi gerekir ve bir eşleşme gerçekleştiğinde, harika ve anlamlı şeyler yaratan büyülü ve güçlü enerji akışları meydana gelir. Bu nedenle eğitim önemlidir ve öğretmenler değişim ve ilerlemenin temellerini oluştururken aynı zamanda genç sanatçıların yapıtlarını oluşturma sürecine etki ederler.
Kendi kuşağının en etkili sanatçılarından biri olan Bünyemin Özgültekin, 50 yıldır yurt içi ve yurt dışında önemli sanat akademileri ve üniversitelerde öğretmenlik yaparken, binlerce öğrenciye sanatçı olma yolculuğunda yol gösteren güçlü bir öğretmen oldu. Birçoğu önemli akademisyenler ve güçlü sanatçılar hâline geldi. Özgültekin’den aldıkları sanat ve eğitim meşalelerini şimdi de gelecek nesillere taşımaya devam ediyorlar.
Beşiktaş Çağdaş Sanat Galerisi’nin Mustafa Kemal Merkezi’ndeki (MKM) geniş sergi alanında, “50+1”, Özgültekin’in çeşitli seri eserlerinden bir seçki ve son elli yılda onunla çalışmış 50 eski sanat öğrencisinin eserlerini sundu. Sergi, onun eğitmen ve akıl hocası olarak önemine saygı duruşu niteliğinde olmasının yanı sıra, öğrencileri üzerindeki etkisini açığa çıkararak öğretmen ve sanatçı olarak yaptığı çalışmalar arasındaki ilişkiyi ortaya koydu.
Sergilenen resimler kabaca soyut ve figüratif çalışmalar olarak ikiye ayrılabilir; bu da Özgültekin’in eğitimci olarak çalışmasının sanatçıları öğretmenlerinin üslubunun kopyalarını yaratmaya yönlendirmediğini kanıtlıyor; bu durum dünyanın her yerindeki birçok sanat dersinde sıklıkla görülüyor. Bünyemin Özgültekin, öğrencilerini tercih ettiği estetik ve kavramlara itmek yerine, kişisel sanatsal istek ve ihtiyaçları tetikleyerek her öğrencinin bireysel eser geliştirme şansını yakaladı. Ahmet Acar, Ali Koç, Alp Uçar, Alpaslan Akpınar, Ayç Alper Akçay, Ceyda Güler, Evren Kavukçu, Fatih Balcı, Hatice Doğan, Mehmet Öğüt, Nebahat Karyağdı, Orhan Benli, Serdar Yılmaz ve Turan Asan, organik ve geometrik soyut sanat arasında değişen ilgi çekici eserler sunuyor. Bu grup sanatçılarda resmin ontolojisini sanat bağlamında yeniden ele alan, ağırlıklı olarak biçimci bir yaklaşım benimsenmekte.
Ali Gümülçine, Baybora Temel, Ceylan Mutlu, Deniz Bayav, Deniz Gökduman, Enver Yolcu, Erhun Şengül, Feryal Teneri, Fethiye Erbay, Figen Girgin, Filiz Kara, Gülseren İldeş, Gürcan Akın, Hadi Kuzu, Hatice Kuzu, Hatice Bengisu, Lütfiye Bozdağ , Mahmut Selçuk, Mehmet Emim Kayserili, Mehtap Kodaman, Melek Abut, Menduha Kayserili, Mustafa Karyağdı, Mutlu Erbay, Necla Sağlam, Nurullah Atalay, Şehnaz Yalçın, Şerif Kino, Serkan Böncü, Seydi Murat Koç, Sibel Kılıç, Şinasi İşler, Soner San Uğur Akbulut ve Ümran Özbalcı, soyut figürasyondan dışavurumculuğa ve gerçekçiliğe uzanan sanatsal stratejileri kullanarak dünyamıza yansıyan çalışmalar sunuyor. Sosyoloji ve siyasetin yanı sıra doğa ve kent yaşamıyla ilgili konulara odaklanan, insanın varoluşçu mücadelesi, çoğu zaman sanatçıların anlatılarını temsil ettikleri kavramsal temeli inşa ediyor.
“50+1”in küratöryel fikri, iki grubun farklı sanatsal yaklaşımlarını sergi alanı içerisinde hafifçe ayırarak ortaya çıkarttı. Böylece izleyici, soyut sanatın ve figüratif sanatın günümüzdeki durumunu dikkatli bir şekilde gözden geçirme ve aynı zamanda Özgültekin’in bir öğretmen olarak kendisine verdiği özgürlüğü anlama şansına sahip oldu. Bu anlamda “50+1”, hâlâ öğrencinin onun yolundan gitmesi gerektiğine inanan sanat eğitmenleri için de bir manifestodur. Aslında sergi, sanat eğitimi sistemi içerisinde özgürlük ve bireyselliğin öneminin bir ifadesidir.
Bünyamin Özgültekin’in etkileyici özgeçmişi onun sanatçı ve öğretmen olarak gücünü ve deneyimini vurguluyor. 1969-1972 yılları arasında Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nde okuduktan sonra 1978 yılına kadar Kassel Güzel Sanatlar Akademisi’nde tam burslu olarak eğitimine devam etti. Bu süre zarfında sanatçı ve öğretmen olarak üzerinde büyük etkisi olan Joseph Beuys’la tanıştı. Almanya’da Braunschweig Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenci olarak, daha sonra Hessen Üniversitesi Pedagoji Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak kaldı. Türkiye’ye döndükten ve doktorasını Marmara Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra kariyerine çeşitli üniversitelerde sanatçı, öğretmen ve yönetici olarak devam etti. Sanatın yaratılması ve eğitimi konusunda Türkiye’de ve yurt dışında edindiği eşsiz deneyimler, ona sanatsal ve pedagojik konuların üretimi ve aracılık edilmesi konusunda olağanüstü bir anlayış kazandırdı. Sanatçı ve sanat eğitimcisi olarak başarısının nedeni budur. Aynı zamanda birçok öğrencisinin başarısı da bundan kaynaklıdır.
Özgültekin, 1980’li yılların ortalarından itibaren resim, kolaj, hazır nesneler, ahşap, çelik ve neon gibi alışılmışın dışında malzemeler kullanarak yaptığı kapsamlı çalışmalarından oluşan kavramsal ve felsefi temelli eserleriyle etkili bir sanatçı oldu. Aynı zamanda sanat öğrencilerinin akademik eğitiminde yenilik yapmaya yönelik eğitim modellerinin tasarlanması ve uygulanmasında da önemli bir etkiye neden oldu.
Disiplinlerarası eserleri, minimalist estetikle yakın bağlantı gösteren kavramsal sanat temelli resimlerden oluşuyor. Öte yandan üç boyutlu nesne temelli çalışmaları da hazır yapıt fikrinden ve çağdaş heykel kavramından yararlanıyor. Bünyamin Özgültekin tüm eserlerinde sanatın özünü olduğu kadar toplumla ilişki içinde insan olmanın özünü de ortaya çıkarıyor. Yapıtlarının modern resim tarihiyle kültürün mevcut durumu arasındaki gerçekliği, gerçeklik bağlamında birleştirmeyi başarmasının nedeni budur. Gerçekten de onun çalışmaları biçimsel, estetik ve kavramsal olarak çok katmanlıdır. Özgültekin, sanatsal incelemesi ve minimalist sanatın, kavramsal sanatın ve op-art'ın kavramsal ve estetik doğasının bazı kısımlarını analitik olarak benimseyerek, sanatı ve dünyayı nasıl algıladığımıza dair taze ama eleştirel bir yaklaşım sunuyor. Yapıtları, izleyicinin sanatın ve yaşamın anlamına ilişkin acil sorulara yeni bakış açıları keşfedebileceği bir estetik ve algı okuludur.
Ressamlık eserleri, genellikle monokrom zeminler üzerinde ustaca bir araya getirdiği geometrik şekiller ve formlarla karakterize edilir. Resim tarzı minimal ve grafikseldir, çünkü boyama sürecini jestüel izler veya etkileyici dokularla ortaya çıkarmaz. Açık ve dürtüsel fırça darbelerinin olmayışı, dikkatle planlanmış ve sakin bir şekilde uygulanan renk, şekil, form ve doku düzenlemeleri, resimlerine oldukça akılcı bir karakter kazandırmanın yanı sıra somut bir görsellik ve güçlü bir fiziksellik de kazandırıyor. Resimlerinin ince estetiğinin, onların saf görselliğinden çok, kavramsal ve felsefi boyutlarına yol açtığı ortaya çıkıyor.
Işık yanılsaması ve üç boyutluluk yanılsaması onun resimsel yapıtlarında önemli bir rol oynuyor. Üç boyutlu olarak boyanmış formların, seri olarak düzenlediği iki boyutlu şekillerle sıklıkla çatışmasının nedeni budur. Sonuç olarak bu sistem, mantığa ve zihne bir referans olarak kompozisyonlarında temel bir unsurdur. Rasyonalizme bir başka referans olarak geometrinin günümüz toplumunun durumuna ve bunların kalıcı evrimlerini gözden geçirmek ve desteklemek için sanatın anlamına gönderme yaptığı, öğeleri resimsel bir sistem hâlinde düzenler. Çoğu zaman derinlik ve üç boyutluluk yanılsaması gerçeği nasıl algıladığımız ve anladığımız sorusunu gündeme getirir. Sosyal medyanın insanlar üzerindeki etkisiyle uyumlu olarak görsel kültürün yoğunlaştığı ve hakikat-sonrası kavramına inanılan bir dönemde bu konu dünyayı algılamamız açısından hayati önem taşıyor. Burada Bünyamin Özgültekin'in resimleri, hipergerçeklik çağında yanılsama ve simülasyon meselesini anlamaya yönelik bir araç işlevi görebilir.
Renk kullanımı da olağanüstü. Bir yandan sanatçılar sıklıkla sistemin, şekillerin ve formların gücünü vurgulayan gri tonlamalı veya akromatik resimler yaratıyor. Renk kontrastlarının olmaması nedeniyle bu resimler izleyiciye kompozisyon içindeki geometrik ve çizgisel öğelere yoğunlaşma şansı veriyor. Diğer resim serilerinde ise şekil ve form kadar renk de ön plandadır. Bu çalışmalarda renk, izleyici üzerinde güçlü bir psiko-görsel etki yaratarak dinamik ve görsel gücünü güçlendirmektedir. Açık ve koyu renklerin yanı sıra soğuk ve sıcak ya da parlak ve mat arasındaki kontrastlar hem kompozisyonun derinliğini destekler hem de her gün karşılaştığımız varoluş mücadelesini ortaya çıkarmak için resimsel öğelerin gerçekleştirdiği estetik mücadelenin altını çizer.
Sanatçının nesne odaklı çalışmaları ve enstalasyonları, alışılmışın dışında estetik ve malzeme kullanımı nedeniyle akademik veya geleneksel sanat anlayışının çok daha ötesine geçiyor. Çevremiz hakkındaki bilgimizle ilgili verilen statükoyu sorgulamak için nesnelere yeni bir anlam kazandırmak amacıyla günlük yaşamdan sanat alanına aktardığı hazır yapıt. Özgültekin, yabancılaştırma ve yapı söküm gibi sanatsal yöntemleri kullanarak, dünya düşüncemizi oluşturan şey-dünyasına ilişkin gündelik yaşam deneyimimizde sanatsal rahatsızlık yaratıyor. Kendimizi olduğu kadar çevremizi de anladığımız ve tanımladığımız nesnelerle çevriliyiz. Bugün artık sadece somut olarak gördüklerimizi anlıyoruz, gördüklerimiz etrafımızdaki nesnelerdir gibi görünüyor. Son zamanlarda kendimizi nesnelerle tanımlamaya başladığımız da görülüyor. Ezici ve her şeye nüfuz eden bir tüketim çağında biyolojik, entelektüel ve ruhsal olarak olduğumuz gibi değil, sahip olduğumuz şey hâline geldik. Bu bağlamda Bünyamin Özgültekin'in gündelik malzeme ve nesneleri kullanması alternatif bir kullanıma ve alternatif anlayışa işaret ediyor. Bu, dünya hakkında sahip olduğumuz fikirleri gözden geçirip yeniden değerlendirmemizi mümkün kılan yüzeysel algımızda bir kırılma yaratır.
Ayrıca sanatın estetiğinin ve felsefesinin özlerine daha çok odaklanan resimlerden daha güçlü olan nesne temelli çalışmaları, toplumsal birlikteliğimizin temelini oluşturan sosyo-politik gerçekliğe dair daha güçlü ve doğrudan yorumlar gösteriyor. Bireysel bir kimliğin inşası, zayıf sosyal bağlantımızın feci sonuçları ve birey üzerindeki her türlü siyasi veya sosyal baskı ve kısıtlamanın olumsuz sonuçları gibi konular, onun yapıtının bu bölümünün kavramsal özünü oluşturan önemli fikirlerdir.
“50+1”, yalnızca bir öğretmen olarak öğrencileriyle arasındaki çok katmanlı bağlantıları ortaya çıkarmakla kalmıyor. Aynı zamanda Özgültekin’in eski öğrencilerinin günümüz sanat dünyasında olgun ve köklü liderler hâline gelmelerindeki etkisinin de altını çiziyor. Sergi, Türkiye’de sanatın geçmişini, güncel durumunu ve eğitimini tartışarak geleceğe dair sorular sormayı amaçlıyor. Bu anlamda “50+1”, bir retrospektif değil, sanatın bireyleri ve toplumları daha iyi, daha mutlu, daha kültürlü ve daha hümanist hâle getirme gücüne inanan bir sanatçı ve sanat eğitimcisi olarak Özgültekin’in çalışmalarının stratejilerinin ve sonuçlarının muhasebesidir. Bu anlamda sergi, artık her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz sanat ve eğitimin insanlığın hayatta kalması için taşıdığı büyük sosyo-politik anlamı da vurguluyor.