17. İstanbul Bienali şehirle hemhâl olan bir yaşam deneyimi olarak tasarlandı. Pandeminin ardından gelen yeni süreçleri kültüre ve sanata dâhil etti. Şehirden dünyaya, iklimden sürdürülebilir yaşama, erişim kanallarından izleyiciyle iletişime bambaşka pencerelerden izlemeye devam ettiğimiz 17. İstanbul Bienali’nin yolculuğunu İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Güncel Sanat Projeleri ve İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer ile konuştuk.
1987 yılından bu yana İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen, 2007’den bu yana Koç Holding’in desteklediği İstanbul Bienali yeniden İstanbul’u güncel sanatın buluşma noktası hâline getirdi. Küratörlüğünü Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ve David Teh’in üstlendiği 17. İstanbul Bienali’nde, 500’ün üzerinde katılımcının 50’yi aşkın projesi yer alıyor. Bu yıl bienal Beyoğlu, Fatih, Kadıköy ve Zeytinburnu’nda yer alan 12 sergi mekânının yanı sıra, şehrin dört bir yanındaki 50’yi aşan sahaf, kitapçı, lokanta, sinema ve hastanelere ek olarak bir radyo istasyonunda izleyiciyle buluşuyor. 20 Kasım’a kadar devam edecek 17. İstanbul Bienali hakkında daha ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
“İnsan türünün yol açtığı bu sağlık krizi, hem derin bölünmeleri hem de toplumsal ve ekonomik yaşamı düzenleyen normların sürdürülebilir olmadığını gözler önüne serdi. Böyle bir dönemde bir güncel sanat bienalinin amacı ne olabilir?” 17. İstanbul Bienali’nin temelinde yatan o soruyla başlamak istiyorum. Sorunun cevabı 20 Kasım’a dek ziyaretçilerle şekillenecek, dallanıp budaklanacak muhakkak, ama 2008’den bu yana işin başındaki isim olarak Bige Örer için böyle bir dönemde bir güncel sanat bienalinin amacı ne olabilir?
Bu soru gerçekten çok önemli… Hem benim için hem de dünyada farklı bienalleri böylesine küresel bir sağlık krizinin ortasında hayata geçiren tüm meslektaşlarım için hem kendimize hem birbirimize sorduğumuz bir soru oldu.
Bu kırılgan kriz dönemi aslında yaşadığımız dünyaya hâkim olan sistemlerin açmazlarını, çıkmazlarını daha da görünür kıldı. Biz de böyle koşullar altında bienaller nasıl bir kamusal diyalog alanı oluşturabilir, fiziksel buluşmaların mümkün olamadığı bir dönemde farklı bağlar kurmanın yollarını nasıl önerebilir, gibi sorular sorduk. Mesafelere rağmen birbirimize özen göstermeyi, paylaşmayı, can kulağıyla birbirimizi dinlemeyi, toplumsal kültürlerimizi zenginleştiren ve canlandıran inisiyatiflere ve onların yürüttükleri süreçlere odaklanmayı önemsedik; uzun soluklu projeleri destekleme ve etkilerini çoğaltma ve çeşitlendirmenin önemine inandık.
500’ün üzerinde katılımcı ve 50’den fazla mekân… Bienal bu kez daha uzun sürecek, şehrin ara sokaklarına daha derinden nüfuz edecek, bir nevi yaşanan bir deneyime dönüşecek. Aslında özetle “vaktinden önce başlayacak, bittikten çok sonra da devam edebilecek”. Neden böyle planlandı, sonucunda bekledikleriniz neler?
Pandemiyle birlikte açığa çıkan toplumsal, siyasal, ekonomik ve ekolojik sorunlar, değişen dünya düzeni, bienal hazırlık süreçlerimizi de derinden etkiledi. Bir araya gelemediğimiz, araya mesafelerin girdiği böylesi bir dönemde, "üretim”den çok “süreç”lere odaklanmayı tercih ettik. Küratörler bu yılki edisyonun bir başlık altında toplanması yerine bienalin böyle bir zamandaki varlığına odaklandılar; kompostu bienal projelerinin bir araya gelebileceği bir yöntem olarak benimsediler.
Bu dönemde tüm dünyada iş yapma biçimleri radikal şekilde değişikliğe uğrarken, zaten kırılgan olan kültür-sanat dünyası da bundan çok ciddi şekilde etkilendi. Küratoryal ekiple beraber bu durumu sanat bienallerinin önceliklerini, biçimlerini, katılımcı yöntemlerini ve izleyici beklentilerini yeniden ele almak için bir olanak olarak görerek bu bienali, bienallerin sanatçı-izleyici, zaman-mekân ilişkisini sorgulayan kavramsal bir zemin üzerinde şekillendirdik. Bu çerçevede bienal, geniş bir sürece yayılan, etkisi bienal öncesinde başlayan ve bienal bittikten sonra da devam edecek ve gündelik yaşam pratiklerine dokunabilecek bir anlayışla kurgulandı.
Güncel sanat ve bienal daha kısıtlı bir sanatsever kitlesine hitap ediyor denebilirdi rahatlıkla geçmişte. Bu kez iletişim yollarında da yenilikler var sanırım. Radyo, dijital kanallar? 17. İstanbul Bienali kimlere ulaşmayı hedefliyor?
Bu bienal, hem farklı formlardaki üretimlerle hem de sergi ve performanslara ev sahipliği yapan yeni mekânlarla kentin tamamını kucaklamayı hedefliyor.
Örneğin bu yıl ilk kez bienal mekânları arasında yer alan Barın Han, İstanbul'un tarihi yarımadasında, Çemberlitaş’ta 5 katlı bir binaya yayılıyor. Uzun yıllar boyunca hat ve cilt sanatçısı Emin Barın’ın stüdyosu olarak kullanıldı. 2019’dan bu yana sergilere, sanatçı atölyelerine ve buluşmalara ev sahipliği yapan mekânda 17. İstanbul Bienali kapsamında pek çok farklı eser sergileniyor.
Bienalin dikkat çeken mekânlarından bir diğeri, Fatih’in Zeyrek semtindeki The Çinili Hamam. 1540–1546 yılları arasında Mimar Sinan tarafından Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa için yapılan hamam 2023 yılında müze-hamam kompleksi olarak faaliyete geçecek. Bienal izleyicileri, bu mekânı Renato Leotta ve Taloi Havini’nin yerleştirmeleriyle deneyimliyor.
2015’te 14. İstanbul Bienali’ne ev sahipliği yapmış olan Haliç kıyısındaki İstanbul’un en eski hamamlarından Küçük Mustafa Paşa Hamamı’nı da bu bienalde sergi mekânı olarak kullanıyoruz.
Bugünkü adıyla M2 Yenikapı-Hacıosman Metro Hattı’nın 1992 yılında temeli atılan Taksim istasyonunun inşaatı sırasında yapılan ve hâlen açık tutulan Metro İstanbul Yaklaşım Tüneli Taksim ve Beyoğlu’nda farklı disiplinlerden güncel sanatçıların çalışmalarına, seminer ve atölyelere ev sahipliği yapan bir galeri mekânı olarak kurulan Büyükdere35, bu rotada bienale ilk kez ev sahipliği yapacak olan mekânlar arasında yer alıyor.
Bu yıl, pek çok İstanbullunun bienal sayesinde haberdar olduğu Zeytinburnu’nda 14 dönümlük alana kurulu Türkiye’nin ilk tıbbi bitki bahçesi Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi bienal kapsamında iki sanatçının eserine ev sahipliği yapıyor. Bahçede 700'ü aşkın tıbbi bitki bulunuyor. Mekânla birleşen ve içlerinden bir tanesinin özel bir müzikal iş birliğine ilham verdiği iki sanat işi, bizleri koruyan ve besleyen, sanat, edebiyat ve mutfak kültürümüzü canlandıran, şarkılarımızda duyduğumuz ve şifa gücü hiç azalmayan türlerle aramızdaki kadim ilişkiyi hatırlatıp kuvvetlendirmeyi amaçlıyor.
Bienal’in Fatih dışındaki bir diğer önemli merkezi Beyoğlu oldu. Pek çok İstanbul Bienali’ne ev sahipliği yapan Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, performans sanatçılarını tek bir çatı altında birleştiren ve üretimlerini destekleyen Performistanbul Canlı Sanat Araştırma Alanı (PCSAA), 1999’dan bu yana kapalı olan İstanbul’un en eski Rum okullarından Merkez Rum Kız Lisesi, SAHA’nın sanatçı ve küratörlere yönelik bir misafirlik, etkileşim ve üretim programı olarak başlattığı SAHA Studio bienalin Beyoğlu bölgesindeki öne çıkan mekânlarından.
Kadıköy’deki bienal mekânları arasında, İstanbul’un 130 yıllık bir geçmişe sahip endüstriyel miraslarından, artık kentin en temel kültür-sanat merkezlerinden biri olan Müze Gazhane var. Suriye’yi terk etmek zorunda kalan sanatçılar tarafından 2014’te Yeldeğirmeni’nde kurulan arthereistanbul, bienalin Kadıköy’deki bir diğer mekânı.
Bienal, mevcut form ve amaçlarının sorgulandığı, yeni form, etkileşim, erişim ve diyalog arayışlarının hâkim olduğu bir yaklaşımı benimsedi ve gazete, dergi ya da çevrim içi mecraları birer bienal mekânı olarak kullanmayı seçti. Bu açından da alışılmış kalıpların dışında çıkan bienal fiziksel olmayan mekânlar aracılığıyla da izleyenlere ulaşmayı amaçlıyor.
Mantı Postası ilhamını, Hrant Dink Vakfı’nın “Kayseri ve Çevresi: Toplumsal, Kültürel ve Ekonomik Tarihi (1850–1950)” konferansının yasaklanması üzerine İstanbul’da düzenlediği “Kayseri Mantı Festivali”nden aldı. Hrant Dink Vakfı ve 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı iş birliğiyle hayata geçirildi. Mantı Postası, aylık, üç çevrim içi sayı olarak mantipostasi.com.tr adresi üzerinden yayımlanan ve bu üç sayıdan yapılan bir seçkiyi içeren matbu edisyonu da bienal sergi mekânlarında dağıtıma giren bir yayın oldu. Çok çeşitli toplumsal, tarihsel ve siyasal meselelere dikkat çeken ve 30’un üzerinde ismin katkıda bulunduğu yayında mantı tariflerine, mantı hikâyelerine, denemelere ve fikir yazılarına yer veriliyor.
Bienalin hem katılımcısı hem de mekânlarından biri olarak konumlanan bağımsız radyo kanalı Açık Radyo, 2021 yılında 26 haftalık “Radyo Bienal” programına ev sahipliği yaptı. Zeyno Pekünlü tarafından hazırlanan programda, bienalin farklı disiplinlerden katılımcılarının Açık Radyo'ya özel ürettikleri işler, arşiv sesleri, ses müdahaleleri, söyleşiler ve şiir okumaları yer aldı. Radyo Bienal programının kayıtları Açık Radyo web sitesinden, İngilizce kayıtları ise İKSV’nin Spotify, Apple Podcasts ve Google Podcast hesaplarından dinlenebiliyor. Açık Radyo’nun bienal katılımcıları ve izleyicileriyle diyaloğu Barın Han’da kurulan açık stüdyoda devam ediyor.
Eva Egermann’ın 1970’lerde engellilere yönelik çalışmalar ve eylemlerde sahiplenilen “sakat” kelimesinden yola çıkarak hayata geçirdiği bağımsız bir sanat dergisi projesi Crip Magazine farklı alanlardan sanatçı ve kültür çalışanlarının katkılarını bir araya getiren ortak bir platform. Derginin 17. İstanbul Bienali kapsamında yayımlanan beşinci sayısında Egermann, kendi araştırmalarını, Türkiye’de engellilik üzerine çalışmalar yürüten sanatçılar, eylemciler ve akademisyenlerinkiyle buluşturuyor. Matbu edisyonu bienal mekânlarından edinebilen dergi, cripmagazine.evaegermann.com adresi üzerinden çevrim içi olarak okunabilir.
Oda Projesi’nin bienaldeki çalışması Anne(x), kolektifin “annelik ve üretim” ilişkisine dair uzun zamandır sürdürdüğü araştırmalara ve çeşitli coğrafyalardaki kültür ve sanat alanından annelerle ve anne olmayanlarla yapılan bir dizi toplantıya ve görüşmeye dayanıyor. Kolektif, bienal sırasında gerçekleşen bir dizi etkinlikle birlikte Anne(x) gazetesinin yedinci sayısını da bienal kapsamında çıkarıyor.
cascadingspiral.com ise tasarımcı ve web sitesi geliştiricisi Yehwan Song’un örümcek ağlarından ve meteorolojik haritalardan esinlenerek tasarladığı ve tüm bienal projelerine yer veren bir web sitesi. Song’un Nisan 2022’de açılan projesi, izleyicilerin bienal katılımcıları hakkında çevrim içi ortamdaki görsel, işitsel ya da yazılı kaynaklara ulaşmasına imkân tanıyor. Site bienal süresince de haftalık bir gazete gibi sürekli yenileniyor.
Bu bienalde küratörler; Ute Meta Bauer, Amar Kanwar, David Teh. Yollarınız nasıl kesişti? Süreç nasıl ilerledi?
İstanbul Bienali’nin küratörleri; sanatçılar, sanat tarihçileri ve sanat profesyonellerinden oluşan uluslararası bir danışma kurulu tarafından belirleniyor. Bu bienalde de danışma kurulunun önerileri doğrultusunda, küratör adaylarından bir ön çalışma hazırlamalarını istedik. Danışma kuruluyla birlikte İKSV yönetimi de bu öneriler içinde, bu dönemde en anlamlı olacağı düşünülen sergi fikrini sunan kişi/kişileri belirledi. Bu edisyonda Batı dışından sanatsal pratikleri yoğun bir şekilde İstanbul’a taşımak ve Yedinci Kıta ile tartışmaya açtığımız meseleler üzerine bu bienalde de farklı perspektiflerden düşünmeye devam etmek istemiştik.
Bu yılki küratörlerimizden Ute Meta Bauer 1990’lardan bu yana İstanbul Bienali’ni yakından takip ediyor. Sanatsal çalışmaları diğer disiplinlerle ilişkilendiren, güncel sanat, film, video ve ses sergileri ve sunumları yapan bir küratör. Amar Kanwar, “Anne, ben barbar mıyım?” başlıklı 13. İstanbul Bienali’nin katılımcı sanatçıları arasında yer alıyordu. Çoğunlukla çatışma bölgelerinin hikâyelerinden yola çıkan filmleri ve çok katmanlı yerleştirmeleri Kanwar’ın kişisel, sosyal ve politik düzeyleri bir araya getiren dilini yansıtıyor. Bağımsız bir küratör ve sanat tarihçisi olan David Teh de araştırmalarında Güney Asya modern ve güncel sanatına odaklanıyor.
Pandemi nedeniyle ertelenen sergiler de 17. İstanbul Bienali içinde yer alacak, pandemi süreci bienali ve sizin bienale, sanata erişime, sanatçılara bakışınızı nasıl etkiledi?
Bu bienal üzerine çalışırken zamanın ruhu derin bir belirsizlik, bugüne ve geleceğe dair endişeler ve korkularla kaplıydı. Sanat ekosisteminin kırılganlığı farklı coğrafyalarda farklı şiddetlerde yaşanırken bu bienalin gündelik yaşamlarımızda giderek daha çok eksikliğini çektiğimiz bazı kavramları paylaşma alanı olabileceğine inandık; güven, saygı, mesleki dayanışma, süreklilik, diyalog, farklılıklarımızı kabul ederek beraber yaşamak bu süreçte öne çıkan unsurlar oldu. Bulundukları yer ve zamanda, uzun vadeli dönüşümleri mümkün kılan sanatsal pratikleri teşvik etmek, desteklemek, Türkiye’deki benzerleriyle buluşturmak, çeşitli diyalogları, bir araya gelişleri mümkün kılmak bize önemli gözüktü. Sergilemeye yönelik bir sonuç aramak yerine süreçleri ön plana çıkaran bir yöntem belirledik. Kompost yöntemi de bu perspektiften birçok projenin birbirini tanıması, diyaloga geçmesi ve kimi zaman birbirine karışması açısından ilham vericiydi.
15. İstanbul Bienali’nde mekân kullanımlarının çok anlamlı bir kavramsal çerçeve içinde olduğunu, İstanbul’un kimliğine dair birçok çıkarımı önümüze serdiğini ve çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Bu kez iç içe geçmiş altı eksen var ve bir metropol üzerinden dünyanın da sorunlarını okuyabileceğimiz çok geniş ve ilişkili bir çerçeve çıkacak ortaya. Bu altı başlıktan nasıl söz edersiniz?
Süreçler ve katılımcılar arasında bilgi ve deneyim paylaşımını teşvik edeceğine inandığımız altı araştırma eksenini açmak için birbirimize ve katılımcılarımıza sorduğumuz bazı sorular vardı. Örneğin, “Alternatif bir habercilik ve bağımsız medyanın desteklenmesini haberlerin başka duyularla paylaşılmasıyla mümkün kılabilir miyiz?”, “Hangi öğrenme biçimleri hem insanlara hem insan olmayanlara karşı ihtimamı ve saygıyı, bilgisel çeşitliliğin imkânlarını teşvik edebilir?”, “Alternatif arşivleme yöntemleri geçmişin bilgisini farklı stratejiler aracılığıyla nasıl etkin kılabilir?”, “Hayatlarımızı ve ekonomilerimizi daha sağlıklı bir toplum ve çevre yaratacak şekilde nasıl düzenleyebiliriz?”, “Farklı duyuların keşiflerini ve duyu-ötesi bir kavrayışı nasıl mümkün kılabiliriz?”, “Farklılıklarımıza rağmen beraber nasıl yaşayabiliriz?”, “Dünya sevgisi üzerine yeniden düşünürsek neler öğrenebiliriz?”
Bu sorular aracılığıyla detaylandırdığımız araştırma eksenlerini bu bienali oluşturan ortak kaygılar, ortak değerler ve dayanışma alanları olarak tanımladık.
Bu sürece bir “kompostlaşma alıştırması” olarak yaklaştığımızı söyleyebilirim. Bu altı düşünce ve sohbet hattının her biri, güncel sanat pratiklerinin diğer pratiklerle birlik olduğu, etkileşime geçtiği ve ortak bir amaç bulduğu kesişim noktalarını tanımlıyor ve üç yıldır devam eden bu konuşma sürecinde yüzeye çıkan ortak kaygıları, nakaratları dile getiriyor.
Bienal, gastronomiden ekolojiye, edebiyattan gıda güvenliğine, göçler ve göçmenlikten deniz yaşamına pek çok konuda, farklı coğrafyalardan ve zaman dilimlerinden hikâyeler anlatıyor. Belki hiç olmadığı kadar multidisipliner bir bienal bu. Nasıl etkinliklerden söz ediyoruz?
17. İstanbul Bienali’nde sanatçıların yanı sıra, düşünür, yazar, şair, araştırmacı, mimar, radyo programcısı, balıkçı, aktivist, şef, etnomüzikolog, ornitolog, deniz bilimci, kukla ustası, müzisyen ve daha pek çok başka alandan katılımcının projeleri yer alıyor. Bienalde bu yıl çeşitli açık hava gösterileri, performanslar, film gösterimleri ve beklenmedik buluşmalar, serginin birer parçası oluyor. Bienal ziyaretçilerini, şiir okumalarından dergi tanıtımlarına, festivallerden film gösterimleri ve podcast kayıtlarına, bienale özel yayınlardan bahçe gezintilerine, hikâye anlatımlarından toplumsal araştırmalara pek çok farklı proje bekliyor.
Bienal katılımcılarıyla kompost yöntemiyle çalışmalarımıza devam ederken bu büyük güncel sanat sergisi için farklı biçim ve paylaşım süreçlerine odaklandık. Örneğin, katılımcıların seslerinin çeşitliliğini kutlayan bir radyo programı, hep beraber mantı pişirip yemek aracılığıyla çoğulculuğu yücelten alternatif bir forum, diyalog ve yaratıcı eylem biçimleri için güçlü bir alana dönüşen bir festival, toplumların sakatlığa bakışını çarpıcı biçimde değerlendiren bir dergi bienalin parçası oldu. Ayrıca kentte hassas sesleri arayan bir yürüyüş, anne olmak üzerine yapılan bir söyleşi dizisi ve bir yayın, feminist hareketlerin arşivleri üzerine araştırmalar, sanatın kırsal alanla beraber üretimleri, okyanuslardan gelen besteler, kuşlarla diyaloglar, bir arada yaşamanın imkânlarını sorgulayan bir kamuoyu araştırması, mandalar için bir şarkı, kente yayılan dev kukla gösterileri de bienal kapsamında yer aldı.
Bu bienalde sadece güncel sanatçıların eserleri yok, uzun süreli araştırmalar yapan kişilerin bienal sonrasında da çalışmalarına devam edeceği bir planlama düşündük. Kimi zaman bu çalışmalar belli bir zaman aralığında gerçekleşmiş olabilir, kimi zaman bir kenara kaldırılmış olabilir ya da kendi bağlamlarında ve yerel düzeyde olumlu bir dönüştürme görevi üstlenmiş projeler olabilir. Biz de İstanbul Bienali kapsamında bu projelere görünürlük kazandırmak istedik.
Bienal bu kez şiirle hemhâl olacak. "Şiir Hattı" projesi bienalde nasıl bir yer edecek, “Şiir Hattı” projesi neden çıktı ortaya, nasıl gelişti?
17. İstanbul Bienali için kurgulanan “Şiir Hattı”, bugüne dair başka türlü haberlere ulaşabilmek için şairlerin zihin dünyasına ve sözcüklerine başvuruyor. Proje kapsamında 15 şair, 2021 yılı boyunca her ay bir şiir yazmaya davet etti. Projeye katılan şairler böylece bienal için bir yıl boyunca kendi gözlerinden dünyanın gidişatını yorumlayan şiirler ürettiler. Projeye katılan şairler: Mehmet Said Aydin, Donat Bayer, Zeliha B. Cenkci, Sevinç Çalhanoğlu, Cevat Çapan, Ersun Çıplak, Devrim Dirlikyapan, Haydar Ergülen, Mehmet Erte, Cem Kurtuluş, Bejan Matur, Mustafa Erdem Özler, Gonca Özmen, Anita Sezgener ve Neşe Yaşın. “Şiir Hattı” kapsamında üretilen şiirler kent genelinde sahaflarda, kahvelerde, lokantalarda, dükkânlarda, basılı ve sanal yayınlarda, Performistanbul’un canlı performanslarında, otobüs durakları ve ilan panolarında, çeşitli kamusal ve pek kamusal olmayan mekânlardaki toplantılarda görülebilecek. Yazılan şiirlerden bir seçkiyle hazırlanan şiir kitabı da bienal açılışında paylaşılmaya başladı. Derlenen şiirler Açık Radyo yayınları ve bienalin podcast kayıtlarından da dinlenebilecek. Süreyyya Evren'in danışmanlığını yaptığı Şiir Hattı, Nâzım Hikmet ve Faiz Ahmad Faiz’in dostluğundan ilham alarak bu şairlerden seçili şiirlere de yer veriyor.
Bienalin öne çıkan projelerinden biri Cooking Sections’ın “Çamuralem / Wallowland” başlıklı projesi. Bu proje İstanbul’un mandaları üzerindeki etkilerinin izini sürecek. Projenin bienale dahil olma süreci ve bienale katkılarından söz edebilir misiniz?
Çevresel sorunları gıda sistemleri üzerinden irdeleyen sanatçı ve aktivist ikili Cooking Sections’ın bienale özel hazırladığı “Çamuralem/Wallowland”, yok olma tehlikesi altındaki sulak alanların İstanbul’un mandaları üzerindeki etkilerine dair kapsamlı bir araştırmanın ürünü.
Uzun bir süre İstanbul’un kuzey hattındaki mandalar ve onların etrafındaki türlerin değişen yaşam koşullarına dair bilgiler toplayan ikiliye süreç boyunca sığırtmaçlar, biyologlar, çevreciler, korumacılar, etnomüzikologlar ve daha pek çok farklı alandan isim destek verdi. Araştırmacılar Akgün İlhan, Anadolu Meraları, Burçin Çıngay, Itri Levent Erkol, Melisa Bal ve Mustafa Avcı, bölgedeki ekosistemin farklı yönlerini ortaya koymak üzere yeni araştırmalar yürüttüler.
Proje, genişleyen kentsel alan sonucu sulak arazilerin ve otlakların bozulması nedeniyle mandaların yaşamlarının da tehdit altında olduğunu ortaya koyuyor. Konuya dikkat çekmek için bu bienalde ilk kez bir Manda Festivali düzenledik. Festivalde yerel müzisyenler sahne aldı, ayrıca özel tadım etkinlikleri ve rehberli yürüyüş turları yaptık. Gülinler'in projeye özel hazırladığı şarkı ilk defa bu festivalde dinleyicilerle buluştu. Projenin bienale bir katkısı da manda ürünlerinin sunulduğu bir muhallebiciye dönüştürülen Büyükdere35 oldu.
Son olarak her sene bienal şehre kalıcı eser bırakıyor. Bu sene de bu planlanıyor mu?
İstanbul Bienali, 2017’de gerçekleşen 15. İstanbul Bienali’nden bu yana, 2007–2036 Bienal Sponsoru Koç Holding’in desteğiyle her bienalde bir sanatçıyı kamusal alanda kalıcı bir eser üretmek için davet ediyor. Bu yıl, Türkiye’de ve uluslararası sanat alanında mekâna, duruma-özgü ve bağlama duyarlı üretimleriyle tanınan Ayşe Erkmen, yabancı dillerde “Altın Boynuz” olarak bilinen Haliç’in bir gemi, bir gondol ya da bir dumanı andıran esrarengiz ve hareketli formundan yola çıkarak bir iş üretti. “Haliç Haliç”te isimli bu etkileyici eser, Balat Hastanesi ve Vapur İskelesi arasında yer alan Akşemsettin Parkı’na yerleştirildi.