Kamuflaj, yaşamı sürdürmek adına içgüdüsel bir refleks, gizlenme ve çevrenin renklerine bürünme anlamlarında. Tanımının hakkını vererek, kamufle olma hali hayatlarımızda da yerini bulabiliyor ve bazen bilinçli, bazen de içgüdüsel olarak çoğunluğun renklerini benimsetiyor. Hakim renklerin içinde yer almanın konforlu kollarından ayrılmamak tatlı gelse de, kişilerin varlığını görünür kılması da en az kamuflaj kadar içgüdüsel. “Bir Görünürlük Eylemi: Kamuflaj” adını ilk duyduğumda, merakım beni bu tezatlığı anlamak adına sergiye daha yakından bakmaya yöneltti.
Yazar: Özge İnal
artnivo.com project space’te gerçekleşen sergide, video, yerleştirme ve performans disiplinlerini kullanarak üretimlerini gerçekleştiren 12 sanatçı yer alıyor. Serginin oluşum aşaması yarım yıla yakın bir süre devam eden düzenli buluşmaları ve fikir alışverişlerini kapsarken, serginin hayata geçmesi de tasarım, metin, prodüksiyon ve etkinlik için oluşturulan komisyonların ortak çabasına dayanıyor. Sanatçıların geçmişlerine baktığımızda da aslında bu bir araya gelme durumunun çok daha öncelerde temellerinin atılmış olduğunu görüyoruz. Işıl Eğrikavuk’un son beş yılda Bilgi Üniversitesi’nde verdiği “video art” dersi mezunlarının çalışmalarından oluşan sergi, hikayesiyle ve enerjisiyle heyecan verici.
Baştan sona kolektif bir çaba ile meydana gelen serginin ortaya çıkışı kamufle olma halinin bir görünürlük eylemine dönüşmesi, kamuflajın bilinçli bir tercih olarak hareket potansiyeli taşıması üzerine kurgulanmış. Hareket öncesinde saklanmayı tercih ederek beklemede kalma, rengini belli etmeme, uygun zaman ve ortam oluştuğunda ise görünür olma durumu, gündeliğimizde de örneklerine rastladığımız eylemleri açıklamak için bir yol açıyor. Sergide ise çift taraflı bir kamuflajdan söz edebiliriz; bir tarafta beyaz yakaları ile hayatın içine kamufle olmuş, zamanlarının gelmesini bekleyen sanatçılar, diğer tarafta da sergideki çalışmaların kavramsal içeriklerinde yer alan, bilginin, tarihin ve bireyin kamufle olması / edilmesi durumu. Her iki tarafta da varlığını devam ettirmek için saklanan ve saklanmak zorunda bırakılanlar sergide deşifre ediliyor. Sansür oyuna dönüşüyor, dilin içine saklanmış kalıplar gün yüzüne çıkartılıp keskin bıçaklarla doğranıyor, kentin istenmeyen çöpleri kıpırdayarak tedirgin etmeye başlıyor ve söylenmek istenen ne varsa tekrar edilerek, büyük harflerle ve yüksek sesle söyleniyor. Sanatçılar ise görünür olacakları anın gelmesini daha fazla beklemiyor ve varoluşlarını ilan ediyor.
Serginin genelini anlamak adına kamuflajın alt başlıklarına dokunan birkaç işten de bahsetmek faydalı olacaktır. Mekâna girildiğinde Onur Şafak’ın Kafka’ya referans veren bayrak yerleştirmesi bizi karşılıyor. “Bu şehirde her sabah birileri Gregor Samsa olarak uyanıyor” yazan bayrakta Şafak, bireyin ifade gereksinimini karşılayamayarak farklı kimliklerle yer aldığı mecralardaki dönüşümünü, Samsa karakteri ile bağ kurarak ele alıyor. Reklam sektöründe kamufle olmuş bir sanatçı olarak Şafak, yine reklam diliyle bu çıkarımını anıtsallaştırıyor. Onur’un bu işinin mekânda ilk olarak karşımıza çıkması anlamlı duruyor ve serginin devamına tadını veriyor; sergideki tüm sanatçıların sanatçı kimliklerini gizleyerek farklı sektörlerde çalışması durumunun ağırlığını hissettiriyor.
Ardından devamında aile kurumu ve toplumsal normlar üzerine düşünen ve çalışan Gaye Hekimoğlu’nun Martha Rosler’a Cevap adlı video işine rastlıyoruz. Martha Rosler’in 1975 yılında kadının toplumsal statüsü üzerine ürettiği Semiotics of the Kitchen işine göndermede bulunuyor. Sanatçı, hem atasözleri ve deyimler üzerinden okuyabileceğimiz aile yapısını, hem de aileyi şekillendiren bir unsur olarak dili ele alıyor. Mutfağında kendi özgün tarifiyle dili parçalara ayırıyor, tekrar birleştiriyor ve kalıplaşmış söylemler çorbası pişiriyor.
Gizlenme ve görünür kılmanın farklı biçimleri sergideki bazı sanatçılar tarafından bilgi üzerinden değerlendirilmiş. Bunlardan biri olan Erdem Solakoğlu’nun videosunda, sansür oyunlaştırılarak özellikle Türkiye’de yaşanan güncel durumlara işaret ediliyor. Erdem’in Procrustes’in yatağını refere ederek Procrustes’in Ağı ismini verdiği çalışması, siyasal kurumlar tarafından tektipleştirilmeyi bilgiye erişim ve ona uygulanan sansür üzerinden esprili bir dille eleştiriyor. Sansür genellikle devrimsel olarak gerçekleşirken, zamana da yayılan biçimlerine rastlıyoruz. Davut Yücel’in Sözlük isimli çalışmasında bu bahsettiğim evrim sürecine yayılmış sansüre değiniliyor. Davut, zaman içinde anlamlarını kaybetmeye maruz bırakılmış kelimeleri arama motorunda bulmaya çalışarak sonuca ulaşamadığı bir süreci trajikomik bir şekilde ifade ediyor.
Son olarak, açılış gününde yaptığı Sanat Falı performansıyla sergide yer alan Berin Sünetçi’den bahsetmek gerekir. Berin, sanat profesyonellerinin sanatçılar ile ilgili yaptığı yorumları Çin’e özel şans kurabiyelerinin içine gizleyip ziyaretçilere dağıtarak, sanatçıların kariyerlerinin subjektif kararlar üzerinden şans ile ilişkilenmesine ve bu durumun müphemliğine dokunuyor. Sergideki tüm sanatçıların, kariyerlerinin en başında olması göz önüne alındığında, sergiye baskın tadını veren bir çalışma olmuş.
“Bir görünürlük eylemi: Kamuflaj”, kamufle olmaya ara verip, arzu edilen renklerin ortaya konmasıyla yeni imkânların ortaya çıkacağının bir kanıtı olarak heyecan verici. Serginin amacı yeni alanlar açmanın ihtimalleri üzerinde duruyor. Biz de sergideki sanatçıların önerisiyle, kendimize bir yer açtık.