Yalnızca bir kedi olmayan Kötü Kedi Şerafettin’in hikayesi adeta nesilden nesile aktarılan bir efsaneye dönüştü. Şero için “on kaplan gücündedir” diyorlardı, haklılardı. Yıllar sonra Tophane’deki evimden Cihangir’e çıkan dik yokuşta bir kediyle göz göze geldim. Bıçkın bir yürüyüş, akşamdan kalmış bir yüz, uzun bıyıklar... O Şero muydu? Yoksa her mahallenin bir Şero’su mu vardı? Kötü Kedi Şerafettin’in yaratıcısı Bülent Üstün ile oğlu Şero, kediler, hayat ve projeler hakkında konuştuk.
Babam kendine bir ağaç gölgesi bulmuş, yüzüne yayılan geniş gülümsemesiyle elinde tuttuğu dergiye bakıyor. Kahkahası, denizin içinde dalgalarla boğuşan insanların üstünden gelip geçiyor. Onun gülüşü beni çağırıyor. Çakıl taşları, deniz minareleri ve yosunların arasından çıkıp okuduğu dergiye eğilip bakıyorum. Bir kedinin hikayesi bu. Pis, dağınık ve küfürbaz...
Babadan kıza geçen bu miras bana ilişkileri, Cihangir yokuşlarını, sokakları, kavgayı, aşkı, gerçek delikanlılığı anlatacaktı.
Özellikle yazarların geçmişten günümüze kadar uzanan süreçte kedilerle kopmaz bir ilişkisi gözlemleniyor. Hatta bazı yazarlar kedileri olduğu için mi yazarlar; yoksa kediler yazarları, yazar oldukları için mi seçerler bilinmez. Sizin bir karikatürist olarak kedi ile olan ilişkinizi öğrenebilir miyiz?
Yazarlar kadar çizerler de içe dönük insanlar. Okulda teneffüse çıkmayıp ayrıksı takılanlar, derslerde defterlerinin kenarına notlar alıp çizimler yapanlar... Sosyal becerileri zayıf insanların edindiği türden meslekler olduğunu düşünüyorum, ki ben pek içe dönüklerden sayılmasam da genel gözlemim böyle. Yazmak ve çizmek aşırı bir odaklanma gerektirdiğinden diğer insanlardan izole olmak, bir odaya ya da zihnin içine kapanmak, yalnız bir pozisyon almak gerekliliği var. Kediler de biraz böyleler, doğada yalnız takılan türlerden, gruplaşıp çeteleşen kediler çok nadirdir. Gün içinde çoğu kez meditasyon yaptıklarına şahit olurum; gözlerini kapatırlar, bir noktaya sabitlenip içlerini dinlerler. Bu sabitlik yazmak çizmek işlerinde de gerekir. Yazıp çizdiğiniz odada sizden başka kimse yokken bir şeyler anlatmak kendi içinizde bir monologtur. Kedi de bir monologçu olduğundan aranızda bir diyaloğa ihtiyaç yoktur. Bu sessizlik, sadece bakışlarla iletişim, konsantrasyonunuzu dağıtmaz. Aynı zamanda keskin yalnızlığı da biraz kırar. Tabii benim kedilerle ilişkim çizmekten çok öncelerden başlamıştı. İlk kedilerle sosyalleştim sonra öyle de kaldım aslında. İnsanlarla sosyalleşme konusunda sık sık sosyopat bir duruma düşüyorum. Bu da kendimi suçlu hissetmeme neden oluyor. Kedi sadece yazar çizerlik değil her tür mesleğe eşlik arkadaşlık edecek nefis bir hayat arkadaşı.
Kötü Kedi Şerafettin karakteri tam bir anti-kahraman. Okuyucunun bir anti-kahramanla özdeşlik kurması ise yakalanması zor bir durum. Siz Şerafettin’in bu kadar sevilmesini neye bağlıyorsunuz?
Genetik mirasımıza bağlıyorum. İnsan her ne kadar modernleşip şehirleşse de milyonlarca yıllık değişiminden arta kalan ilkel dürtüleri her zaman içinde bir yerlerde taşıyor. Genelde kontrolümüzü kaybettiğimiz durumlarda vahşi tarafımız ortaya çıkıyor. Şerafettin aslında biraz bastırdığımız vahşi yanımız gibi düşünüyorum, oradan bir aşinalığımız var. Diğer aşinalığımız memleketin her yanında görebileceğimiz ortalama bir erkek tipinin kedi bedenine sıkıştırılmış hali oluşundan kaynaklanıyor.
Şero folklorik bir karakter. Onu daha önce tanıyormuşuz, bir yerlerde böyle birini görmüşüz gibi hissettiriyor ve ne kadar kötü olursa olsun sahiplenmemizi sağlıyor. Yani bir dayı, baba, abi, amca gibi tanıdık bir sıcaklık var. Sahiplenici, koruyucu bir tarafı olduğu kadar; sağı solu belli olmayan, ele avuca gelemeyecek dalgalı halleri olan ağır bir manyak oluşu da onu hem ürkütücü hem de eğlenceli kılıyor. Şero aslında var olanı aynalıyor. Tamam konuşan kedi yok ama Şero gibi karakterler, Şero gibi kediler var. O yüzden ne kadar fantastik olsa da gerçekçi görünüyor. Cihangir'de bir yerlerden bizi izliyor duygusunu verecek kadar inandırıcılığı da var. Şero 90’lı yıllarda ilk başladığında daha bir anti kahramandı aslında, sonra babalık süreciyle biraz daha yumuşadı diyebilirim.
Biz Türkler cücelerden, robotlardan, fantastik varlıklardan pek de hoşlanmıyor gibiyiz. Osmanlı Saray Şenlikleri’nde cüceler ve dilsizleri genellikle soytarı olarak kullanırlarmış, günümüzde de “biz dostuz” diyen uzaylıları taşlıyoruz. Aynı durum çizgi bir karakter için de geçerli. Kötü Kedi Şerafettin’in hikayesinin ta en başında hiç bu “gerçeği” düşündünüz mü? Kötü Kedi Şerafettin aslında bir kediden daha fazlası mı?
Hoşlanıyorlardır ya bence, en azından bir milliyet ayrımı yapmadan dünyadaki tüm çocuklar ve çocukluğunu korumuş bütün yetişkinler bu saydığın fantastiklikleri sever. O yüzden bu “gerçeği” hiç düşünmediğim gibi kötü kedi Şerafettin de aslında bu gerçeği çürüten bir şey değil mi ki?
Lmanyak’ta geçen sihirli günlerden ve karikatüristlerin çalışma disiplinlerinden bahsedelim mi? Espriler hep gerçekten de dendiği gibi son gece mi çıkar?
Lmanyak dergisini yaptığımız 90’larda, bir çete gibi hep bir arada yaşardık. Pek bir özel hayatımız yoktu çizmek dışında. Şu anda o kadrodan pek çok çizer evli ve çocuklu. Ay başından ortasına kadar evlerimizde çalışır, ay sonuna doğru dergide toplanırdık. Beş altı gece üst üste sabahlamalarımız ve sinir bozukluğuyla, havada uçuşan espirilerle, histerik kahkahalarla geçen eğlenceli zamanlardı. Espiri bulma eylemi odaklanma gerektirdiğinden gündüz hareketliliğinin engellemeleri olmaksızın çalışmak adına geceyi tercih ediyor çizerler. Bulduğunuz esprinin hep biraz daha iyisi olabileceğini düşünüp son ana kadar bekleyip en iyisi çıkması adına bir vakit geçiriliyor. Hangi espiriyi çizsem durumundaki ikirciklilik halinde de zaman kısıtlaması sayesinde bir karar verebiliyoruz. “Son an”cılık aslında sadece karikatüristlerin değil, bence bütün memleketin ruhunu tarif eden bir şey. Her işte böyle bir “yumurta kapıya dayandı”cılık var. Belki o da bizim genlerimizde olan bir durum. Bu yalnız bir çalışma olduğu için etrafta bir amiriniz, sizi acele ettiren, işi teslim etme konusunda size baskı yapacak kimse olmadığı için tamamen bir iç disiplin hali. Genelde evde çalışıyoruz bu sıralar ama bazen insan o ev konforunda yayılıp kayabiliyor. Çalışıyorum derken, aslında bir tür disiplinsizliğin disiplini de diyebiliriz; öyle darmadağınık çalışıp, yıllardır da bu işi profesyonelce yapıyoruz. Biraz kaostan beslenmek işin ruhunda var o yüzden yaratıcılıkla ilgili insanlar biraz dağınık tipler oluyor. Biz de tüm pasaklılığımızla üretmeye devam ediyoruz.
Kelimeler başlı başına büyülüdür. Siz Kötü Kedi Şerafettin’de bambaşka bir dil yaratıyorsunuz ve o dil okuyucuya “ohannaes” diye geçiyor. Bunu nasıl başardınız? Bize bu dili kurgulama aşamasından bahsedebilir misiniz?
Şerafettin dili yazılı metin dilinden ziyade bir sokak ağzı. Şero’daki argo kelimelerin çoğu da benim uydurdum kelimelerden ziyade çocukluğumda sokaklardan duyup kulağımda yankısı kalmış konuşma tarzları. Özel bir çaba yok yani.
Siz Gaziosmanpaşa’da mahalle kültürü alarak yetişmişsiniz. Şerafettin’de de mahallenin o samimi, içten atmosferi hakim. Bize “mahalle” kavramının sizdeki karşılığını anlatır mısınız?
Mahalle bence hem bir dayanışma hem de birbirine çeki düzen vermeye çalışıp mahalle baskısı yaratan, biraz da mecburiyetten içinde bulunduğunuz kabilemsi topluluktur. İyi insanların yaşadığı mahallelerin resmedildiği diziler vardı eskiden, hâlâ da var... Tonton Bakkal, Neşeli Kasap gibi... Ben bu tarz bir mahallede büyümedim. Bizim mahallemizde
-Sarıgöl Mahallesi’nde- kötücül karakter fazlaydı aslında. Şerafettin gibilerin çoğunlukta bulunduğu, kavga ve hırgürün sonsuza kadar sürecekmiş gibi olduğu bir mahalleydi. O yüzden büyüdüğüm mahalleyi zaten 16 yaşına geldiğim gibi terkettim. Abim Cengiz Üstün ve Memo Tembelçizer ile Cihangir Kazancı Yokuşu’na taşındım. Oradaki mahalle ruhu mahalle baskısının olmadığı, çeşitliliğe, marjinalliğe hoşgörü gösteren bir mahalle türüydü. Gaziosmanpaşa'daki mahalleye karşın Kazancı Yokuşu özgürlükçüydü ve özgürlük hayattı...
Sizce “Madde mi ağır yoksa mana mı?”
Bence "pamuk" ağırdır.
Kötü Kedi Şerafettin’deki karakterler gerçek hayatta karşımıza çıkabilir mi? Yitik, pis, kötü karakterler mi onlar?
Çocukluğumda Şerafettin tipi arkadaşlarım vardı. Şimdi ya öldüler ya da hapishanedeler. Şerafettin karakteri bir insanda olduğunda çok çirkin oluyor. Şerafettin’i bir insan olarak çizseydim sevileceğini zannetmiyorum. Ben de şahsen Şerafettin gibi insanlardan hiç haz etmem. Ama o karakteri bir kediye nakşettiğinizde bu onun hem parodisi hem eleştirisidir. Aynı zamanda sadece bir çizgi romandır. Yani o kadar korkulacak bir şey yok. Ama Şero’lar her yerdeler...
Kötü Kedi Şerafettin’in filmi 5 Şubat 2016 tarihinde vizyona girdi. Filmin yapım sürecinden bahsedelim mi?
Yıllardır dergi sayfalarından tanıdığımız Şerafettin’i aynen sayfalardaki hali ve estetiğiyle perdeye taşımak en önemlisiydi. Yönetmenlerimiz Mehmet Kurtuluş ve Ayşe Ünal ile bu konuda aynı fikirde olmamız büyük bir avantajdı. Filmin yapımında çalışan herkesin bir şekilde Şero’nun okuru ve hayranıydı, bu da yapıma herkesin kendi işi gibi sahiplenerek katılımını sağladı. Nihayetinde aynı Şero’nun çizgi romanları gibi nesilden nesile izlenecek uzun ömürlü kült bir film oldu. Anima İstanbul ailesine çok teşekkür ediyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=un5n6tpRT-8
Kötü Kedi Şerafettin, dünyanın en iyi canlandırma filmlerinin gösterildiği Annecy Festivali’ne katılacak. Size geri dönüşler nasıl oldu?
İçerik sertliği ve aşırı zıpırlığından dolayı yarışacak filmler arasında olmasa da filmimiz 85 ülkeden 2700 başvuru arasından resmi seçkiye katıldı ve festivalde gösterim hakkını kazandı. 13-18 Haziran da mutlu ve gururlu olarak Annecy’deyiz.
Filmin ardından gelen festivaller ve İstanbul Film Festivali’ndeki gösterimindeki atmosfer nasıldı? Filmin izlenme oranları sizi memnun etti mi?
Film, İstanbul Film Festivali’nde ilk defa İngilizce alt yazılı olarak oynadı. Süper bir izleyici vardı. Ecnebi arkadaşların da çok gülerek izlediklerini görünce ekstradan sevindim. Filmden sonra yönetmenlerimizle birlikte izleyicilerle yaptığımız söyleşi de çok eğlenceli geçti. Filmin bir kafası var diyebilirim. Çünkü film bittikten sonra izleyenlerin gözündeki o ışıltıyı görüyorum ve filmden sonra ruhunuzda kalan o duygu yüklü tortuyu çok seviyorum.
Şerafettin 20. yılını kutladı. Neredeyse Türkiye’de yayınlanan en uzun diziden bile fazla bir zaman bu. Bu kadar uzun süreli devam etmesini nasıl sağlıyorsunuz? Hikaye oluşturma süreci nasıl gerçekleşiyor?
Kötü Kedi Şerafettin yaşantısına 1996’da Lmanyak Dergi’de başlamıştı. Geçen Mart Şero’nun doğum gününü kutladık Cihangir Parkı'nda. Evet 20 yıl oldukça uzun bir süre. Özellikle popüler kültür ortamının hızlı tüketime programlı alanında ayakta kalıp canlılığını koruması mutlu edici bir şey benim için. Kendimi 50 yaşında, 60 yaşında da Şerafettin çizerken hayal ediyorum. Bu karakteri canlandırmayı ve çizmeyi seviyorum. Zamana karşı direnen işleri hep çok sevdim. Ortak noktaları insanın temel duyguları üzerine işler genelde. Çünkü duygular değişmiyor. Duygular üzerine yapılmış üretimlerin zamana karşı yıpranmaması ve modadan muaf olmasının bu eserleri uzun ömürlü kıldığını düşünüyorum. Yaratıcı faaliyet zamanın bu acımasız geçiciliğe karşı varoluşçu bir çaba aslında, ölüme rağmen... Şerafettin hikayelerini üretirken kendi karakterimi bi kenara itip Şero gibi hissetmeye çalışıyorum. Bu halim sosyal olarak uyumsuz olduğundan yalnız çalışmayı tercih ediyorum. Çizmek konusunda marangozluk gibi ustalaşabilmek mümkünken hikayede hep bi amatör heyecanı, endişesi ve stresi oluyor. Çizmek zevkli ama, ne çizeceksin? İhtimaller denizinden bir kararlar dizgesi çıkarabilmek, hikayenin atmosferine girebilmek, inandırıcı olabilmek bir moda giriş gerektirdiğinden kendini tam anlamıyla vermeden yapılabilecek mesai değil. İlk başlarda hikayeler sadece Şerafettin’in karakteri üzerinde dönüyorken sonra yan tipler işin içine girmeye başladı: Tacettin, Tonguç, Hasene Teyze, Şemistan, Kıl, Yün... Şerafettin hikayeleri şu anda “Hortlak” dergisinde sürüyor. Buradaki macerasına da bir yaban domuzu ve karga karakter dahil oldu; pek çok tipleme arasında gezinebilmek, çeşitli karakterleri canlandırmak işi gayet şizoid bi mesai. Geri döndüğünüzde yabancılaşmamanız için de öykünün başından çok uzaklaşmamak gerekiyor. Hayali arkadaşlar gördüğümüz o çocukluk zamanlarındaki bir kafa yakalamaya çalışıyorum, çocuksu bir havaya giriyorum. Hayaller kurup, bu hayalleri çizerek gerçekleştirmek çok zevkli.
Instagram hesabınızda çeşitli nesnelerle ürettiğiniz çizimler paylaşıyorsunuz. Bu projenizi sergilemeyi düşünüyor musunuz?
Instagram'da yaptığım şey’lere (objeart) haftalık ve aylık dergi için karikatür, çizgi roman çizerkenki uzun oturmalı mesailerin molalarında sadece kahve içip boş boş duvara bakmaktansa, başka bir şeyle meşgul olarak biraz kafayı boşaltmak için başladım. Yani sabahtan akşama kadar onları yapmayı düşünmüyorum ama meslek hastalığı gibi hangi objeye baksam gözüm bir refleksle objeleri başka figürlere tamamlıyor. Ben de o görüş soğumadan anında uygulayıp fotoğrafllayıp, o anda da paylaşıyorum. Anlık olup bitiyor her şey. Yaparken heyecan duyuyor ve eğleniyorum. Bu takipçileri de eğlendiriyor. Çünkü minik sihirbazlıklar barındırıyorlar içlerinde. Çıplak bir yaratıcılık performansı aslında. Sergileştirmeyi düşündüm ama üşendim hep. Dergilere yazıp çizmek tüm vaktimi alıyor. Masadan kalkmadan, telefonumun fotoğraf makinesi ile oturduğum yerden insanlara ulaştırabilmek bana daha çok uyuyor. Sergi işi oldukça sosyal bir hareket. İnsan nişanı varmış gibi hissediyor onca hengamede. Zaten Instagram’ın tatmin edici bir sergileme metodu olduğunu düşünüyorum. O yüzden harekete geçmiyorum sanırım. Ama kitaplaştırma fikrim var. Güzel vakit geçirilebilecek minik oyuncak bir objeart kitabı yapmayı düşünüyorum.
Peki sırada ne var, gelecekte biz fanileri neler bekliyor?
Aslında gelecek planım çok basit: Sadece çizmek. Sıradaki hikayeyi, sıradaki espriyi çizmek... Çizerlik pek öyle uzun vadeli planları da kaldıran bir meslek değil zaten. Hedeflenen şey ile yapılan ve elde edilen sonuç genelde aynı olmadığı için, bir bilinmezlik içinde el yordamıyla ilerleyen bir süreç bu. Bir kariyer planı yapılabilecek bir meslek değil. Bu yüzden gelecekte mütemadiyen çiziyor oluş ve onun getirdiği sürprizler olacak.
Bülent Üstün'ün de çalışmalarının yer aldığı "Süper Fantastik" adlı sergi 28 Mayıs'a dek Tight Aggressive'de görülebilir.