Mixer, Boğazkesen Caddesi’ndeki yerinden sonra geçtiğimiz yıl Sıraselviler’deki yeni mekanına taşındı. Rıddım adındaki gece kulübüyle aynı binada yer alan Mixer’e ulaşırken yerdeki sim ve pulları takip etmeniz yeterli. Siyah ve dar bir labirenti geçtikten sonra beyaz, ferah ve bol ağaçlı bir vahaya adımınızı atacaksınız. “Mixer yapısı olarak “white cube” tanımından farklı; insanı rahat hissettiren, steril olmayan mekânlar tercih ediyor. “Zaten sanatın da steril olduğuna inanmıyorum” diyen galerinin sergiler koordinatörü Serhat Cacekli ile Mixer ve son karma sergileri “Grid” hakkında konuştuk.
Bilgisayarlarını henüz açanlar için yeniden hatırlatmakta fayda olacağını düşünerek soruyorum, Mixer’in kuruluş amacını bize anlatabilir misin?
Mixer’in kuruluş amacını iki ana misyonda toplayabiliriz. İlki; genç sanatçılara alan açmak, ikincisi ise sanatı daha geniş kesimlere ulaşılabilir kılmak. Bütün sergi programımızı, etkinliklerimizi ve websitemizi bu iki misyon etrafında kurguluyoruz. Karma ve solo sergilerimizde ağırlıklı olarak genç isimlere yer veriyoruz; özgün ve dijital baskıların yer aldığı Mixer Editions seçkimizle sanatı herkesin yaşam alanına dahil etmek istiyoruz. Açık Depo bölümümüz ise daha dinamik bir sergi alanı. Sergilediğimiz eserlere aynı zamanda internet sitemizde de yer veriyoruz. Websitemiz sanatçılarımızla ilgili röportajlardan blog yazılarına kadar çeşitli içeriklerle örülü. Böylece zaman ve mekândan bağımsız olarak sanatçılarımızı takipçilerimizle buluşturuyoruz. Ayrıca geçtiğimiz yıl Kanyon’da yaptığımız “her yön sanat” başlıklı projemizde olduğu gibi insanların sanatla karşılaşma alanlarını çoğaltma amacındayız.
Sanat gerçekten de ulaşılabilir mi olmalı?
Elbette, kişisel olarak sanatın demokratik bir şekilde paylaşılmasından yanayım. Bunun sanatçılar dahil herkes için daha faydalı olduğuna inanıyorum. Ütopik bir düşünce ama müzeler ücretsiz olsun istiyorum. Bazı özel müzelere haftanın belirli günleri girişler ücretsiz oluyor, bu tür uygulamaların artacağına inanıyorum.
Newsweek’te yer alan bir habere göre, İtalyan Hükümeti on sekiz yaşına giren her gence daha çok kitap okumaları, müzelerde daha çok vakit geçirebilmeleri, tiyatroya gidip ülkedeki milli parkları gezmeleri için beşyüz euro verme kararı almış.
Evet, örnek bir uygulama. Oraya ulaşabilmek için daha birçok aşamadan geçmemiz gerekiyor fakat Türkiye’de de buna benzer bir çalışma yapılabilir; özel ve devlet müzelerine ücretsiz giriş sağlayan birer müze kart verebilir. Müzeler ve sanat kurumları sadece sanatı gösteren mekânlar değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal paylaşım merkezleri. 15 Temmuz’dan sonra nasıl ki insanların meydanlarda toplanması için toplu taşımayı ücretsiz yaptılar ve bir paylaşım gerçekleşti; o sürede müzeler ve çeşitli kültürel etkinlikler de ücretsiz yapılsaydı yeni paylaşım ve kutlama alanları doğabilirdi.
Peki Mixer ile yollarınız nasıl kesişti?
Koç Üniversitesi fizik ve matematik bölümlerinden mezun olduktan sonra çağdaş sanat alanında projeler geliştirmek istiyordum. O sırada Mixer’in kurucusu Hamit Hamutcu ve direktörü Bengü Gün’le tanıştım. İnternet sitesine içerik oluşturmaktan, iletişim sorumluluğuna kadar birçok alanda sorumluluk aldım; bir seneyi aşkın bir süredir ise sanatçı ilişkilerini yürütüyorum. Aynı zamanda ekipten arkadaşım Selin Turam ile beraber galerideki farklı sergilerin kürasyonunu ve koordinatörlüğünü yapıyoruz.
Mixer’i diğer galerilerden farklı kılan nedir?
Bizi diğer galerilerden farklı kılan birçok nokta var. Bunlardan öne çıkanları sanatçı ilişkilerine bakış açımız ve yaptığımız etkinlikler. Sanatçı-galeri, galeri-koleksiyoner ilişkilerinde şeffaflığa ve adil olmaya çok önem veriyoruz. Diğer galerilerden farklı olarak, sanatçılara temsiliyet sunmak yerine konsinye sistemiyle eserler üzerinden ilişki kuruyoruz. Genç sanatçılara, özellikle Açık Depo konseptimizle özgür bir alan açıyoruz. Ayrıca aynı bir müze gibi, sergilerimize paralel etkinlik programımız ve kâr amacı gütmeyen projelerimiz var. Yetişkinler ve çocuklar için atölyeler düzenliyoruz; ArtWriting Turkey projemiz kapsamında sanat yazımı üzerine konuşmalar ve çalıştaylar gerçekleştiriyoruz.
Açık Depo’nun oluşum hikayesini senden dinleyebilir miyiz?
Açık Depo, Sıraselviler’deki galerimizde, sergi takvimimize ek olarak sanatçılarımızın yeni çalışmalarının izleyiciyle buluştuğu ve koleksiyonerlerin yeni yetenekleri keşfettiği daha dinamik ve deneysel bir alan. Kimi zaman kavramsal çerçevesi olmayan bir karma seçkiye kimi zamansa daha küçük boyutlu solo projelere ev sahipliği yapıyor. Açık Depo’yu bir sanatçı havuzu olarak da kullanıyoruz. Karma veya kişisel sergilerde beraber çalışmayı düşündüğümüz sanatçılarla Açık Depo’da ısınma turları atıyoruz. Mixer, çalıştığımız sanatçıların genellikle ilk galeri tecrübesi oluyor. Bu nedenle “hangi projelerle sanatçılarımıza maksimum fayda sağlayabiliriz”i düşünüyoruz, işlerin fiyatlandırılmasında hassas davranıyoruz. Bunun dışında sanatçılar ve bağımsız küratörler de bizlere projelerini öneriyorlar. Bunları ekip toplantımızda değerlendiriyor, hedeflerimizle ve sanatçı profilimizle örtüşen projelere yer vermeye çalışıyoruz.
19 Ağustos’ta açılan sergiye adını veren grid kavramından bahsedelim mi? Sergi nasıl oluştu, izleyiciyi neler bekliyor?
Grid, Açık Depo havuzumuzdan genç sanatçılarla oluşturduğumuz bir sergi. Birbirine eş parçalardan oluşan bir geometrik bir şablon olan gridi kendi pratikleri dahilinde farklı şekillerde yorumlayan sanatçıları bir araya getiriyor. Bu şablon haritayı parçalara bölen, yolumuzu bulmayı kolaylaştıran geometrik bir şablon da olabilir; toplum kurallarını belirleyen sosyal veya kültürel bir şablon da. Bazı sanatçılar bu geometrik yapıyı toprak parçaları üzerinden yorumladı, bazıları ise sosyo-kültürel anlamda gridlerin sınırlarını esnetmeye ve belirsizleştirmeye çalıştı.
İzleyici, sergideki çalışmalarda grid kavramı ile nasıl karşılaşıyor?
Mutlu Aksu ve Egemen Tuncer’in çalışmaları, gridi toprak parçaları ve üzerlerine bindirilmiş insan yapıları üzerinden yorumlarken Kıvılcım Harika Seydim ve Harun Duran için insan bedeni bir grid oluyor; göz ve kalp gibi parçalar bütünle olan ilişkisini yeni bir algı biçimi üzerinden kuruyor. Rengin Altınalmaz, Armando Rabadán ve Furkan Öztekin ise birbirine eş küçük birimleri yapısal bir öge olarak kullanıyor ve her bir kare kendi özel dünyalarına açılıyor. Irmak Canevi’nin galeri alanına taşan üç boyutlu gridi ise yerçekimine meydan okurcasına üzerinde bulunan nesneleri kendisine bağlıyor; her bir obje kendi hatıra uzamında asılı kalıyor. Deniz Tarcan, Burak Kabadayı ve Zehra Doğan ise gridi hem sosyal, hem de insanın doğa ve çevresiyle kurduğu ilişkiyi belirleyen bir yapı olarak ele alan sanatçılardan. Bu sanatçılar da yapıyı bozan öneriler sunarak kendi gridlerini oluşturuyorlar.
İşlerin birbirine göndermeleri ya da birbirini tamamlayıcı hikayeleri var mı?
Evet, örneğin Rengin Altınyılmaz’ın Aşk’ı bir binanın farklı odalarındaki hikâyelere figüratif bir bakış açısı ve nesnellikle yaklaşırken Furkan Öztekin’in Gittikçe Daha Az Evindesin adlı çalışması sanatçının duygulanımını yansıtan, kendi odasının 60 günde yaptığı 60 farklı soyutlamasını içeriyor. Armando Rabadán ise tuvalini bir grid olarak kullanıyor ve bizleri her bir parçada ayrı bir soyut manzarayla buluşturuyor. Bu tuvaller ilhamını Armando’nun İstanbul’daki öğrencilik yıllarında etkilendiği, Maslak’taki gökdelenlerin her bir penceresinden farklı şekillerde yansıyan güneş ışınlarından alıyor. Armando, insan yapımı bir binanın üzerinden doğanın yansımasını sunarken Mutlu Aksu’nun çalışması ise doğanın üzerine bindirilen insan yapımı ögeleri konu ediniyor. Zehra Doğan ise eyaletlerinin sınırları gridi andıran Amerika Birleşik Devletleri haritasının üzerine, birbirini dik bir şekilde kesen sokaklardan oluşan şehir planın ilk kullanıldığı antik yerleşim birimlerinin planlarını dikiş ve aplikle işliyor.
“Grid”i gezen bir izleyicinin Mixer’den hangi duygu ve düşüncelerle ayrılmasını istiyorsunuz?
Sergiyi oluştururken fiziksel ve sosyal gridlere farklı bir bakış açısı getirmeyi amaçladık. Bu nedenle sergiyi gezen izleyicilerin olayları ve durumları parça-bütün ilişkisinin farkındalığında yorumlayarak ayrılmalarını hayal ediyoruz. Aynı bir haritada nerede olduğumuzu görebilmek gibi, parça-bütün ilişkisi de büyük resmi anlamamızda bize yardımcı oluyor. Tabii ki sergideki işleri güncel siyasi olaylarla iç içe yorumlamak da mümkün. Deniz Tarcan’ın mekânın zeminine tebeşirle çizdiği 1-9-2-3-2-0-1-6 sayılarından oluşan sekseği ve Egemen Tuncer’in her biri 250 gram ağırlığında toprak için manzaraları bu işlerden birkaçı.
Sergiyi 19 Ağustos’ta, henüz yaz mevsimi bitmeden açtınız. Oysa neredeyse tüm galeriler kapalıydı. Bu bir tercih mi?
Sergi 19 Ağustos’ta başladı, 3 Eylül’de sonlacak. Sanatın sezonu olmadığına inanıyoruz, bu nedenle açıldığımızdan beri yaz aylarında galerimizi kapatmadık. Biz Taksim Meydanı’na çok yakın bir galeriyiz. İnsanlar bilhassa bu zamanda evlerine kapanmasın dışarı çıksın, sosyal ve kültürel bir aktivite olarak sergi gezsin istediğimiz için etkinliklerimizi arttırıyoruz. Bu arada “Grid” sergisinin haricinde Açık Depo’da Kürşat Bayhan’ın İstanbul’un Kuzey Ormanları’yla ilgili “slow journalism” projesi “Son Çıkış” da yer alıyor.
Mixer’de izleyiciyi “Grid”den sonra ne bekliyor?
24 Eylül’de açılacak olan Berkay Buğdanoğlu’nun üçüncü solo sergisi “Reclamation” için çok heyecanlıyız. Sanatçının yıkım olgusunu estetize eden bir anlayıştan ziyade, hali hazırda yıkılanın veya yok olanın varoluşun esas parçası olduğu fikrini yücelten bir yaklaşımla hazırladığı, metal üzerine yeni çalışmalarını ve mühendisliğin sınırlarını zorlayan heykellerini sergileyeceğiz. Açık Depo’da ise fotoğraf sanatçıları Melih Aydemir, Melis Cantürk, Nazlı Erdemirel ve Can Mocan’ın son dönem çalışmalarına yer vereceğiz.